Özgür-Der Referandum Sonuçlarını Değerlendirdi
Özgür-Der: “İslam düşmanı Kemalist laikliğin, Kürt düşmanı Kemalist ulusalcığın iflası bu kez halkoylaması ile tescillenmiştir.”
Referandum sonuçlarını değerlendiren Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay Kemalist oligarşinin 12 Eylül referandumunda halktan esaslı bir şamar yediğini söyledi. Referandum sonucuyla TSK'nın icraatlarının halk tarafından gayri meşru ilan edildiğini belirten Alpay, Kemalist ideoloji ve devlet sınıfları adına adalete, hukuka ve halka karşı cephe açan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve HSYK gibi yüksek yargı bürokrasisinin militarist duruşunun halk nezdinde kabul edilemez olduğunun da beyan edildiğine dikkat çekti.
BDP'nin 'boykot' tavrının da değerlendirildiği açıklamada Alpay, halkın Meclis ve Hükümete zorbalıkla mücadele, adaletin tesisi, hukukun üstünlüğü ve özgürlüklerin genişletilip teminat altına alınması sürecinin sağlıklı ve istikrarlı yürütülmesi hususunda sorumluluklar yüklediğini ifade etti.
Özgür-Der Genel Merkezi'nden yapılan açıklama:
Referandum; Resmi İdeoloji ve Militarizme Karşı
Adalet, Hukuk ve Özgürlük Talebiyle Sonuçlanmıştır!
13 Eylül 2010
12 Eylül 1980 Darbesinin en korkunç ürünü olan 1982 Anayasasının 26 maddesini esas alan değişim bütün engelleme çabalarına rağmen ihtilalın 30. yıl dönümünde halkoylamasına sunulabildi. Devleti, resmi ideolojiyi, askerî mantığı bir deli gömleği misali her tür yöntemi kullanarak bütün bir topluma giydiren askerî cunta ile sınırlı ama sembolik bir hesaplaşma dün itibariyle başlatılmış oldu. İnsana karşı devleti, inanca karşı resmi ideolojiyi, fıtri/doğal kimliğe karşı laik-ulusal aidiyeti, topluma karşı yasaları, hukuka karşı zorbalığı üstün tutup dayatan Kemalist oligarşi 12 Eylül referandumunda halktan esaslı bir şamar yemiştir. Dün gerçekleşen referandum ile TSK, yüksek yargı, TÜSİAD, Kemalist akademi ve aydın sınıfının bir asra yaklaşan tahakkümü ve vesayetini tamamen ortadan kaldıramasa bile zayıflatan, gerileten ve en önemlisi gayri meşru ilan eden bir sonuç ortaya çıkmıştır.
Kemalist Cumhuriyet ideolojisi ve sınıflarının halka, halkın tercihine karşı her zaman şüphe, korku ve düşmanlık ile yaklaşmasının ne kadar doğru bir tutum olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. Çünkü Kemalizm; darbe, muhtıra, andıç, psikolojik harekat, provokasyon, sabotaj vs. gibi klasik askerî cunta araçlarının dışında toplumu ikna edecek düşünce, söylem ve siyasetten yoksundur. Son referandum vesilesiyle görüldüğü üzere klasik askerî cunta siyaseti halkın kahir ekseriyeti tarafından geçersiz kılınmıştır. Referandum sonucu topluma dinî, siyasi, iktisadi vd tüm alanlarda baskı yapan TSK'nın icraatları halk tarafından kınanıp reddedilmiş ve gayri meşru ilan edilmiştir. Aynı zamanda bu referandumla Kemalist ideoloji ve devlet sınıfları adına adalete, hukuka ve halka karşı cephe açan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve HSYK gibi yüksek yargı bürokrasisinin militarist duruşunun halk nezdinde kabul edilemez olduğu beyan edilmiştir. Ortaya saçılan belge ve ses kayıtlarıyla Ergenekon cuntası adına iş gören yüksek yargı bürokrasisinin çürüme sürecini hızla tamamlayıp kokuşmaya başlaması referandum vesilesi ile bir kez daha değerlendirilmiş, düzenin hukukunun da hukukçusunun da hiçbir itibara sahip olmadığı geniş toplum kesimleri tarafından da tespit edilmiştir.
Referandum sonucunda 12 Eylül ile birlikte, 28 Şubat'a, 27 Nisan'a karşı da toplum itiraz etmiştir. Ergenekon'a, Balyoz ve Kafes eylem planlarına, Genelkurmay'dan yönetilmek istenen bir topluma boyun eğilmeyeceği deklare edilmiştir. Yeni bir milat değilse bile son derece kritik bir eşik olarak 12 Eylül referandumu darbe atmosferinden uzaklaşma yönünde önemli bir adımdır. TSK'nın darbe politikalarıyla, yüksek yargının kararlarıyla, TÜSİAD'ın iktisadi duruşuyla tahkim etmeye çalıştığı zorbalık düzeni referandumda kaybetmiştir. İslam düşmanı Kemalist laikliğin, Kürt düşmanı Kemalist ulusalcığın iflası bu kez halkoylaması ile tescillenmiştir.
'Evet' veya 'hayır' tercihi kadar üzerinde durulması gereken bir konu da BDP'nin 'boykot' tavrıdır. İnsanların hür iradeleriyle sandığa gitmemek, verili çerçevede hareket etmemek vb gerekçelerle seçimleri veya referandumu 'boykot' etmesi gayet doğaldır. Ancak Kürt illerinde PKK'nin silahlı tehditleri, BDP'nin siyasi baskıları sonucu toplumun büyük bir kısmı tercihini kamuoyuna yansıtamamıştır. Uzun yıllar boyunca seçim sandıkları başında JİTEM, korucu, özel harekât vs baskısına maruz kalmış Kürtlerin şimdi de PKK ve BDP tarafından boykota mecbur hatta mahkûm tutulması çirkin ve ahlaksız bir siyasettir. Kürt sorununun çözümü noktasında devletin/askerin tutumuna benzer gerekçelerle hareket eden Hükümet'in BDP'yi görmezden gelen tavrı işin bu noktaya gelmesinde etkili olmuştur. Kürt sorununun çözümünde taraflardan biri de BDP'dir ve muhatap alınmaması sadece sorunları kangrene dönüştürecektir.
Kesin olan bir şey varsa o da halkın, geçmiş yüz yılına ipotek koyan halk düşmanı iradeyi başından def etmek istediğidir. Darbecilerle hesaplaşmak, yeni darbe planlarının önüne geçmek, yargıdaki çarpıklığı tesis eden kast sistemini dağıtmak yönünde tercihte bulunan toplumun talepleri görmezden gelinemez. Meclis ve Hükümet bugünden itibaren daha güçlü ve kararlı bir biçimde adalet, hukuk ve özgürlüğe ait toplumsal taleplerin sözcüsü ve müdafii olmak zorundadır. Toplumsal talepler askere, yüksek yargıya, CHP ve MHP'nin temsil ettiği statükoya teslim olma yönünde değil onlarla hesaplaşma ve mücadele etme yönünde belirginleşmiştir.
12 Eylül referandumu askerî dayatmalarla, Kemalist tek-tipleştirme zorbalığıyla, İslami kimliğe ve Kürt kimliğine karşı sürdürülen ahlaksız ve akılsız yasaklarla daha güçlü bir biçimde mücadele edileceğinin geniş toplum kesimleri tarafından ikrar edildiği önemli bir göstergedir. Adaletin tesisi, hukukun üstünlüğü ve özgürlüklerin genişletilip teminat altına alınması sürecinin sağlıklı ve istikrarlı yürütülmesi için Meclis ve Hükümet halk tarafından birinci elden sorumlu kılınmıştır.
ÖZGÜR-DER
HABERE YORUM KAT