“Övünmek ve Övülmek”
Övünmek ve övülmenin zaaflı bir tutum olduğunu siyerden örnekle ortaya koyan Abdurrahman Dilipak, Müslüman'ın eleştiriye açık ve eleştirel bakabilen bir kişilikte olmanın önemini vurguluyor.
Yeni Akit / Abdurrahman Dilipak
Eleştirel bakış
Ekmel-i mahlukat, Eşref-i mahlukat olma kapasitesine sahip bir “hayevan-ı natıka / düşünme ve konuşma kabiliyetine sahip canlı” olarak yaratılan insan, yine nefsi olarak kan dökücü, muhteris, cimri, cahil, cimri bir mahluk olarak “belhum adal / hayvandan daha tehlikeli ve daha aşağı-aşağılık bir mahluk”a da dönüşebilir. İşte tam da bu dibe vurduğunda İlahlık ve Rablik taslamaya başlar. Alçaldıkça yükseldiğini zanneder. Bu beladan kişi ancak okuyarak, düşünerek, nefs muhabesi, nefs terbiyesi ve nasihatla kurtulabilir. Mü’minler akıllarını kiraya vermeyecekler ve birilerini İlah ve Rab edinmeyecek, birbirlerini görüp gözeterek, birbirlerinin velisi olarak, öğüt vererek ve öğüt alarak bu beladan kurtulabilirler.
Kişi hem kendi kendine nefs terbiyesi yapacak, hem öğüt verip öğüt alacak, hem de iki günü birbirine eş olmayacak. Yani dünde kalan şeylerle övünmeyecek. Dün dünde kalmıştır. O bizim için bir ibret dersi ve tecrübeler birikimi olarak kalacaktır.
Kişi doğduğu anne-babanın olduğu kadar toplumun, toprağın ve zamanın çocuğudur. Genetik risk ve avantajları vardır. Varlığını sadece Allah’a borçludur. Sebebler de Allah’ın takdiridir. Bu anlamda nefsini bilip, kendini yaratan Rabbinin iradesi içinde rızasını arayacaktır. Yaşadığı zamana ve mekana şahidlik edecektir. İmtihan dediğimiz de zaten budur: Şahidlik etmek ve sorumluluk üstlenmek.
Başarı her şey demek değil. Bu iş zaman içinde dünya mal ve makamına tamah edenler için “gayeye giden her yol meşrudur” anlayışına götürüyor insanı. Bu Şeytanın bir yalanından başka bir şey değildir. Zaman içinde bu anlayış, “Tanrıyı kıyamete zorlamak” isteyenlerin mantığını tersten kopyalamaya dönüşerek “Tanrıyı iktidara, güce, servete zorlama”ya dönüşebilir. Yeni nesiller hemen hemen tamamen başarıya şartlandırılmış durumda. Aman dikkat edelim, dünya ile ilgili olarak ihtirasla istediğiniz her ne ise, o sizin imtihanınız olur.
İstişare ve şûra ile emrolunduk. Bu da hepimizin nakıs olduğunu gösterir. Bir insan her şeyi bilemez. Aklın, bilginin ve tecrübenin kibri tehlikelidir. Kitap, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” der. Bir o bilgi hangi bilgi, iki: Ebu Cehil denen kişi zamanının en tanınmış, en bilgili kişilerinden biri idi. “Belam” denen de rivayet edilir ki, Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra Tevrat’ı en iyi bilen kişi idi. Bu anlamda din ve dünya hakkında birçok şeyi bilseniz bile ne yazar, eğer onu yaşamıyorsanız.
Madem “iki günü birbirine eş olan aldanmıştır”. Bir: geçmişle övünemezsiniz, iki mevcutla yetinemezsiniz. Bunun anlamı şu övünmekle vakit kaybedemezsiniz.
Sakın “Şöyle olmasaydı böyle olmazdı” ya da “şöyle olduğu için böyle olmadı” demeyin. Batılıların “Determinizm” dediği sebeb - sonuç ilişkisi” bizim Kelami düşüncemizde mutlak bir değer değildir.. Allah bir şey murat ettiği zaman “ol” der ve o şey olur. Allah bir şeyi murat ettiğinde esbabını da birlikte halk eder. İnsan aklı o şeyin esbabını oluştan sonra idrak eder ve o şekilde açıklar.
“Övünmek ve övülmek” bizim geleneğimizde hoş karşılanmaz. Övülmek ancak Allah’a hastır. Biz o kadar çok övünüyor ve bizden olanları o kadar çok övüyoruz ki! Övülen kişi bizim geleneğimizde “Estağfurullah” der. Peygamberimizin yanında bir kişiyi övmüşler, o da “o kişi benim işte” der gibi başını yukarıya kaldırınca Peygamberimiz önünden aldığı bir avuç toprağı onun önüne atarak, “unutma ki, topraktan geldin ve toprağa döndürüleceksin” diye buyurmuştur. Peki o meddahlar ne yapıyorlar. Ve onların övgüleri karşısında nasıl davranıyoruz.
Sahi kitabın o “Mütrefin” ve “Müstekbir” dedikleri kimlerdi. Dün soyu-sopu ile övünenler, gün gelip mezardaki ölüleri de saymaya başlamışlardı. Geçmişten gelen soylulukla gelecek için hak iddia ediyorlardı. Aidiyetleri üzerinden hak sahibi oluyorlardı. Bu aidiyet, din, mezhep, ırk, soy, sop, hemşehrilik de olabilir. Bunlar hak ve imtiyaz sebebi olamaz. Üstünlük; soy, sop, güç, çoğunluk ve servette değil Hak’tadır.
Ne kadar kibirliyiz. Sanki küçük dağları biz yarattık. Biz olmasaydık, ya da birileri olmasaydı bazı şeyler olmazdı mı!? Allah’ın gücü yetmezdi değil mi!? Bizim aklımız kuyudaki Yusuf’un Mısır’a sultan olmasını anlayamaz. Ya Davud’un sapan taşı ile Calud’u nasıl yendiğini de anlayamaz.. Başarının şartları bellidir. Deniz yarılmaz. Kuşlar fil ordularını yenemez.
Eğer başkaları üzerine keyfi olarak, onların kimlik ve kişiliklerini, inanç ve fikirlerini hiçe sayarak hüküm koyuyorsanız ve onları kendi çıkar ve planlarınıza göre terbiye ediyorsanız, bu başkaları üzerinde İlahlık ve Rablik taslamak demektir.
Bakın haksız kazanılan servet, makam ve itibar insanlara iki cihanda da saadet sağlamaz. Bunlar insanın sırtında manevi bir yüktür. Eğer bu yükün artık farkında değilseniz ve ondan kurtulmak da istemiyorsanız işiniz zor. Kalbiniz mühürlenmişse eğer artık gözleriniz görmez, kulaklarınız duymaz ve kalpleriniz hissetmez, laf dinlemez ve eleştirilere tahammül edemez, bulunduğunuz yerden geri dönemezsiniz. Vay o zaman size.. Selâm ve dua ile.
HABERE YORUM KAT