1. YAZARLAR

  2. Ayşe Hür

  3. Othello’nun güzel ülkesi Kıbrıs
Ayşe Hür

Ayşe Hür

Yazarın Tüm Yazıları >

Othello’nun güzel ülkesi Kıbrıs

28 Temmuz 2008 Pazartesi 16:29A+A-

KIBRIS’IN FETHİ • 16/17. yüzyıl yazarı Shakespeare’in Othello adlı tiyatro eseri Kıbrıs’ta geçer. Bu güzel ada bir zamanlar Mısırlıların ülkesiydi. Sonra Fenikeliler, Asurlular, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Templar Şövalyeleri, İngilizler, Cenevizliler ve Memlukluların hâkimiyetine girdi. 1489’da başlayan Venedik dönemine, 1571’de Lala Mustafa Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu son verdi. II. Selim, Venedikliler tarafından zorla Katolikliğe geçirilen Rumların Ortodoksluğa dönmesine izin verdikten sonra, adada bıraktığı 20 bin askerin yanına10 bin kadar Türkmen göndererek nüfus yapısını dönüştürmeye başladı. İzleyen yüzyıllarda, Anadolu’da huzursuzluk çıkaran Türkmen aşiretlerinin ve diğer kişilerin Kıbrıs’a sürülmesine devam edildi.

KIBRIS’IN TERKİ • Ancak 1754’te ‘millet’ olarak kabul edilen Rumların modern anlamda ‘milliyetçi’ uyanışı 1821 Mora ayaklanması ile eşzamanlı oldu. Kilisenin önderliğindeki kalkışma Vali Küçük Mehmet Paşa tarafından bastırıldı. Kıbrıslı Rumların gelecek tahayyüllerini oluşturan meşhur Enosis (Yunanistan’la birleşme) fikri ilk kez 1828’de dile getirildi. Kıbrıs, Süveyş Kanalı’na yakın konumuyla İngilizlerin her zaman ilgisini çekmişti. İngilizlerin beklediği fırsat 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile çıktı. Savaştan Rumeli’yi kaybederek ve büyük tazminatlar ödeyerek çıkan II. Abdülhamit, Kars, Ardahan ve Batum’a giren Rus ordularının geri çekilmesi karşılığında, Kıbrıs’ı İngiltere’ye kiraladı. İngiltere adaya bir ‘yüksek komiser’ atadı, böylece Kıbrıs hukuken Osmanlı Devleti’nin, fiilen İngiltere’nin oldu.

ENOSİS VE TAKSİM • Bu tarihte nüfus 186 bin civarındaydı ve bunun 46 bini Müslüman’dı. Bu oran ileriki yıllarda da aşağı yukarı aynı kaldı ve iki toplum arasında dengeli bir ilişki kurulmasını engelledi. 20. yüzyılın ilk yarısı İngilizlerin tavrı sayesinde nispeten yumuşak geçti ama, 1955’te Rumlar İngiliz sömürgecilerini adadan kovarken, Türkler Enosis korkusu ile İngilizleri destekleyince iki toplumun arası açıldı. Ardından işe uluslararası aktörler ve anavatanlar karıştı. Rumlar Enosis, Türkler ‘Taksim’ dediler. Rumlar ‘Akritas Planı’, Türkler ‘Geçici Merhale Planı’ dediler ve 1960’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğü altında kurulan, iki toplumun eşit haklara sahip olduğu bağımsız Kıbrıs Devleti’ni yıkmayı 1974’te başardılar. Aynı çevreler iki toplumu birleştirmemek için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Bu hafta, Kıbrıs’ın modern tarihine bir göz atacağız.

MODERN MİLLİYETÇİLİKLER • Kıbrıs’ta Türk milliyetçiliğinin doğuşu, Jön Türkler’in Mekteb-i Tıbbiye’de ilk örgütlenmesiyle eş zamanlı oldu. 1891’de Lefkoşa’da Kıraathane-i Osmanî adlı örgüt kuruldu, Feryat adlı bir de gazete çıkarıldı. Ama padişah ve İngiltere yanlısı hareketler de güçlüydü. 1907’de Britanya’nın genç Sömürgeler Bakanı Winston Churchill, Kıbrıs’a geldiğinde tren istasyonu boydan boya Yunan bayrakları ve Enosis talebini dile getiren pankartlarla donatılmıştı. Kıbrıslı Türkler bu manzara karşısında Churchill’i karşılamaya gitmemişler, özürlerini ve şikâyetlerini daha sonra arz etmişlerdi. Durumun hassasiyetini fark eden Churchill, Helenlerin ulusal bilincine ve özgürlük tutkusuna hayran olduğunu ifade ettikten sonra, Müslümanların rencide edilmemesi için uyarıda bulunmuştu. Rum toplumunun liderinin buna cevabı “Bu küçük azınlığın uygarlık ve ekonomik gelişme bakımından herhangi bir önem taşıdığı iddia edilemez” olmuştu. Bu sözler, Rumların bundan böyle, 300 yıllık Osmanlı hâkimiyetine duydukları nefreti onların bakiyesi olan Türklere yönelteceğini gösteriyordu. Türkler ise 300 yıllık hâkim pozisyonu kaybetmeyi hiçbir zaman hazmedemeyeceklerdi.

YA YUNANİSTAN EVET DESEYDİ? • Balkan Savaşı bittiğinde, Türk toplumu, İngiliz yönetimine başvurarak Kıbrıs’ın İngiltere veya Mısır’a bağlanmasını isteyecek kadar çaresizdi. Rumlar ise buna dünden razıydı. Bu arzular, Osmanlı Devleti Almanya’nın yanında savaşa girince gerçekleşti. İngiltere, Ada halkının isteğini ileri sürerek, 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı ilhak etti. Osmanlı Devletibu yasadışı ilhakı protesto etmekle yetindi. Ekim 1915’te, İngiltere bir hafta içinde İttifak Devletleri’ne savaş açması ve Bulgaristan’a karşı sefer düzenlemesi karşılığında Kıbrıs’ı Yunanistan’a vermeyi teklif ettiğinde az daha Enosis gerçekleşiyordu ama neyse ki Zaimis başkanlığındaki Yunan hükümeti bu öneriyi reddetti. 26 Haziran 1917’de başkanlık koltuğuna üçüncü kez oturan Venizelos da, Ortadoğu haritasının yeniden çizildiği Paris Konferansı’nda kendisine önerilen Kıbrıs’ı değil, Batı Anadolu’yu isteyecekti.

LOZAN’DA ELVEDA • Osmanlı’nın Kıbrıs’ı çoktan unuttuğu 28 Ocak 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda kabul edilen ünlü ‘Misak-ı Milli’ belgesinde Kıbrıs’a değinilmemesinden anlaşılıyordu. Kemalist kadroların da Kıbrıs’ı önemsemediği, 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’ndan belli oldu. Anlaşmanın 21. maddesi, “Türkiye, Britanya hükümeti tarafından Kıbrıs’ın 5 Teşrinisani 1914’te ilan olunan ilhakını tanır” derken, tek olumlu adım, Kıbrıslı Türklere, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ile İngiliz vatandaşlığı arasında tercih yapma hakkının (Hakk-ı Hıyar) verilmesiydi. O dönemde, Türkiye’nin Kıbrıs’taki Türk varlığını korumaya yönelik bir politikasının olmadığı, Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye göç etmesi için teşvikler yapılmasından belliydi. 21. madde uyarınca 5-6 bin kadar Kıbrıslı Türk Türkiye’ye göçetti. Ancak Türkiye’de ciddi sorunlarla karşılaştılar. Örneğin 1931’de Anamur’a yerleştirilen göçmenler malmüdürü tarafından evlerinden çıkarıldılar. İlginçtir, Türklerin Ada’dan ayrılmamasına karşı çıkan taraf Türkleri Rumlara karşı bir denge unsuru olarak gören İngilizlerdi! Rumların 1931’den itibaren açıkça dillendirmeye başladıkları Enosis talebini sürekli püskürten de onlar oldu.

DP’NİN BATICI POLİTİKALARI • 1941’de Kıbrıs Komünist Partisi (KKP) yerine kurulan AKEL, kilisenin yönlendirdiği milliyetçi halk kitlelerine hoş görünmek için, sosyalist ilkelerden uzak politikalar izlemeye başladı, II. Dünya Savaşı sırasında her iki kesimin kahraman unsurları İngilizlerin yanında Nazilere karşı savaştılar. Bu dönemde sendikalarda, meslek örgütlerinde birlikte örgütlendiler. 1950’de Rumlar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra pek çok ülkeye tanınan ‘kendi kaderini tayin’ hakkı uyarınca bir plebisit yaparak Yunanistan’a bağlanmak istediğinde Türkiye hâlâ eski tavrını sürdürüyordu. Hatta 1949’da CHP’nin Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, 1950’de ise DP’nin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü “Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs diye bir sorun yoktur” diyerek Yunanlıların ve Rumların elini epeyce güçlendirmişlerdi. Aslında bunda şaşılacak bir şey yoktu; çünkü o yıllarda hem CHP’nin hem de DP’nin en önemli hedefi Batı bloğuna ve NATO’ya kabul edilmekti. Aynı arzu Yunanistan’da da olduğu için, taraflar suyu bulandırmak istemiyorlardı. Nitekim1952 yılında Türkiye ve Yunanistan arasında diplomatik bir bahar yaşandı. Ocak ayında Yunanistan Dışişleri Bakanı Ankara'ya geldi, Nisan-Mayıs’ta Adnan Menderes ve Fuat Köprülü Atina’ya gitti, bunları Yunan Kral ve Kraliçe'sinin Ankara ziyareti ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın  Atina ziyaretleri izledi.

‘ŞAHİN’ BAKAN FATİN RÜŞTÜ ZORLU • Kıbrıs konusu Rum toplum lideri Baş Piskopos Makarios’un zorlamasıyla BM’nin gündemine ilk kez 1952’de geldi. 1954’te Kıbrıs’ın ‘kendi kaderini tayin hakkı’ BM’nin gündemine alındı. Bu kararın alınmasında İngiltere’nin Kıbrıs’taki egemenliğini sınırlamak isteyen Sovyetler Birliği ve onun çevresinde kümelenen ülkeler kilit rol oynamıştı. İngiltere ise Kıbrıs’ın uluslar arası platformda tartışılmasını istemiyordu çünkü 1952’deki Nasır darbesiyle Süveyş’ten çıkarılmalarından beri Kıbrıs Akdeniz’deki en önemli üsleri konumundaydı.

1955’te EOKA, Ada’yı İngiliz sömürgeciliğinden kurtarmak için başlattığı silahlı tedhiş hareketleri üzerine İngilizler Kıbrıslı Türkleri polis ve komando olarak kullanmaya başladılar. O güne kadar Kıbrıs nasıl bir statüye sahip olursa Türkiye açısından iyi olur konusunda kafalar karışıktı ama ‘güvercin’ Fuad Köprülü’nün yerine ‘şahin’ Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanı  olunca durum değişecekti. Rakiplerinin ‘sert, kırıcı, yabancı düşmanı, çok zeki’ gibi sıfatlarla tanımladığı Zorlu ile birlikte Türkiye aktif biçimde ‘Taksim’ politikasına yöneldi. Aslında bunun için uygun bir zamandı çünkü 1955 yılı Mart ayında Türkiye, Irak, İran ve Pakistan arasında imzalanan Bağdat Paktı dolayısıyla ABD ve İngiltere, Türkiye’nin gücendirilmesini istemiyorlardı. 29 Ağustos 1955’te Türkiye ve Yunanistan Londra’da buluştular. Türkiye’nin tercihi mevcut durumun korunmasıydı. Ama eğer İngiltere Ada’dan çekilirse Kıbrıs’ı Türkiye’ye vermeliydi. Rumlar ise bağımsızlık istiyorlardı. Kıbrıs’ın neden kendilerine verilmesi gerektiğini mantıklı biçimde açıklayamayan Türkiye, İngiltere’nin Kıbrıs’a muhtariyet vermeye razı olduğunu görünce büyük bir oyun tezgahladı.

Türk Heyeti Londra’da köşeye sıkışmışken, 3 Ağustos 1955’te, Kıbrıs’taki ‘Kıbrıs Türk’tür Partisi’nin lideri Dr. Fazıl Küçük, İstanbul’daki ‘Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacaktır Cemiyeti Başkanı Hikmet Bil’e çok ateşli bir mektup yazdı. Mektupta, Kıbrıs’ta Rumların taşkınlıklarının arttırdığı, eğer duruma müdahale edilmezse, Türklere yönelik genel bir katliamın başlayacağı belirtilmekteydi. Ortada katliam tehlikesi falan yoktur ama mesaj alınmıştı. 28 Ağustos’ta Menderes, Rum-Yunan ikilisini sert bir dille eleştirdikten bir hafta sonra, 6-7 Eylül yağması başladı. Türk heyeti utanç içinde Londra’yı terk etmek zorunda kaldı ama ‘muhtariyet’ meselesi ertelenmiş oldu.

DURRELL VE SHAKESPEARE Bu tarihten sonra Türkiye ‘Taksim’ politikasına yöneldi. Bunun ilk işareti Menderes’in, 5 Temmuz 1956’da Meclis’te ilk kez Kıbrıs’a müdahaleden söz etmesiydi. 1957’de aşağıda öyküsünü okuyacağınız Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kuruldu ve örgüte her türlü yardım yapıldı. Kıbrıs Türk’tür Partisi’nin lideri Dr. Fazıl Küçük önderliğinde Kıbrıs’ta ve Türkiye’de 50’ye yakın ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ mitingi düzenlendi ve kamuoyu ‘Taksim’ için hazırlandı. Ancak, İngiltere’nin Akdeniz’deki bu uygun üs alanının bölünmesine razı olmadığından ne Rumların Enosis’i, ne Türklerin Taksim’i gerçekleşti. (Bu konu ile ilgili BM görüşmelerinde Yunan temsilcisi Averof, Kıbrıs’ta uzun yıllar yaşamış İngiliz yazar Lawrence Durrell’in Acı Limonlar adlı kitabından, Kıbrıs’ta Rumların ve Türklerin barış içinde birlikte yaşadıkları yıllara dair bir pasaj okumuş, Zorlu’nun cevabı Shakspeare’in Othello piyesinden Türklerin Kıbrıs’ın öneminin farkında olduğundan ve Kıbrıs’ı göz ardı edecek kadar beceriksiz olmadığından söz eden bölüm olmuştu.) Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 tarihli Anayasası’na göre Devlet Başkanı Rum, yardımcısı Türk olan ve her ikisinin de veto yetkisi vardı. Hükümette temsil oranı 7’ye 3 oranında Rumlar lehine olacaktı. Anlaşmanın uygulanması İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğü altındaydı. DP ile CHP arasındaki sert tartışmalardan sonra Kıbrıs Anlaşması DP’nin oylarıyla kabul edildi.

EOKA Bu duruma muhalefet eden Rum yer altı örgütü EOKA (Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Birliği) 1951’de Kıbrıslı Rum faşisti George Grivas tarafından kurulmuştu. Örgütün hedefi Enosis’i gerçekleştirmekti. İlk eylemini 1 Nisan 1955’te Lefkoşa’da İngiliz birimlerine karşı yaptı. Ardından Türk Büyükelçiliği bombalandı. 1959 anlaşmalarına ve bağımsız Kıbrıs fikrine karşı çıktığı için 1967’de Ada’dan uzaklaştırılan Grivas bu tarihe kadar İngiliz, Rum ve Türk olmak üzere yüzlerce kişinin öldürülmesinden sorumlu idi. 1971’de Yunanistan’daki ABD destekli Albaylar Cuntası’nın desteği ile gizlice Kıbrıs’a döndü. Örgütün adını EOKA-B olarak değiştirdi ve öldüğü 27 Ocak 1974’e kadar hem Rumlara hem Türklere karşı tedhiş eylemlerine devam etti.

ÖZEL HARP DAİRESİ’NİN BECERİKLİ ÇOCUĞU: TMT

 ‘İğneyi başkasına, çuvaldızı ise kendimize batırmamız’ gerekirse Türk tarafı da hiç boş durmadı. KTEMB (Kıbrıs Türk Mukavemet Birliği), Karaçete, 9 Eylül, Kıbrıs Türk Komandoları ve Volkan gibi amatör grupların başarısız olması üzerine, duruma Türkiye el koymuştu. 9 Kasım 1957’de, üç kişi tarafından Lefkoşa’nın varoşlarından Eğlence semtindeki bir evde temelleri atılan gizli örgüt, ileriki yıllarda Türkiye’nin Kıbrıs politikasının şekillenmesinde hayati rol oynadı.

MAHŞERİN ÜÇ ATLISI • Bu örgütün adı Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), kurucuları Volkan örgütünün kurucuları idi. Toplantıdaki üç kişiden Rauf Denktaş, Ada’daki İngiliz okullarını bitirdikten sonra İngiltere’de hukuk eğitimi almış, 1949’dan itibaren adadaki İngiliz Mahkemeleri’nde savcılık yapmış bir hukukçuydu. O günlerde, Kıbrıs Türk Federasyonu’nun başkanlığını yapmak için savcılıktan istifa etmişti. Burhan Nalbantoğlu milliyetçi bir doktordu. Kenan Tanrısevdi ise görünüşte T.C. Başkonsolosluğu’nun idari ataşesi idi ama aslında bir istihbarat görevlisi idi. Türkiye’nin Kıbrıs politikasını şekillendirmek üzere adaya gönderilmiş olduğu anlaşılıyordu. Üç adam, o gece sabaha kadar çalışarak teşkilatın ana hatlarını saptadılar. Rauf Denktaş ‘Mülayim’ (ileriki yıllarda ‘Toros’), Kenan Tanrısevdi ‘Nazım’, Burhan Nalbantoğlu ise ‘Raci’ kod adını almıştı. Üç adam, örgütü Kıbrıslı Türkler’in lideri Dr. Fazıl Küçük’e haber vermemeye karar verdiler. Çünkü Küçük, Dr. Nalbantoğlu’nu pek sevmezdi. TMT’nin kuruluşu 26 Kasım 1957 akşamı tüm Ada’ya dağıtılan bildirilerle duyuruldu. Dr. Fazıl Küçük örgütü ilk kez bu bildiriden öğrendi. Duruma kızdı ama Denktaş kendisini ikna etti.

ANAVATANDAN KUMANDALI • 1957 yılının son günlerinde Türk Hükümeti Dr. Küçük ile Rauf Denktaş’ı Ankara’ya çağırdı. Denktaş’ın savcılıktan istifası henüz İngiliz yönetimince kabul edilmediğinden çağrı gizli tutulmuştu. Fakat Dışişleri Bakanı Zorlu’nun Başbakan Menderes’i ikna etmesi zor oldu. Çünkü, o günlerde ABD’nin ekonomik desteğine ihtiyaç duyan Menderes daha yumuşak bir profil çizmekten yanaydı. Beş ay sonra Menderes engeli aşıldı, konu Genelkurmay Başkanı’na nakledildi. Dr. Küçük ve Denktaş tekrar Ankara’ya çağrıldılar ve Seferberlik Tetkik Kurulu (STK, 1965’te Özel Harp Dairesi adını aldı) Başkanı Daniş Karabelen ve ekibiyle tanıştırıldılar. Plana göre TMT sadece Türkiye’deki STK’ya hesap verecekti. Faaliyetler son derece gizli yürütülecek Türkiye’nin ve Türk ordusunun adı işe karıştırılmayacaktı. Kıbrıs’a gönüllü olarak gidecek subayların her türlü yasal hakları saklı tutulacak ve süresiz izinli sayılacaklardı. TMT’nin görevi Kıbrıs’taki Türk varlığını silahla korumak ve Türkiye’nin izleyeceği Kıbrıs politikalarını desteklemek olacaktı.

ORDU-MİLLET ELELE • Uzun araştırmalar sonucu Kore Savaşları’nda büyük yararlılıklar göstermiş, askeri raporlarda ‘ciddi, ağırbaşlı, cesur, disiplini seven, mütevazı, gizli harekât tekniğini çok iyi bilen’ biri olarak tarif edilen Yarbay Rıza Vuruşkan TMT liderliğine atandı. Başkan yardımcısı İsmail Tansu’ydu. ‘Doğan’ kod adlı Tansu, Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki Kıbrıs Türk Kültür Derneği’ni karargâh olarak kullanırken, ‘Başkurt’ kod adını alan Rıza Vuruşkan beş kişilik ekibiyle 31 Temmuz 1958 günü Kıbrıs’a indi. Pasaportunda Ali Conan yazan Vuruşkan’ın görünüşteki işi İş Bankası müfettişliğiydi. Uzun vadeli hedefi 15 bin kişilik bir teşkilat kurmak (yani Kıbrıs Türk toplumunu ‘ordu-millet’ haline getirmek) olan Rıza Vuruşkan hemen işe girişti.

TMT’nin örgüt şemasına göre Kıbrıs, kazalarına göre idari bölümlere ayrılmış, her kazaya ‘yayla’ kod adı ve Türkiye’den bir şehir adı (Lefkoşe’ye ‘Konya Yaylası’, Magosa ‘Erzurum Yaylası’, Larnaka’ya ‘İskenderun Yaylası’, Limasol’e ‘Antalya Yaylası’, Baf’a ‘İzmir Yaylası’ Lefke’ye ‘Bursa Yaylası’) verilmişti. Yaylalar ‘sancak’ adlı alt birimlere ayrılmıştı. Sancakların altında ‘otağ’, otağın altında ‘petek’, peteğin altında ‘oğul’ birimleri vardı. ‘Oğul’ların üyelerine ise ‘kurt’  (1963 sonrası ‘mücahit’), ada komutanına ‘Bayraktar’, yaylaların başına ‘Serdar’ deniliyordu.

NİŞAN YÜZÜĞÜ • Başta polis teşkilatı, hastaneler ve okullar olmak üzere kurumlardan üye yazımına başlandı. Üyeler karanlık (aynen İttihat ve Terakki’de olduğu gibi) bir odada veya perde arkasından, Türk Bayrağı örtülü bir masanın üstüne konmuş Kur’an ve silahın üstüne el basarak yemin ediyordu. Yeminleri ‘gerekirse ölüm dahil her türlü görevi yapacağına ve ihanetin cezasının ölüm olacağını bildiğine’ dair ifadeyle bitiyordu. Yeminin ardından kod adı ‘Nişan Yüzüğü’ olan bir tutanak imzalatılıyor, bu tutanak gizli bir yerde muhafaza ediliyordu.

Teşkilatın tüzüğe göre, Türk toplumu aleyhinde faaliyet gösterenler hangi milletten olursa olsun önce bir ihtar mektubu ile uyarılacak, eğer bir düzelme olmazsa, teşkilat üyelerinden seçilen üç kişilik ekip tarafından dövülecekti. Dayakla yola gelmeyen kişinin cezası ölüm olacaktı. Ölüm şekli ve ne gibi silah kullanılacağı idare heyeti tarafından tespit edilecekti. İhtar ve dayak, barış zamanları uygulanacak, karışık zamanlarda ve vakit kaybetmenin aleyhte olacağı durumlarda doğrudan üçüncü maddeye geçilecekti. (Teşkilatın sorumlu isimleri, ölüm cezasının Türklere hiç uygulanmadığını iddia ettiler ancak 1960’ta, Bayraktar Camii’nin, iddia edildiği gibi EOKA tarafından değil Türkler tarafından bombalandığını yazan haftalık Cumhuriyet gazetesinden Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’in bu fasıldan öldürüldüğü hep söylendi.)

ANKARA VE ANTALYA’DA EĞİTİM • ‘Kurt’ların eğitimi hem Kıbrıs’ta hem Türkiye’de yapıldı. 25-30’ar kişilik gruplar halinde turistik gezi, iş gezisi, sağlık kontrolü gibi gerekçelerle Türkiye’ye gönderilenler, STK’de görevli subaylarca parolaları kontrol edildikten sonra eğitim yapacakları yerlere sevk ediliyorlardı. TMT kamplarından birincisi Ankara’ya 40 km. uzaklıktaki Ziir Köyü yakınlarında, Tarım Bakanlığı’na ait terk edilmiş bir çiftlik idi. Diğeri ise Antalya-Kemer yolu üzerinde ormanlık bir alan içindeydi. Bu kamplarda kalan mücahitlere, Eğirdir Dağ ve Komando Okulu personeli tarafından silah kullanımı, bakımı, atış talimi, gerilla, komando, sabotaj, kundaklama ve gizli harekât teknikleri konularında bilgiler veriliyordu.

 ‘ELMAS’ GEMİSİ GÖREVDE • İngilizler ve Rumlar Ada’nın silahlanmasına şiddetle karşı oldukları için Türkiye mücahitlere silah gönderme işini gizlice yaptı. Pek çok yol denendikten sonra, Eğirdir Dağ Komando Okulu’nun Mersin ve Anamur’daki depolarına yerleştirilen silah ve mühimmat, ‘Elmas’ balıkçı gemisi ile yapıldı (Elmas, silah taşırken ölen bir mücahidin soyadı olup geminin resmî adı Orhangazi idi). Silahların Ada içinde dağıtılması diplomatik personel tarafından yapılıyordu. Ancak, 17 Ekim 1959’de gemi, Silifke Taşucu açıklarında İngilizlere yakalandı. İsmail Tansu silahların denize atılmasını emrettikten sonra gemi terk edildi ama İngilizler durumu anlamışlardı. Makarios, Türkiye’nin Ada’yı silahlandırdığını dünyaya ilan etti. Türkiye Dışişleri Bakanlığı geminin yunus balığı avı için Akdeniz’e açıldığını söyleyerek silah taşıma iddialarını reddetti ama kimseyi inandıramadı. Sonunda İngilizlerin bulduğu formülle, gemicilere dokuz ay hapis cezası verildi ama cezalarını Türkiye’de çekmelerine imkân tanındı. Böylece uluslararası bir skandalın köşesinden dönüldü.

Kıbrıs’ta sivillerin mahkemeleri haricinde toplum yaşamanın her alanına müdahale eden TMT Rauf Denktaş’ın imtiyaz sahibi olduğu Nacak gazetesi aracılığıyla ‘halkı bilinçlendirme kampanyaları’ da yürütüyordu. Bunların başında ‘Türk’ten Türk’e’, ‘Türkçe Konuş’ ve ‘Yerli Malı Kullan Kampanyaları’ gibi Türkiye’nin 1930’lu yıllarının ırkçı kampanyalarının benzerleri geliyordu. TMT’nin kurduğu ‘Çarşı Murakabe Heyeti’ ise İttihatçıların ‘Milli İktisat’ kampanyasının benzerini yaşama geçirmeye çalışıyordu. TMT kampanyalarına uymayanlara para cezası, dayak gibi yaptırımlar uygulanıyordu.

OLAYLAR TIRMANIYOR • Ne tesadüf ki, Vuruşkan ve ekibinin Ada’ya ayak bastığı tarihten itibaren toplumlararası olaylar tırmandı. İngilizler daha ilk aylarda TMT ile ilişkisi olduğunu düşündükleri 65 kişi ile EOKA mensubu olduklarını düşündükleri 1244 kişiyi tutukladılar; ama ne EOKA’yı ne de TMT’yi durdurmaları mümkün olmadı. İki tarafın devletleri ya da ‘derin devleti’ tarafından yönlendirilen EOKA ve uzantıları ile TMT ve uzantıları adayı kan gölüne çevirdiler.

1962 yılından itibaren Lefkoşe, Limasol, Magosa, Baf ve Larnaka’da Türklerin ve Rumların ayrı belediyeleri olması, sınırlarının çizilmesi ve mekanizmasının tespit edilmesi hususundaki anlaşmazlıklar ortamı iyice gerdi. 1963’te Makarios’un Anayasa’nın bazı maddelerinde Türklerin aleyhine tadilat yapmaya kalkması ile zirveye çıkan gerilim 21 Aralık 1963’ten itibaren kanlı olaylara dönüştü. 22 Aralık’ta TMT ‘X’ gününün geldiğine karar verdi ve yer üstüne çıktı. 24 Aralık’ta Rumlar bir Türk ailesini evlerinin banyo küveti içinde vahşice öldürdüler. Bu olayın fotoğrafları, Türkiye’ye gönderilen bir yaralının alçıları altına saklanarak gizlice Kıbrıs’tan çıkarıldı ve tüm dünyada ‘Rum vahşeti’nin delili olarak yankı yaptı. 1963–1964 arasında 364 Kıbrıslı Türk ve 174 Kıbrıslı Rum öldürüldü. 25 bin Türk malını mülkünü geride bırakarak evlerini terk ettiler. Türkiye’deki milliyetçiler de ateşe benzin dökmek için yarışa girdiler. Alparslan Türkeş’in ifadesine bakılırsa, Ada’ya 20 bin milis göndermek için Süleyman Demirel’e başvurmuş ama teklifi kabul görmemişti. Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesi ise 1964’te ABD tarafından sert bir şekilde önlendi.

VE AMAÇ HASIL OLUYOR •  1964-1967 arası, karşılıklı taciz, kaçırma, yaralama gibi nispeten küçük olaylarla geçti. 1966-1967 yıllarında bin kadar Kıbrıslı Türk gencinin öğrenim görmek için Türkiye’ye götürülmesi ve 1964’ten beri Kıbrıs’a girmesi yasak olan Rauf Denktaş’ın gizlice Ada’ya dönmeye kalkması Rum milliyetçilerini hareketlendirdi. 15 Kasım 1967’de Geçikkale ve Boğaziçi adlı Türk köyleri hücuma uğradı. Türk Hükümeti 16 Kasım’da TBMM’yi toplayarak Kıbrıs’a müdahale kararı aldı. ABD araya girdi ve Grivas Kıbrıs’tan çıkarıldı, Yunanistan’ın gizlice Kıbrıs’a soktuğu askerler geri çekildi, İngilizler tarafından ambargo konan Rauf Denktaş’ın Ada’ya dönmesine izin verildi, işgal edilen köyler boşaltıldı, esirler serbest bırakıldı. Ancak bu yumuşama geçici idi. Grivas 1971’te Ada’ya geri döndü. Makarios’un Yunanistan’daki cunta ile arası açıldı, 15 Temmuz 1974’te Nikos Sampson adlı faşist tarafından darbe yapıldı, Makarios adadan sürüldü. Bundan 5 gün sonra Türk Ordusu ‘Barış Harekatı’nı gerçekleştirdi. (Dönemin Atina’daki ABD Büyükelçisi H. J. Tasca yıllar sonra ‘Türkler, Yunanistan’ın Makarios’u devireceğini önceden biliyorlardı ve 20 Temmuz harekat planını buna göre yapmışlardı’ demişti.) 1974 müdahalesinin haklı yanları elbette vardı ama ‘yemeğin pişirilmesinde’ Türk tarafının katkısı hiçbir zaman irdelenmedi. Sonuçta ortaya ‘Türk kontgerillasının doğum ve talim yeri’ olan garip oluşum çıktı. Rauf Denktaş’ın KKTC devlet başkanlığı ile TMT tipi yapılanmalar iyice kurumsallaştı ya da Kıbrıs adeta TMT’leşti.

Ancak her ne kadar Başbakan Tayyip Erdoğan, 1974 müdahalesinin 34. yıldönümünde, Türkiye’nin resmi politikasının değişmeyeceğini düşündüren beyanatlar verdiyse de, M.A. Talat ve D. Hristofyas’ın birleşme girişimleri Othello’nun ülkesinin makus kaderi değiştirecek gibi görünüyor.

 

KAYNAKÇA: Rauf Denktaş, Karkot Deresi Anılar, Remzi Kitabevi, 2005; Makrios Drusotis, Karanlık Yön EOKA, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa, 2007; Engin Naşit, Nişan Yüzüğü, Ateş Matbaası, Lefkoşa: İsmail Tansu, Aslında Hiç Kimse Uymuyordu, Minpa Matbaacılık, 2001; a.g.y., “Türk Mukavemet Teşkilatı” Yazı dizisi,  Kıbrıs Mektubu Dergisi, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayını, Ankara, 1996-1997; Rauf Denktaş, “Cevdet Sunay ve Kıbrıs Türkleri”, Belge Dergisi, Gazi Magosa, 19 Haziran 1982, Yıl 1, sayı 10; “Rıza Vuruşkan’la söyleşi”, Kıbrıs Mektubu Dergisi, 1996-1997; Alparslan Türkeş, ş Politikamız ve Kıbrıs, Orkun Yayınevi,1979; Ahmet An, Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar, Lefkoşa, Galeri Kültür Yayınları, 1996; Mehmet Hasgüler, Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim’in İflası, Öteki Yayınevi, 1998; Niyazi Kızılyürek, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, İletişim, 2005; Hasan Mutlu, “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı”, Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İnkılapları Enstitüsü, 2005; “Fetihten günümüze Kıbrıs”, Dosya Editörü: Mehmet Demiryürek, Toplumsal Tarih, S. 103, Temmuz 2002; http://www.cyprus-conflict.net

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum