
Özgür-Der: Bildiri de Yanlış, Bildiricilerin Gözaltına Alınması da!
Özgür-Der, yayınladıkları bildiriyle PKK/HDP’nin hendek siyasetine arka çıkan akademisyenlere soruşturma açılmasıyla ilgili bir basın açıklaması yayınladı.
HAKSÖZ-HABER
Özgür-Der, yayınladıkları bildiriyle PKK/HDP’nin hendek siyasetine arka çıkan akademisyenlere soruşturma açılmasıyla ilgili bir basın açıklaması yaptı.
Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya imzasıyla kaleme alınan açıklamada, bildirinin mahiyet olarak içerdiği tutarsızlıkların altı çizilmekle birlikte söz konusu bildiriyi imzalayan insanların yargılanmasının tutarlı olmadığı görüşüne yer verildi.
Basın Açıklamasının Tam Metni:
BİLDİRİ YANLIŞINA YANLIŞ ARAÇLARLA MÜDAHALE EDİLMESİN!
15 Ocak 2016
Sonunda korkulan oldu ve günlerdir hararetli bir tarzda tartışılmakta olan bildiri karakola düştü! Devletin tepe noktalarından yükselen suçlamaların ardından savcılıkların harekete geçmesi neticesinde çeşitli illerde açılan soruşturmalar yetmezmiş gibi, Kocaeli Başsavcılığı’nın haklarında gözaltı kararı verdiği Kocaeli Üniversitesinde görevli 21 kişiden 12’si bugün polis tarafından gözaltına alındı.
Yanlışların, yanlış araçlarla tashihi ya da tasfiyesine girişmenin sağlıksızlığına ve bu tür işgüzarlıkların daha vahim yanlışlar dizisine yol açabileceğine dikkat çekiyoruz!
Hiç kuşkusuz, 11 Ocak tarihinde ‘Barış İçin Akademisyenler’ ortak imzasıyla yayınlanan ve Türkiye’nin kamuya ait ve özel muhtelif üniversitelerinden 1128 öğretim üyesi ve görevlisinin altına imza attıkları “Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiri gerek içeriği, gerek konumlanışı itibariyle vahim yanlışlar taşımaktadır.
Söz konusu bildiri öncelikle klişeleşmiş barış söylemlerini öne çıkartarak yüzleşilmesi gereken gerçekleri perdelediği gibi, Kürt illerinde süregelen çatışma olgusunun sorumluluğunu tümüyle devlete yükleyerek “devrimci halk savaşı” hülyalarıyla bölgeyi bir ateş topuna çeviren PKK’yı arkalamaktadır. Bilhassa örgütün son süreçte ısrarla ve inatla yürüttüğü hendek-barikat siyasetiyle yol açtığı derin mağduriyetler karşısında bile bu kirli ve sonuçsuz kalmaya mahkûm stratejiye yönelik tek bir eleştiri dahi getirmeyerek kendini adaletten ve basiretten fersah fersah uzak bir konuma oturtmaktadır.
Ağırlıklı biçimde sol ideolojik konumlanma içindeki aydınların nostaljik tutumlarını yansıtan bu bildirinin ortak paydasında barış ve kardeşlik arayışının olduğu asla söylenemez. İmza sahiplerinin pek çoğunun yanı başımızda tam 5 yıldır özgürlük talebiyle ayağa kalkan Suriyeli kardeşlerimizin feryatlarına nasıl kulak tıkadıklarını ve türlü argümanlarla zalim Esed diktatörlüğünün savunuculuğuna soyunduklarını iyi biliyoruz.
Vicdan ve adalet vurgusuna rağmen bu bildirinin son derece sorunlu bir ruh halini yansıttığı; Kürt milliyetçiliğinin ve onun temsilciliğini üstlenmiş örgütün şiddet tapıcılığının tezkiye edilmesinin arkasında ‘AKP nefreti’nin bulunduğu rahatlıkla görülebilmektedir. İşte bu ‘nefret ve körlük iklimi’ söz konusu ‘akademisyen ve araştırmacılar’ı kaçınılmaz olarak güdük ve tutarsız tavırlara sürüklemektedir.
Mamafih burada dile getirdiğimiz tüm bu itirazları, eleştirileri mahfuz tutarak; tutarsızlıklar manzumesi sayılması gereken bu bildiri meselesiyle ilgili olarak yargı mekanizmalarının devreye sokulmasının da tutarlı bir tavır olmayacağının altını çiziyoruz. Sonuçta tepeden tırnağa yanlışlar içerse de ortada bir bildiri, bir görüş beyanı bulunmaktadır. Haksızlık, tutarsızlık söz konusu olabilir, hatta dolaylı yollarla PKK vandalizmine arka çıkıldığı da söylenebilir ama açık bir tarzda şiddete çağrı yapıldığı ya da doğrudan şiddetin savunulduğu iddia edilemez. Dolayısıyla siyasi, vicdani, akademik açılardan kıyasıya eleştirilmeyi hak ettiklerini düşünmekle beraber ortak bir bildiri aracılığıyla görüşlerini kamuoyuyla paylaşan bu kişilerin adli takibata uğratılmasının kabul edilemez olduğunun altını çiziyoruz.
Abartılı, gereksiz ve ölçüsüz bir devlet refleksi olarak gördüğümüz bu tutumu kınıyor; siyasi yönlendirmelerle atıldığı anlaşılan adımlarla hukukun tesisinin mümkün olmayacağı gibi, gereksiz mağduriyetler üzerinden sahte kahramanlar üretme yanlışına kapı aralanmaması gerektiğini de hatırlatıyoruz.
Rıdvan Kaya
Özgür-Der Genel Başkanı
HABERE YORUM KAT
Sözüm ona 'barış bildrisi' ne imza koyan akademisyenlerin bir çoğu okutman seviyesinde kişiler...ikbal korkusu, mahalle baskısı ve gelecek kuşkusu ile metni okumadan imzalar elektronik posta üzerinden atılmıştır. Lakin bu hain, zalim mandacı zihniyet, ülkesine ve halkına yabancı güruh içinde; Prof ve Doçent seviyesindekilerin, uluslararası akademik çevrelerce kabul görüp yayımlanmış kaç makaleleri, kaç tebliğleri, kaç sunumları olmuştur. Mercek altına alınırsa, kocaman bir sıfır :))
Yanıtla (0) (0)Ülkemizde mevcut üniversitelerin yıllık toplam makale sayısı, Oxford ve Cambridge Üniversitelerinin aylık makale sayılarının yarısına tekabül eder. Varın siz düşünün vehameti ve şehameti.....
Soruşturma geçirmeleri ve suçlu bulunmaları halinde, bağlı oldukları ünv. atılmalalr gerkir diye düşünüyorum..
Cem Küçük bile "Polis ve yargı değil" bu işi YÖK çözmeli demiş! Onun açısından da bir ilerleme sayılır Eklemiş: "Medeni ölüme mahkum edilmeliler" demiş.
Yanıtla (0) (0)Belki tartışmaya bir katkı sağlar
Bahadır bey kardeşimize:
Yanıtla (0) (0)Öncelikle;evet, mevcut meselenin siyasi / konjonktürel ve hukuki olmak üzere iki boyutunun olduğunu ifade ettik ama bunların birbirinden bağımsız olduğunu savunmadık. Zaten söylemediğimiz bir şeyi anlamakta zorlanmanız normal.
Hatırlatmak gerekirse; atılan yargılama adımının siyasi boyutuyla hatalı bulunup eleştirilmesinin mümkün olabileceğini ama hukuki boyutuyla tamamen haklı olduğu, çünkü yapılan eylemin fikir hürriyeti kapsamında değerlendirilemeyeceği hakkındaki görüşümüzü ifade ettik.
Tabii ki karşıtlarımızın bile zulme uğramasına karşı çıkmamız ahlaki, vicdani, ilkesel bir konudur ve hatta görevimizdir. Zaten biz de bu kişilere zulmedilsin demiyoruz. İftira atma hakkı diye bir şey olmaz diyoruz. Attıkları iftira konusunda hesap versinler diyoruz.
Ancak sizlerin yargılama konusundaki eleştirinizin gerekçesi / dayanağı konusunda bir netlik olmadığını düşünüyorum. Sürekli, aslında basın açıklamasında yer almayan yeni yeni gerekçeler ileri sürüyorsunuz.
İlkin basın açıklamasında meselenin fikir hürriyeti kapsamında olduğu iddia edildi. Aslında yine basın açıklamasında ifade edildiği gibi burada devlete iftira ederek teröre açık destek verilmesi söz konusuydu ve biz bunun fikir hürriyeti sayılamayacağını söyledik.
Bu kez yasal takibatın stratejik açıdan yanlışlığından, bildiri yayınlayanların işine geleceğinden dem vuruldu. Yukarıda da değindiğim gibi, biz meselenin bu açıdan tartışılabileceğini ama asla fikir hürriyeti sayılamayacağını yineledik.
Şimdi; milletvekillerine bir şey yapılmıyor ama akademisyenlere yapılıyor diyorsunuz. Eğer Özgür Der basın açıklamasındaki eleştiri konusu bu olsaydı ona itiraz etmez,desteklerdik. Aynı suçu işleyen milletvekillerinin de dokunulmazlıklarının kaldırılma ve yargılanma sürecinin daha hızlı işletilmesini isterdik.
Yine şimdi; Müslümanların devletçi dil kullanmalarını ve devletin kanunlarına öz-güven duymalarını eleştiriyorsunuz. Eğer Özgür Der basın açıklamasında “biz sadece bu akademisyenlerin değil, hiç kimsenin bu kanunlara göre yargılanmamalarını istiyoruz. Hatta başörtülü kızı dersten çıkaran akademisyenin geçmişte yargılanıp cezalandırılmasına da karşıyız. Herkes birbirine ve devlete istediği gibi iftira atabilmeli, hakaret edebilmeli, küfredebilmeli ama yargılanmamalıdır. Çünkü biz bu hukuk sistemine güvenmiyor ve devletçi bir dil de kullanmıyoruz” denilseydi elbette ki bu tutum da başka bir tartışma konusu olurdu.
ÖZETLE İFADE ETMEK GEREKİRSE;
Özgür Der basın açıklaması, akademisyenlerin bildirisini fikir hürriyeti kapsamında değerlendirdiği için ona itiraz ettik. Akademisyenlerin yargılanmalarının siyasi / konjonktürel açıdan isabetli olup olmadığı; aynı suçu işleyen milletvekillerinin de yargılanma ya da yargılanmamalarının gerekliliği; mevcut hukuk sisteminin güvenilir ya da güvenilmez olması gibi konular ise Özgür Der basın açıklamasında yer almamıştır ve bunlar başka başka tartışma konularıdır.
Vesselam...
Devletin hukukunun siyasi mülahazalardan yalıtılmış ve bağımsızmış gibi hareket ettiğini savunanları anlamakta zorlanıyorum. Eğer Erdoğan ve bilumum devlet ricali bu konularda konuşmasaydı gündeme geldiği tarihten bir hafta önce yayınlanmış (7 Ocak) bu “bildiri” yok hükmünde muamele görecekti.
Yanıtla (0) (0)Bu durumda tutarlı olmak açısından devletten esas suçluların, başta Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere hem dokunulmazlıklarının kaldırılması, hem de partinin kapatılması noktasında bir talep ve eylemlilik içinde olunması gerekmez mi? Hatta bu konuda hukuk fakültelerimizde ziyadesiyle bu işlerden anlayan akademisyenler de mevcut. Üstelik bu zevat direkt olarak terör örgütüyle bağlantı içindeler ve hemen her gün onların eylemliliklerini övme, şiddete teşvik suçları işlemekteler. (Hem de bizim vergilerimizle devletten maaş almaktalar. Ki bu gerçeklikler üzerinden zaten halktaki genel beklenti –PKK-HDP’ye destek verenler dışındakiler-) onların ümüğünün bir an önce sıkılması.)
Bununla da bitmemekte. Asıl muhalif MEDYA, hemen her gün bunları ya destekleyen, ya da terörle mücadeleyi zaafa uğratan kimi açık, kimi sinsi yayınlar yapmaktalar. (Erdoğan’a hakaretten açılan davalara bakıldığında sayıları oldukça fazla ama her gün işledikleri propaganda suçlarına ilişkin hukukun işletilmesi icraatları yok ortada. Kısmen varsa bile bunlar hergün yayınlarına devam ediyorlar.) Hatta öyle ki, bu ülkede gazeteci ve siyasetçi kimliğiyle açıkça Rus, İran, Esed/Suriye dış politikalarına radikal övgüler düzenler var. Açıktan radikal biçimde bu konuları savunuyorlar; kendi ülkelerinin dış politika yapıcılarına hem iftira atıyorlar, hem de ulusalcı perspektiften hain damgası vuruyorlar. Onlarca gazete köşesi ve TV kanalı bunlar tarafından işgal edilmiş durumda. (Bütün bunlar o “bildiri müsveddesi" daha vahim, her açıdan)
Şunu görelim ki burada açıkça “zayıf halka” ve “benim memurum” zihniyetinin işletildiği çok açık ki –teorik hukuki gerçekliklere vurgu yapmazdan evvel- önce bunu kabul etmek gerekir. (Nitekim teorik hukuki gerekçeler üzerinden gideceksek o halde hep birlikte Numan Kurtuluş’u bir hafta önce yaptığı açıklamadan ötürü yerden yere vurmamız gerekir. Hatta yine hukuken ve siyaseten de devletin terörle mücadele konseptini zaafa uğratmaktan hakkında fezleke bile oluşturulabilir.)
İşin bir diğer yönü ise özellikle İslami kesimlerin hadiseleri değerlendirirken “devletçi” bir dili (adalet ve hak mefhumlarının kaynağını tahfif edercesine) rahatlıkla kullanmaları. Bir konuda güçlü olan da, muktedir olan da elbette haklı olabilir. Ama sırf güçlü olduğu için (ve benim dünya görüşüme herkesten yakın durduğu için) zaten haklı görülmesi gerektiğine, hatta ve hatta ileride “ebed müddet devlet”e uzanabilecek bir tehlikenin de içten içe geliştiğini görmezden gelebilir miyiz? Ve bu bizi endişelendirmeli değil mi? Onca çağrının ardından kötü bir karşı bildiri yayınlayanların, gazete köşelerinde “vurun söyletmen” çağrıları yapanların ahvaline söyleyecek sözlerimiz olmalı değil mi? Unutmamak gerekir ki bu itikadi-psikoloji olur olmadık konularda da gayrı adil çıkışlar yapmaya çok müsaittir.
Bir de tabii, devletin (301 vb;…) kanunlarına olan bu “öz/güven” ne ara içimize zerkedildi, o da ayrı bir tartışma konusu.
Bu ahlaksız, vicdansız, müfteri, kifayetsiz akademisyenlerin yedikleri herzeye rağmen, "darbeyi övmek suç değildir" mottosunun hala geçerli olduğu bu ülkede (bi ton köşe yazısının konusu) asıl biz müslümanlar tarafından savunulması gereken hakları olduğu konusu da ayrı bir ahlaki-vicdani-ilkesel konu!
Görünen o ki meselenin bir hukuki bir de konjonktürel yanı var.
Yanıtla (0) (0)Sanırım burada "zor günlerden geçtiğimiz için bu hainlere karşı gerekli kanuni takibatlar yapmalı" diyen bir kimse yok. "Aslında burada hukuki bir problem yok ama yine de konjonktür gereği takibat yapılması gerekiyor" diyen bir kimsenin varlığından da bahsedilemez. Zor günlerden geçtiğimiz sırada böyle bir ihanetle karşılaştığımızı vurgulamışsak bu, işlenen suçun ve ihanetin büyüklüğüne / tehlikesine dikkat çekmek içindir. Biz, konjonktür değerlendirmesi yapmıyor, ortada hesap sorulması gereken açık bir suç olduğuna işaret ediyoruz.
Buna karşılık, takibat yapılmaması gerektiğini savunanların iki farklı savdan hareket ettikleri görülüyor. Bunlardan birincisi konjonktürel, ikincisi hukuki gerekçelere dayanıyor.
Birinci gerekçeye göre; bu akademisyenlere yasal takibat yapılması onların işine gelir. Mazlum ve mağdur rolüne bürünürler. Haksızken haklı konumuna geçerler vb.
İşin bu tarafı tartışılabilir. Yani aslında cezayı hak eden bu kişilere hak ettikleri ceza verilirse bundan onlar karlı, devlet ve hükümet zararlı mı çıkar? Ya da tam aksine onlara hak ettikleri ceza verilmezse bu durum iktidarın ve hukukun iyice zaafa düşmesine mi yol açar?
İşte bu konuda yürütülecek bir tartışmada karşılıklı makul gerekçeler ileri sürülebilir.
Meselenin ikinci boyutu olan hukuki boyutuna gelince: Söz konusu bildirinin suç teşkil etmediği, fikir hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği iddialarının hiç bir tutar tarafı yoktur.
Bir beyanın hakaret, iftira, suça / teröre teşvik ve destek içermesi fikir hürriyeti kapsamında değerlendirilemez. Din, akıl, ahlak, insaf ölçüleri bunu gerektirir.
Bugün ben çıksam ve "filan şahıs katildir, çocukları öldürüyor" desem o şahıs beni mahkemeye verebilir ve mahkemede benden bu iddialarımı ispat etmem istenir. Eğer ispat edemezsem iftiramın cezası ne ise ona mahkum edilirim.
Pekiyi "bir şahsa iftira atmak, onu zan altında bırakmak suçtur ama bunu devlete karşı yapmak fikir hürriyetidir" denilebilir mi? Bu adamlar kalkıp devletin halka ağır silahlarla saldırdığını, çoluk çocuk katlettiğini, uluslararası anlaşmaları ihlal ettiğini, savaş suçu işlediğini iddia ediyorlarsa bu iddialarının hesabı yargı önünde sorulur. Eğer iddialarını ispat ederlerse zaten ceza almazlar. Aksi takdirde devlete haksız suçlama ve iftiralarla saldırarak teröre, uluslararası komplolara destek vermelerinin cezasını çekerler. Bu durum son derece adil olur ve bunun istiklal mahkemeleri ya da 28 Şubat zulümleriyle uzaktan yakından alakası kurulamaz. İstiklal mahkemelerinde insanlar sadece dinlerini yaşamak istedikleri için idam edildiler. 28 Şubatta biz, devlet de dahil hiç kimseye iftira atmadık. Kimseyi yapmadığı birşeyle suçlamadık. Sadece en temel haklarımızın kısıtlanmasına karşı çıktık.
İstiklal mahkemelerinde ve 28 Şubatta bazı insanlar haksız yere yargılanmışlarsa bu dünyada haklı olarak yargılanacak bir suç ve suçlu yok mudur? Bu nasıl bir düz mantıktır?
Biz, bu akademisyenler adil olmayan biçimde yargılansınlar demiyoruz. Yargısız infazla cezalandırılsınlar demiyoruz. Devlet nerede sivil halka ağır silahlarla saldırmış? Hangi tank hangi çocuğu öldürmüş? Onlara bu sorulsun ve onlar da yapabiliyorlarsa iddialarını ispatlasınlar. Aksi takdirde haksız itham ve iftiralarla kaos çıkarıp teröre destek vermelerinin ve Türkiye'yi dış müdahalelere açmaya çalışmalarının cezası neyse onu çeksinler. Ortada bir suç yoksa zaten problem yok ama bir suç varsa cezası da olmalı. Bunlar fikir hürriyeti kapsamında değerlendirilip gözardı edilecek ithamlar değil. Bunu söylüyoruz.
"Zor günlerden geçiyoruz, bu hainlere karşı gerekli kanuni takibatlar yapmalı" diyenlere:
Yanıtla (0) (0)O halde takrir-i sükun kanunu da çıkarılsın tüm muhalif basın susturulsun. İstiklal mahkemeleri de yeniden ihdas edilsin. Çünkü çıbanın başı zaten medya. Ve medyada hergün hükümet ve terörle mücadele hakkında İsmet İnönü'nün tabiriyle "vaveylalar" kopmakta.
Meclis'in muhalif müslüman milletvekilleri (başta fikir özgürlüğünün herşeyin temeli olduğunu savunan Ali Şükrü bey) Kemalistlere demişlerdi ki "bu sizin yaptığınız İstiklal savaşı döneminde bile yapılmadı." İlkesel olarak kendi ayağımıza sıkmamalıyız. Adalet ilkesi böyle zamanlarda lazım. Bir topluluğa olan kinimiz bizi adaletsizliğe sevketmemeli.
Üstelik esas bu tür yanlış siyasi kararlar köşeye sıkışmış olanları yeniden birlik olmaya itiyor. Bugünün malum güruhlarının gazetelerine bir bakın. PKK nın ekmeğine de nasıl yağ sürüldüğü görülür. Çınar'ın üstü adeta örtüldü. Birlik naraları atıyorlar. Bu da işin siyasi basiret yönü. Sivil toplumsal basiretsizliklerimizin ve fikrin davanın savunulması yönündeki beceriksizliklerimizin üZerinin kanunlarla tahkim edilmesini istemek zayıflıktır. Görevlerimizi sorumluluklarımızı layığınca yerine getirmeyişimiz yüzünden devletin bu boşluğu her ne pahasına olursa olsun doldurmasını bekliyoruz. Yazık bize. TKP kadar, kolektifler kadar etkili olmayı beceremeyen "milli-yerli" diye anılan onbinlerce akademisyen dut yemiş bülbül olmanın ötesinde Erdoğan'ın ağzının içine bakıyor. İnsiyatif alamıyor. Sorun bizlerde diye biz beceremiyoruz diye fikren ilmen ve pratik üretimler noktasında yerlerde sürünüyoruz diye boşluğu hakimlerin savcıların YÖK'ün doldurmasını bekliyoruz bu adil mi insani mi bizi haklılaştırır mı? Nefret ettiklerimizin bile hakkını savunacağız ki İslamın farkı ortaya çıksın. Zalimlerimiz bizim öğretmenlerimiz değil ki onlar gibi davranalım. "Ya devlet başa ya kuzgun leşe" son tahlil ise ittihatçı ulusalcılardan farkımız kalır mı? Alçak da olsalar, hukuksuzluğa maruz kalmalarına izin vermemeliyiz insanların. Bu örgütlü kepazeliğe nitelikli karşı koyuşlarla mukabele etmeliyiz ve maalesef bundan çok uzak olduğumuz ortada.
Öte yandan bizler 28 Şubat sürecinde sisteme karşı bundan çok daha radikal bildiriler kaleme aldık. "şiddet övgüsü" demoklesin kılıcı gibi başımızda sallandı. Üzerimize geldiklerinde "kendi hukukumuzu" savunduk; yeri geldi cari hukuka atıf yaptık. Kendimizce haklıydık. "Biz haklıydık, o devlet başka devletti" gibi bir anlayışla bugünkü durumu savunmak mümkün mü? "devlet mutlaka harekete geçmeli çünkü hakettiler" anlayışı indi ve yoruma mebni olduğu kadar, insanların (haksız da olsalar) haklarının varolduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz!
Üstelik içimizden olanlar, "devletten maaş alan nankörler" muamelesi yapmakta bu insanlara. Ne yani bizler de akademisyen olduğumuzda "güçlünün borusunu öttürmenin" taahhütünde mi bulunacağız şimdiden?
"KÖklerinin kazınması" duası gırla gidiyor bugünlerde. Oysa zaten marjinaller, ama bizim "kifayetsiz onbinlerimiz" suskun ve marjinallerin bile köklerinin kazınmasını istiyoruz (adeta Kemalizmi tersinden muhafazakar tarzda yeniden üretmek istercesine). Ağızlar açıldığında (o da Erdoğan konuştuktan sonra) sloganik "bin yıllık tarih" kurgusundan başka söz çıkmıyor maalesef bu mahfilleri eleştirebilmek, hatta yargılatmak için.
Bir sorun da 7 ocakta yayınlanan bildirinin YÖK ve savcılar tarafından maalesef devlet ricalinin çağrılarının ardından farkedilerek muameleye tabi tutulması. Eğer bu atmosfer oluşmasaydı, bunca yaygara kopacak mıydı? Sultanahmeti unutturayım derken, aslında Çınar sümen altına gitti ve bugünkü Özgür Gündem ve bilumum gazete Akademi, barış, birlik...sloganlarıyla çıktı...yazık ki gündem ele yüze bulaştı. Ne yapsak da bu sıkışmışlığı aşsak diyenler şimdilik bir parça başarmış görünüyor
Devletin yaptığı gereksiz sahte kahramanlar üretmekten başka ise yaramaz..
Yanıtla (0) (0)Bu sahtekarlara cevabı kendi statüsünde olan akademisyenler vermeli ve gündem olmamalı bu sarlatanlar.
pkk örgütü tarihi boyunca ilk defa bu kadar ''kürt halkı tarafından'' sorgulanır ve yadırganırken, kendilerine yeni mağduriyetler üzerinden imaj tazeleme fırsatı verilmemelidir. emin olun ki pkk ve yardakçıları eski katliamcı devleti mumla aramaktayken bu tür görüntüler vermek yanlıştır
Yanıtla (0) (0)Özgür Der’in çalışmalarını şahsen takip ediyor ve takdirle karşılıyorum. Allah yardımcıları olsun ve hem onları hem de bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın.
Yanıtla (0) (0)Bununla birlikte söz konusu basın açıklamasına katılmıyor ve son derece yanlış buluyorum:
1- Öncelikle; bir grup akademisyenin bildirisine karşı “yargı mekanizmalarının devreye sokulmasının tutarsızlık olduğu” iddia edilmiş. Burada bir tutarsızlık iddiasında bulunulabilmesi için yargı mekanizmalarını devreye sokanların (her kimseler) daha önce bu yaptıklarının aksi bir beyan ve icraatlarının gösterilmesi gerekirdi. Halbuki; kendi halkına karşı ağır silahlarla katliam yapma, halkı aç bırakma, çocukları öldürme gibi iftiralarla devlete saldırmanın suç olmadığını ve ceza gerektirmediğini açıklayan bir hükümet yetkilisi ya da yargı mensubu hatırlamıyoruz.
2- Buna karşılık eğer bir tutarsızlıktan bahsedilecekse, bunun Özgür Der basın açıklaması için söz konusu olabileceğini belirtmek gerekiyor. Özgür Der’in basın açıklaması;
hem bildiriyi imzalayan akademisyenleri; “devrimci halk savaşı” hülyalarıyla bölgeyi bir ateş topuna çeviren PKK’yı arkalamakla, Kürt milliyetçiliğinin ve onun temsilciliğini üstlenmiş örgütün şiddet tapıcılığının tezkiye etmekle suçluyor,
hem de bildirinin şiddet çağrısı ve şiddet savunuculuğu olmadığını iddia ediyor. Terör örgütünü arkalayan, terör örgütünün şiddet tapıcılığını tezkiye eden bir metin nasıl şiddet savunuculuğu olmuyor ve acaba bir metnin şiddet savunuculuğu olması için daha ne tür ifadeler içermesi gerekir?
3- Bilindiği gibi küresel batıl güçler bir ülkeye ya teröre destek vermesi ya da kendi halkını katletmesi bahaneleriyle yaptırım uygulamakta ve ileri aşamada fiili müdahalede bulunmaktadırlar. ABD’deki Yahudi lobisinin, onlara göbekten bağlı FETÖ’nün, Rusya’nın, İran’ın ve diğer şer odaklarının hep birlikte Türkiye’ye “teröre destek veren ülke, kendi halkını öldüren ülke” damgalarını vurmaya çalıştıkları malumdur. (Ali Bulaç’ın ileride NATO tarafından Türkiye’ye kendi halkını katlettiği bahanesiyle müdahale edilebileceğini anlatan yazısı unutulmamalıdır). Bu ülkenin, bu milletin ekmeğini yiyen ve akademisyen sıfatı taşıyan bu güruh da yayınladıkları bildiriyle açıkça Türkiye’ye karşı böyle bir uluslararası baskı ve müdahale amacına hizmet etmektedir.
Eğer böyle bir ihanet hakkında soruşturma açılmayacak ve ihanetin sahiplerinden savunma istenmeyecek, hesap sorulmayacaksa bu ülkede yargıya intikali sizce makul karşılanacak bir suç var mıdır?
Bildiri önemli değil, daha fazlasını söylesinler, isterlerse. Ama, böyle gafil, hain ve kompleksli zıpırların 'akademisyen' kimliğine sahip olmaları bu memleketin akademyası adına utanç verici. Devlet üniversitelerindeki bu izansızların ise, hak ettiklerini bulmaları gerekir. Adalet mülkün temelidir. Mikrop herifler!...
Yanıtla (0) (0)İsabetli bir açıklama olmuş bu tür konuşulması zor duygusal davranan kitlenin ilkesel davranışı anlamadığı durumlarda söz söylemek çok zor bir hal alıyor. İdeolojik olarak karşı tarafta olmamız ve muhaliflerin tutarsızlıkları bizim için tek ölçü olmamalı,doğruları gücümüz nisbetinde savunmalıyız...
Yanıtla (0) (0)Bunlar mazlum 'dan yanindamiydiki
Yanıtla (0) (0)Bunlar mazlum ekmeğini midesinden almaya çalışan
Bunlar islama,hükümete vede devletine düşman
Bunların neresi mazlum.
Değerli Rıdvan abinin konuyu adil bir şekilde ele aldığı bu açıklama isabet olmuş.Elinize sağlık.Mağduriyete mağduriyet demek,bizler için zor olmamalı.İnsanlara açıktan ve fiili şiddet ile dokunmadıktan sonra fikir hürriyeti kapsamında değerlendirilebilecek böyle bir açıklamaya Cumhurbaşkanı, Başbakan veya başkalarının yine fikir hürriyeti kapsamında eleştiri getirmesi olağan karşılanacak bir durum iken, olayı devlet refleksiyle farklı bir mecraya sürüklemek kabul edilemez.Evet, bu akademisyenler yaptıkları açıklamada da görüldüğü üzere hiç de adil değiller ama bu bizlerin de onlara karşı adil olmamamızı gerektirmez.
Yanıtla (0) (0)Rıdvan abinin görüşlerine katılıyorum ve nacizane özgür-der'in kimliksel bağımsızlığını, siyasi alanda daha fazla görünür kılması gerektiğini düşünüyorum. Biz bu camiayı Allah rızası için seviyoruz ve bu camianın adil şahitliğine her alanda ihtiyacımız var.
Yanıtla (0) (0)Adaletten sapmama yonunde ridvan kardesin hukumeti uyarmasi dogru oldugundan suphe yoktur. dogru hangi cennahtan gelirse desteklemek, ayni zamanda yalnisla rda hangi cennahtan gelirse karsi cikip uyarmak gerekir. akademisyenlere yonelik olumsuzluklar konusundan da guzel tesbitler yapmis, takdire sayandir. muslumanlarin adil sifatini yitirmemeleri gerekir.
Yanıtla (0) (0)Hdp hep mahsum siyaseti uyguladığını gören iktidar hala da onların oyununa yağ sürmesi hayret verici ... bunlar hepsi oyun olduğunu hala görmeyen iktidar/erdoğan yanındaki danışmanlarının milliyetçi duygularla hareket ettiği için daha çok hata yaparlar...
Yanıtla (0) (0)Özgürder'in bu açıklamasından dolayı tebrik ediyoruz...
pkk ve çevresi islam düşmanıdır
Yanıtla (0) (0)