Oruç "hür Müslümanlara" farz olsaydı...
İsmail Kılıçarslan, Ramazan ayının bilindik tartışmalarını devam ettirip Gazze'de yaşanan vahşeti aklının ucuna bile getiremeyenlere tepki gösteriyor.
İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak
Hilalin görünmesi Ramazan’ın geldiğini göstermez
Yok yok. İki milyar Müslüman’ın asla bir araya gelip de birlikte başlayamadıkları ve birlikte bayram edemedikleri, parçalanmışlığımızın bir işareti olarak göğümüzde ve göğsümüzde asılı duran “ruyet-i hilal-hilalin görünmesi” meselesine girecek değilim. Hem malum, alanım değil. İslam dünyasının dört bir yanında deve dişi gibi fıkıhçılar dururken ve onlar benim “ru’yet-i hilal” değil de “ruyet-i hilal” yazmamı tashih etmeyi İslam âleminde yaşanan acılardan daha çok önemsedikleri için hiç oralara girmeyeyim ben. Onlar bize, iftar etmek için yiyecek bir şeyleri olmayan insanların oruçlarının kabul olup olmayacağının fetvasını bulup versinler.
O halde nedir başlıktaki cümle ile kastettiğim. Yani hilalin görünmesi Ramazan’ın geldiğini niçin göstermesin?
Ayetlere “zart zurt diyen” adamları tekfir etmeyi aklının ucundan bile geçirmeyen, çünkü tüm kariyerini o yavşaklara borçlu olan bazı zerzevat-ı kiramın beni “yeniden” tekfir etmesini göze alarak yazacağım: “Çünkü Ramazan, inanmış, iman etmiş, teslim olmuş, Allah’tan gayrısına ‘eyvallah’ etmeyen Müslümanların üzerine bir bereket, bir rahmet, bir kurtuluş vesilesi olarak gelir de ondan.”
Dolayısıyla bu yıl göğümüzde ve göğsümüzde hilalin belirmiş olması da; ömrümüz, gücümüz ve sağlığımız elverirse 30 gün boyunca oruç tutacak olmamız da Ramazan ayının “bütün anlamlarıyla” Mümin kullara bir rahmet, bereket ve bağışlanma ayı olarak geldiğini, geleceğini göstermez.
Daha da açık yazayım. Oruç tutmak da tıpkı tesettür emri gibi “hür Müminlere” farz olsaydı zannediyorum bu yıl oruç, Gazzeli kardeşlerimiz istisna olmak üzere, bütün Müslümanların üzerinden kalkardı. Yani, orucun şartları hiçbirimiz için oluşmazdı. Cilveye bakınız ki hür-köle ayrımı yapılmaksızın Ramazan orucu sağlığı ve gücü yeten her Mümin kula farz da, köleliğimize rağmen bu muhteşem ibadete icabet edebileceğiz.
Çok daha açık yazayım: Devletlerimiz devlete, teşkilatlarımız teşkilata, âlimlerimiz âlime, gazetecilerimiz gazeteciye, askerlerimiz askere, insanımız insana benzemediği için Allah Teâlâ bu yıl üzerimizden Ramazan ayının rahmetini de, bereketini de, bağışlanmasını da kaldırıverse aramızdaki hiçbir kul ona “naz edecek” durumda dahi değil. Sadece O’nun sonsuz merhametine sığınmaktan başkaca hiçbir şey, ama hiçbir şey gelmez elimizden.
Gazze bizim yalnızlığımızın, dağılmışlığımızın, acziyetimizin ve çaresizliğimizin bir göstergesi oldu. Gözümüzün önünde, canlı yayında yaşanan soykırımı değil engellemek… Değil İsrail’i ve cümle Siyonist kahpeleri bire kadar kırmak… İşadamımız bile tatlı kârından vazgeçemedi. Devletlerimiz ticarete bile engel olmadı, olamadı.
Toplandılar, kınadılar ve dağıldılar. Toplandılar, kınadılar ve dağıldılar.
Yerin dibine batsın toplanmalarımız, dağılmalarımız ve kınamalarımız. Tek bir çocuğumuzun hayatta kalmasını sağlayamadı 2 milyar insan.
Ramazan ayı vesilesiyle bereket, rahmet ve bağışlanma dileyeceğiz öyle mi Rabbimizden? Hangi yüzle yapacağız peki bunu? Kötülüğe elimizle, dilimizle, gerçek anlamda kalbimizle bile engel olmazken, olamazken âlemlerin Rabbine nasıl ve hangi yüzle “bağışla bizi” diyeceğiz?
Soner Duman Hoca’nın sorusunu yineleyeyim: “Yerin altına diri diri gömülen kız çocuklarının hesabını soracak olan Kadir-i Mutlak, Gazze’de açlıktan ölen çocukların hesabını senden, benden, bizden sormayacak mı?”
Durum bu iken bir de utanmadan kendimiz, nefsimiz için merhamet mi talep edeceğiz?
Edeceğiz elbette ama hiçbir yapıp ettiğimize gram güvenmeden. Çünkü hiçbir şey, kelimenin gerçek anlamıyla hiçbir şey yapmıyoruz, yapamıyoruz soykırım karşısında.
O gün geldiğinde, o büyük gün geldiğinde “hangi suçtan dolayı öldürüldüğünü soracak Gazzeli çocukların” o delici bakışlarına muhatap olmamak için “keşke toprak olsaydım” demeyeceğiz mi sanıyoruz?
Geçimdi, seçimdi, bilmem neydi derken neredeyse “yahu şu Gazze meselesi de uzamadı mı artık?” deyivereceğiz.
Öyle olsun madem. Hadi kalkın sahura. Hadi lüks mekânlarda iftarlar, bol çeşitli sahurlar planlayın. “Mübarek ay be, bambaşka bir atmosferi oluyor” falan gibi cümleler kurun. Aman, fazlaca yediğiniz çok lezzetli yemekleri hazmetmeye çabalarken Gazzeli çocuklar için de dua etmeyi unutmayın e mi?
Hadi Ramazan ayımız mübarek olsun. Allah’a inanmaya, fakat O’na zerrece güvenmemeye; Allah’tan çok İsrail’den ve Amerika’dan korkmaya devam.
HABERE YORUM KAT