"Ortak Bir Söz" Etrafında Buluşulmazsa Felaketlerin Ardı Arkası Kesilmez
Yaşatmak için değil de yok etmek için güç temerküz eden modern sistemlerin bir virüs karşısında nasıl da aciz kalıp korkuya kapıldıklarına dair tabloyu çarpıcı örneklerle tasvir eden Aydın, çizilecek sağlıklı yol haritasına dair önerilerini paylaşıyor.
Ali Osman Aydın Yeni Akit'te yayınlanan bugünkü yazısında savaş ve yoklukların pençesinde kıvranan milyonlarca insanla empati yaparak üzerimize düşen sorumlulukları hatırlama ve yerine getirme çağrısı yapıyor: "Bireysel ya da kolektif fark etmiyor, üreten kim olursa olsun, bir fikir ya da virüs de olsa, kötülük, üretildiği yerde kalmıyor."
Ali Osman Aydın'ın yazısı:
İnsan İçin Yüzleşme Zamanı!
Öyle görünüyor ki, koronavirüs, dünyayı yaşanmaz hale getiren çarpık mantalitemizi kaçınılmaz bir biçimde- dönüştürüyor- dönüştürecek.
Artık bildiğimiz şeyleri unutarak, eski dünyanın argümanlarını bırakarak, hayata bambaşka kriterlerle bakmamız gerekecek!
Tüm tezleriyle dünün dünyası, çaresizlik, salgın ve ölümle boğuşarak felsefi anlamda büyük bir yıkımı yaşıyor.
Koca koca devletler ve onların ilkel dünya tasavvurları, barbar dış politikaları yerle bir oluyor.
Devletler, hiç olmadığı kadar savunmasız durumdalar…
Virüs, insanlığın tapındığı o “güç” denilen şeyin ne kadar görece bir şey olduğunu gösterdi bizlere.
****
Dünyada ardı kesilmeyen felaketlere sebep olan bencil dünya görüşümüzü şu andan itibaren sorgulamamız gerekiyor. Bu dünya görüşü, yalnızca devletler bazında yaşıyor değil… Kişisel anlamda da zalimlik, bencillik, umursamazlık, şımarıklık, açgözlülük tüm ilişkilerimize hakim.
Fakat dünyaya ve onda olup bitenlere kayıtsızlıkla yaklaşamayacağımız bir düzleme doğru savruluyoruz.
Şunu anlamalıyız: Bireysel ya da kolektif fark etmiyor, üreten kim olursa olsun, bir fikir ya da virüs de olsa, kötülük, üretildiği yerde kalmıyor. Kitle iletişim araçları ve ulaşım vasıtalarıyla kötülük, çok hızlı bir şekilde tüm dünyaya yayılıyor…
Dünyanın bir köşesinde üretilen “kötülük”, dünyanın diğer ucundaki başka insanların canını alıyor.
Sandığımızdan daha güçlü bağlarla bağlıyız birbirimize. Ötekinin yabancı, düşman ya da muhalif olduğu anlayışını düşünce dünyamızdan söküp atmak durumundayız. “Öteki”, düşmanımız, muhalifimiz değil, aynı yok oluşa karşı durduğumuz müttefikimiz aslında…
Hayat ve ölüm karşısında tüm insanlıkla eşit bir durumdayız.
Eğer “kötülük” bir şekilde herkesi ilgilendiriyorsa, kötülüğe karşı tedbir almak, ona karşı tepki göstermek de sadece bireysel olarak kendimizi değil, insanlığı savunmak anlamı taşıyor.
Bu kutsal bir misyon…
Eğer farkına varırsak, “insanların kardeşliği” ülküsünü anlamaya her zamankinden daha yakınız şu anda. İnsan bunu, ya anlayarak insanca yaşayacak ya da bu ülküyle kavgaya devam ederek dünyayı kendine cehennem haline getirecek, tıpkı şimdi olduğu gibi!
****
Empati kaybettiğimiz bir histi… Koronavirüs bize empati duygusunu yeniden keşfetme fırsatı sundu. Bir siperi andıran evlerimizde ansızın gelecek ölümü endişeyle beklerken işgal altındaki topraklarda ölümle koyun koyuna yaşayan insanların hislerini anlamaya her zamankinden daha yakınız. Dünyanın bir yerinde birilerinin tepesine bomba iniyor oluşu, o insanların bizim gibi ölüm karşısında titreyen insanlar olmaları, bizim onları anlamamız için yetmiyordu bir türlü.
Virüs, ölüm korkusunu iliklerinde yaşayan diğerlerinin dramını anlamaya, bizi mecbur etti…
****
Virüs’ün meydana getirdiği kriz gösterdi ki, uluslar, zenginliklerinin, enerjilerinin, birikimlerinin, hayal güçlerinin, potansiyellerinin büyük kısmını yaşatmaya değil, yok etmeye harcamışlar… Yaşatmak için gereken enstrümanlarımız kısıtlıyken, yok etmenin bin bir türü için gereken korkunç silahların fazlasına sahibiz… Fakat ne çare ki gelişmiş silahlarımız, yani olanca iddiasıyla militarist “gücümüz”, virüs karşısında hiçbir işe yaramıyor…
****
“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Belki vazgeçerler diye, yaptıklarından bir kısmını Allah onlara böylece tattırıyor.”(Rum Suresi- 41)
İçinde bulunduğumuz durum, bu ayetten bağımsız düşünülemez kanaatindeyim. Aklın mutedil yolundan, uyarıcı ayetlerin ışığından ayrıldığında insandaki komuta, insanın karanlık yanının, yani, nefsin eline geçiyor. Nefis de eline geçeni düşüncesizce talan ediyor. Dünyanın hali ortada… Doğa, bozulan dengeyi geri getirmek, zararı tazmin etmek için buna zorunlu olarak tepki veriyor.
Bu tepki de, can yakıcı oluyor tabii ki...
İnsanın aklını başına almaktan başka bir şansı yok!
Aklı başa almak nedir? Doğal düzene müdahaleye son vermek, aşırılıktan uzak durmak, diğer insanlarla “ortak bir söz” etrafında buluşmak… Kısaca selim aklın, itidalin komutasından çıkmamak…
Bu başarılmazsa, bu felaketlerin de ardı arkası da kesilmez…
HABERE YORUM KAT