Orucu Ölüm ile Açmak
Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'nde seyyar satıcılık yapan evli ve 4 çocuk babası 40 yaşındaki Hacı Oruç, iftar açmak için geldiği evde eşine iftarda ne yaptığını sorunca, eşinin "Yemek yapacak bir şey yoktu, iftarda yemek yapamadım." demesi üzerine üzülmüş, çocuklarına sarılmış sonra evin bir odasına çekilip, kendisini tavana asmış.
Herhalde bu haberi duyanlar için buruk bir iftar olmuştur. Neyin eksik olduğunu düşünedurduğumuz soframızda yediklerimizin şükrünü sırf sözle yerine getirdiğimizi düşünmüşüzdür.
Bu dramın bu acının nedenlerini saymakla bitiremeyiz herhalde. Sorumluların başına devleti, rejimi, kapitalist sömürü sistemini, yoksulluğu, bireyselleşmeyi, gittikçe tüketim kültürü ile doymayan nefislerimizi, kaybetmeye başladığımız dayanışma, yardımlaşma ibadetimizi, sorumluğumuzu, kalplerimizin katılaşmasını, sorumluklarımızı kurumlara/derneklere havale edişimizi sayabiliriz. Saydıkça uzayan listeye devam ederken acaba kaç insan bu topraklarda iftarında açlığa suyu ile niyet edecek. Süregelen oruçlarını kim bilir kaç ay, kaç yıl devam edecekler.
Sırf Diyarbakır'da, Kürt illerinde değil, İstanbul’un göbeğinde, belki de evimin/evlerimizin yanı başında birileri de aynı dramı, aynı yoksulluğu çekiyordur. Bu acıyı anneler çeker, bu acıyı babalar çeker. Herhalde bir yerde bu acı çekilmez oluyor.
Haberde 'İnancı sağlam biriydi.' diyor Hacı Oruç için eşi. Ne kadar zordur onun için bu kararı almak. Acının katlanarak arttığı bir andı onun yaşadıkları. Fakirlikten Allah'a sığınmak bu olsa gerek.
Yoksulluk içimizde…
Bundan on sene önce bir kardeşim ranzasının ucuna bir resim asmıştı. Kürt kızının buruk ve acı dolu bakışları vardı resimde. Sonra ben o acıları her daim televizyon ekranlarında, gazetelerde, internet sayfalarında farklı farklı çocukların bakışlarında gördüm. Acı artık Kürt çocuklarının üzerinde böyle 'güzel' durmamalı.
On yılda her şey çok değişti. İstanbul’un göbeğinde gökdelenler yükselmeye başladı. Kişi başına düşen milli gelirin 7000 $'ı aştığı, Türkiye'nin dünyada ekonomik gelişmişlikte 17. sıraya gelmiş olduğu söylendi durdu. Ama İstanbul'da yükselen gökdelenlerin gölgesinin düştüğü semtlerde yoksulluk diz boyu ve devam edip durmakta.
Yazarak ya da kalbimiz burkularak veyahut da birkaç damla gözyaşı dökerek geçiştiriyoruz herhalde bu yoksulluğu. Afrika'da üzerine sinek konan çocukları, Pakistan'da sellerden sefil düşmüşleri, mülteci kamplarındaki Filistinlileri biliyoruz. Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Van’da, Mersin’de, İstanbul'da orucunu açamayanları da biliyoruz. Bilmeliyiz.
Ramazan ayında bir banka şubesinde beklerseniz birçok insanın hayır için, yardımlaşmak için yardım derneklerine hayırda bulunduklarına şahit olursunuz. Bu güzel ibadeti yapanların ecirlerini Allah inşallah verecektir. Bu hayırda yarışmanın öneminin altını çizerken aklımıza takılan birkaç soruyu da sormadan edemiyoruz. Mesela: Kendi sorumluklarımızı kurumlara/derneklere havale ederek sorumluklarımızdan kurtuluyor muyuz? Acaba belli zamanlarda belli hesap numaralarına bir yerler için para yatırarak bitiyor mu her şey? Müslümanların evrensel kardeşliği ve dayanışması için, insani sorumluklarımız için İslam coğrafyasında ve tüm dünyada fakirin, mazlumun, muhtacın yanındayken yakınımızdaki kardeşlerimizi de unutmamamız gerekiyor. Belki birileri unutmuyordur. Ama her acı haberi duyunca en azından kendi adıma unuttuğumu düşünüyorum. Ya da yeterince, elimizden gelenden azını yaptığımızı düşünüyorum.
Ramazanda depreşen, kendi süreli açlığımızla empati yaptığımız, ramazanın verdiği o manevi atmosferde hatırladığımız kardeşlerimize gerçekten kardeş olduğumuzu göstermek için bir şeyler yapmalı.
Hacı Oruç, orucunu açamadı. Kendisi için değil, dört çocuğunun karınlarına bir şey girmediği için, eşi de aç olduğu için dayanamadı. Hacı abi. Haci Abim. Orucunu ölüm ile açtı. İçimiz buruk. Hakkını helal et.
YAZIYA YORUM KAT