
Özgür-Der Gençliği Aliya İzzetbegoviç’in "Doğu Batı Arasında İslam" kitabını tahlil etti
Özgür-Der Gençliği’nin düzenlediği kitap forumunda, Meryem Semanur Yaman ve Rümeysa Çiftçi, Aliya İzzetbegoviç’in Doğu Batı Arasında İslam kitabını tahlil etti.
HAKSÖZ HABER
Aliya İzzetbegoviç’in hayatına kısaca değinen Semanur Yaman, eserin iki ana bölümü olan Batı Düşüncesinin Temelleri ve İslam - İki Kutuplu Birlik başlıklarını ele aldı. İlk bölümde bütün dinlerin özünde var olan temel ilkeler ve Batı dünyasının düşünce yapısı incelenirken, ikinci bölümde İslam’ın içinde bulunduğu düalizm ve diğer dinlerle ilişkisi değerlendirildi. Kitapta Doğu ve Batı arasındaki farklar, Hristiyanlık ve materyalizm arasında İslam anlatısı, İslam’ın dinamizmi ve modern dünyadaki yerinin tartışıldığı ifade edildi.
Kitabın giriş kısmında insanlığın bulduğu doğruların onaylanmasının zorundalığı ele alınıyor. İnsanlık arasında ortak doğruları bulabilme anlayışının geliştirilmesine odaklanılıyor.
“İslam ve İslam dünyası sertleşmiş ve kendi içine kapanmıştır. Bu durum şüphesiz İslamı tamamlanmış ve sonsuza dek tanımlanmış bir öğreti olarak görme eyleminden ileri gelmektedir.” Oysa Aliya bütün bir zamanların kendi içinde bir dinamizm taşıdığını ve her zamana göre bir dilin bulunduğunu yani bugün de o ilahi nizamın içerisinde yeni bir dil geliştirmemiz gerektiğini vurguluyor. “Kur’an edebiyat değil hayattır dolayısıyla ona bir düşünce tarzı ile değil yaşam tarzı olarak bakılmalıdır”, der.
Kitabın Evrim ve Yaratılış bölümünde insanın kökeni farklı perspektiflerle değerlendirilir. İnsanın kökenlerine ait düşüncelerin bilim tarafından zoolojiye dayandırıldığını, sanat ve din açısından ise yaratılmışlığa dayandırıldığı ele alınır. Kültür ve Medeniyet bölümünde Batı ve İslam medeniyetlerinin karşılaştırılması yapılır. Batıda medeniyet genellikle bilim, teknoloji ve seküler anlayışa dayanır. İslam medeniyeti bireysel özgürlük ve toplumsal sorumlukları dengeler. Aliya kültürden uzak bir uygarlığı başarısız bulur. İslam’ın modern dünyadaki yerini sanat, ahlak ve tarih etrafında inceler. Sanat Fenomeni kısmında ise İslam sanatının toplumsal ve metafizik yönü incelenir. İslam sanatının İslam dininin öğretilerinden ve kültüründen beslenen bir sanat biçimi olduğunu ele alır. Yalnızca görsel bir ifade değil aynı zamanda metafizik, ahlaki ve toplumsal anlam taşır.
Eserin ikinci kısmını ele alan Semanur Yaman sözlerine şöyle devam etti;
Eserin ikinci kısmında Aliya İslam dinine değinir. İslam’ı anlamak için Hristiyanlığı ve Yahudiliği anlamak gerekir. Çünkü İslam ikisi arasında dengededir. Hz. Musa, Hz. Muhammed ve Hz. İsa’nın hayatları, mesajları ve İslam dünyasında nasıl algılandıklarını ele alan yazar, Hz. Musa’yı özellikle hukukun ve toplumsal düzenin savunucusu, Hz. İsa’yı merhameti, sevgiyi, insanın manevi yönünü yüceltmesiyle, Hz. Muhammed’i son peygamber olmasıyla ve İslam’ın öğretilerinin evrensel taşıyıcısı olarak ele alır. Üç peygamberinde ortak mesajını şu şekilde özetler; “İnsanlık için doğru yol, dini ve toplumsal sorumluluk, inanç ve eylem birleşimi.”
Son olarak Teslimiyet konusunu ele Semanur Yaman, İslam dininin temel prensiplerine odaklanıldığını, İslam’ın öğretilerinin, inanç esaslarının ve uygulamalarının ele alındığını, Allah’a inanmayı, Hz. peygamberin son peygamber olduğunun kabul edilmesini, Kuranın Allah’ın kelamı olduğunu, kadere teslimiyet göstermenin, sabretmenin, Allah’tan gelen her şeye rıza ve teslimiyet göstermenin İslam’la eş değer olduğuna değinerek sözünü yazarın ifadesiyle sonlandırdı; “Ey teslimiyet senin adın İslam’dır.”
Forumun devamında sözü alan Rümeysa Çiftçi kitabın diğer kısımlarını şöyle değerlendirdi;
Yazar, yaşamdaki iki farklı düzeni; yaratılış ve evrimi ahlaki niteliğiyle ele alıyor. Bunu yaparken iki kavram üzerine duruyor: vazife ve menfaat. Vazifenin hareket noktası din iken menfaatinki materyalizmdir. Vazifenin menfaatle, menfaatin ahlakla ilgisi yoktur. Çünkü ahlak dediğimiz şey
işlevsel değildir. Teoride bir anlamı veya akılcı bir izahı yoktur. 0, bize Tanrı tarafından bahşedilmiştir, kendi mekaniğine has yasaları olan (çıkarcı) tabiatın karşısında olan başka boyuttaki bir yaşamı "öbür dünyayı" işaret eder. Açıklanamasa da insan hayatının bir gerçeğidir, özde var olandır.
Ahlakın akıl ile ilişkisine değinen Çiftçi sözlerine şöyle devam etti;
Ahlak mantıklı veya rasyonel değildir. İnsanın ahlaklı olan ile akılcı olan arasında yaptığı seçim de kişiye kalmıştır. İki kavram da birbiri ile kıyaslanamayan, iki farklı niteliğe sahip argümanları kişiye sağlar. Akıl yalnızca mantıksal ilişki kurmaya yarar bu özellik, bilimin ahlak ile arasında keskin bir ayrım oluşturur. İslamiyet’teki yansıması iman edin ve salih amel işleyindir. İman etmek, din, Salih amel işemek ahlaktır
Rasyonalistler tarihin yukarı doğru (gelişmeye doğru) mütemadi bir gelişme ile ilerlediğini öne sürer. Ancak insanlık tarihi sıfırdan başlamaz ve doğru istikamette ilerlemez. Semadaki prolog ile başlar. Ve bu başlangıçta bir ahlak sermayesine sahiptir.
Kültür ise bir bakıma zaman ve tarihin dışında kalır. Bir gelişimi ya da geçmişi yoktur. Bilimin aksine sistemli ilerleyen ve üzerine katma metoduyla büyüyen bir olgu değildir. Dolayısıyla kültür tarihi kavramsal bir çelişkidir. Kültürün bir ürünü olan sanat da aynı mantıkla açıklanır. Bilimin aksine demode olmaz, önemini kaybetmez ve eskimez.
Ayrıca kültür ve medeniyet arasındaki farka da değinen Rümeysa Çiftçi değerlendirmesini şu şekilde ele aldı; Birisi hayatın anlamı, diğeri hayat tarzıdır. Kültürün öznesi insan, medeniyetin öznesi makine ve gelişimin kendisidir. Medeniyetin ilerlemeci doğasının getirdiği keşifler ve sorular sürekli değişirken kültürün öznesi insanın iç dünyasını oluşturan şeyler değişmez, süreklilik arz eder. Ahlakın bugünkü meselelerinin yüzyıllar önce de aynı olmasının sebebi budur.
Program soru cevap faslıyla son buldu.
HABERE YORUM KAT