Özgür basın nasıl susturuldu?
4 Mart 2009 günü, Astsubaylar Ali Balta, Orhan Güleç ve İsmail Dağ, Askeri Bilişim Sistemlerine üretilmiş Word belgeleri yükledikleri iddiasıyla Kayseri’de gözaltına alınıyorlar. Önce suçlamaları reddediyorlar. Gözaltının üçüncü günü ise suçüstü yakalandıklarından olsa gerek, Tümgeneral Rıdvan Ulugüler’in, 31 Aralık 2008 tarihinde yayımladığı kişiye özel belgede açıkça tahrifat yaptıklarını kabul ediyorlar. (Hatırlatalım, Rıdvan Güler’in ismi sonradan Balyoz davasına ekleniyor. Güler, Balyoz’dan yargılandığı için tasfiye edilmemiş olsaydı, Hava Kuvvetleri Komutanı olması beklenen isimlerden biriydi.)
Suçlamayı kabul eden astsubay Ali Balta, ‘tedbir’i elden bırakarak, Denizli’de kaldığı “ışık evi”ndeki ‘ağbi’sinin kendisiyle Kayseri’ye geçtiğinde temas kurulacağını belirttiğini, Tarık isimli kişinin bu teması kurduğunu ve kendisine Orhan Güleç ve İsmail Dağ ile aynı evde oturmalarını telkin edip evin “ağbisi” olduğunu, ev ağbisi Tarık’ın onları kendisinden daha yüksek bir konumda bulunan Yusuf isimli kişiyle tanıştırdığını ayrıntısıyla anlatıyor. Bu Yusuf isimli ‘ağbi’, 28 Şubat 2009’da eve geliyor ve Ali Balta’ya bir flash bellek veriyor. Kendisinden bu bellek içindeki word dosyasıyla Doküman Yönetim Sistemi’ne girerek ara numarası almasını ve belgeyi sistemden herhangi bir adrese göndermesini istiyor. Ali Balta, Yusuf ‘ağbi’nin, askerî belgelerde iftira amacıyla tahrifat yapılmasını “kötülerin başına taş atılacak, orduda temizlik yapılacak” şeklinde tanımladığını da ekliyor. Hülasa, Ali Balta, suçun nasıl işlendiğini ve tahrifatın hangi amaçla kimler tarafından yaptırıldığını tüm açıklığıyla anlatıyor. Sonra ne mi oluyor? Suçu işleyenler değil, onların ifadesini alıp mahkemeyi açanlar hapse atılıyor!
Askerî belgede tahrifat yapmakla suçlanan ve Gülenci olduğu düşünülen bu üç astsubayla ilgili soruşturmayı yürüten dönemin Hava Kuvvetleri Askeri Savcısı Zeki Üçok ve astsubayların ifadesini alan Yarbay Gürol Doğan, mezkûr ifadeyi ‘hipnoz yoluyla işkence altında’ aldırmakla suçlanıyorlar. Doğru duydunuz. Suçu kabul eden astsubay dahil bu üç kişinin üzerinde herhangi bir fizikî işkence izi olmadığı için, ifadeyi açığa düşürmek amacıyla, hipnoz yoluyla etki altına alındıkları ve zihnî işkence yaptıkları suçlamasıyla tutuklanıyorlar. İşe bakın ki Adlî Tıp raporu da bu subaylara hipnoz yapıldığını ve bunun izlerinin hâlen görünür (?) olduğunu belirten bir raporu mahkemeye gönderiyor. Halk Ekmek’in tam buğdaylı-büyülü ekmekler üretmesi veya köpük partilerine götüren cinler kadar absürt olan bu dava, aynı absürtlükle sonuçlanıyor. Askerî belgede tahrifat yaparken yakalandığı söylenenler serbest kalırken, onları sorgulayıp soruşturanlar 7 ile 9 yıl arası hapse mahkum ediliyor.
Bunun basın özgürlüğüyle alakası ise şöyle: Habertürk Gazetesi, 20 Mart 2009 tarihinde, Sibel Hürkuş imzalı, “F Tipi’ astsubayın fişleme itirafları” haberini manşete çekiyor. Haberin alt başlığı da şöyle: “Işık Evi operasyonunda gözaltına alınan Ali Balta: Askerler fişlendi. Tümgeneralin adına sahte emirler yazıldı.” Yani haberde, Astsubay Ali Balta’nın Gülenci olduğunu ve tahrifatı da Gülenci bir ağbisinin yaptırdığını itiraf ettiği ifadesine yer veriliyor.
Manşetin çıktığı sabah, Zaman Gazetesi’nin internet sitesinde, Habertürk’ün haberine yönelik ‘evlere ateşler salan’ bir metin yayınlanıyor. Metnin başlığı, ‘F tipi’ astsubayların mağduriyetinden emin, Habertürk’ü suçluyor: “Habertürk’te operasyonel haberler başladı: İşkence altında alınan ifadeleri yayınladı”. (http://www.zaman.com.tr/gundem_haberturkte-operasyonel-haberler-basladi-iskence-altinda-alinan-ifadeleri-yayinladi_827828.html)
İfadenin hipnoz değil, ilaç değil, işkence (!) altında alındığı hükmünü başlıktan veren metnin son cümlesine dikkat: “Medyaya yeni adım atan Habertürk gazetesinin daha şimdiden bu tür operasyonal girişimlere çanak tutması (Mustafa) Balbay günlüklerinde yer alan darbeci paşaların “Paşam Ciner bizden yana. Biz kuşatmayı yardık” iddialarını akla getiriyor.” Yani, Habertürk’ün sahibi Turgay Ciner’e aba altından Ergenekon sopası gösteriliyor.
Peki “Gücü özgürlüğünde” olan Habertürk ne yapıyor? Anında, manşeti internet sitelerinden kaldırıp, yerine “Medyada editoryal hastalıklar” başlığıyla imzasız bir metin koyup manşetleri hakkında özür dileyip nedamet getiriyor. (http://www.haberturk.com/medya/haber/135612-medyada-editoryal-hastaliklar)
‘Alo Fatih’lerle KJ bile değiştirtemeyen Erdoğan’ın ‘diktatörleşmesinden’ tam 6 yıl önce, ‘Alo Turgay’ demelerine gerek bile kalmadan birkaç saat içerisinde Habertürk’e kendi manşetlerini yalatıp yutturuyorlar, üzerine de özür diletiyorlar. Habertürk’ün, “Hocaefendi aleyhinde söz söylenemeyen” bir ‘hizmet müessesesi’ olma yolundaki tuğlaları işte böyle döşeniyor.
İlginçtir, bu önemli habere imza atan Sibel Hürtaş, yine sonradan üretildiği kanıtlanan Kafes Eylem Planı çerçevesinde, Türkiye’de işlenen gayrimüslim cinayetlerini anlatan “Kafesteki Türkiye” adlı bir kitap yazıyor. Muhtemelen o dönem Zirve Yayınevi Cinayeti davası sırasında tanıştığı avukat-yazar Orhan Kemâl Cengiz’le de evleniyor. Kendisine, ‘F Tipi’ Bugün Gazetesi’nde ‘basın özgürlüğü’ hakkında yazan eşinin de yazılarını paylaştığı twitter sayfasından ulaştım. Görüşmek istediğimi bildirdim. Telefon numarasını verdiği ve ‘görüşmek üzere’ diye bitirdiği bir mesaj aldım. Bütün gün kapalı anonsu veren telefondan nihayet dün gece dönüş aldım. Haberin iptal ediliş sürecine ilişkin hiçbir bilgisi olmadığını söyleyen Sibel Hanım, manşetteki ‘F Tipi’ ifadesinden rahatsız olduğunu eklemeyi de ihmal etmedi. Bu ayrıntıyı da dikkatinize sunuyorum.
* Zaman’ın Habertürk’ü köşeye sıkıştırış hikâyesini ilk fark edip haberleştiren Kenan Kıran’ı bu vesileyle tebrik ederim.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT