Ortadoğu'ya Türk laikliği
Başbakan'ın Ortadoğu gezisi sürerken Malatya'da NATO'nun füze kalkanı sistemi yerleştirildi. Ortadoğu seferinin gölgede bıraktığı en hayati olay buydu.
Bu geziyi "Türkiye'nin başlayan çağı" olarak takdim edenler üç önemli noktayı atladılar: İlki Başbakan'ın Gazze'ye gidişine Mısır izin vermedi. Demek istedi ki, "Türkiye tek başına bu işin patronajlığını üstlenmeye kalkışmasın". İkincisi Başbakan'ın Tahrir Meydanı'nda konuşma yapmasına karşı çıktılar. Demek istediler ki, "Ortadoğu'da toplumsal değişimin kendine özgü iç dinamikleri var, Türkiye, eğer kendi rengini vurmak istiyorsa biz bu işte yokuz". Üçüncüsü ve elbette en dramatik olanı Başbakan'ın Ortadoğu'ya "Laiklikten korkmayın, anayasalarınızı laiklik zemininde hazırlayın" şeklinde tavsiyede bulunması ile bunun Müslüman Kardeşler tarafından olabilecek en sert bir biçimde tepkiyle karşılanması. İhvan adına konuşan Mahmut Gazlan, Erdoğan'ın sözlerini büyük bir düş kırıklığıyla karşıladıklarını belirtti: "Bu bizim içişlerimize karışmaktır. Başka ülkelerin deneyimleri klonlanamaz."
Belki Başbakan'ın, "laiklik teması"nın "jeopolitik bir mesaj" değeri vardır. Ama henüz nekahet dönemini yaşayan Mısır ve Tunus'un, çatışmaların sürdüğü Libya'da ve patlamaların daha bir süre devam edeceği anlaşılan diğer Arap ülkelerinde bu üstten tavsiyeler Türkiye'ye ilişkin ciddi kuşku ve istifhamların belirmesine yol açmıştır.
1) Belirtmek gerekir ki, Ortadoğu Arap toplumlarının 'laiklik' diye bir sorunları yoktur. Resul Tosun'un köşesinde (Yeni Şafak, 14 Eylül) hatırlattığı üzere Mısır Anayasası'nın 2. maddesi "İslam devletin dinidir. İslam şeriatının ilkeleri yasamanın ana kaynağıdır." demektedir. Tunus Anayasası'nın 1. maddesi şöyle der: "Tunus özgür, bağımsız ve egemenlik sahibi bir devlettir. Dini İslam'dır, dili Arapça ve sistemi cumhuriyettir." Suriye Anayasası'nın 3. maddesi: "İslam hukuku yasamanın ana kaynağıdır." Libya'da şimdi hazırlanan yeni anayasanın 2. maddesinde şöyle denmektedir: "Kur'an-ı Kerim toplumun şeriatı, İslam ise devletin dinidir." Muhalefet lideri Mustafa Abdülcelil de "Sağ veya sol aşırılık yanlısı hiçbir ideolojiyi kabul etmeyeceğiz. Orta yol İslam'ın (İslam-ı vasati) olduğu bir halkız, bu şekilde kalmaya devam edeceğiz." demektedir. Abdülcelil'in teşhisi isabetlidir. İslam orta yoldur, sağ ve sol siyasetler birer aşırılıktır; İslam ümmeti de orta yol evrensel topluluktur (Vasat ümmet).
Ortadoğu'da sivil ve medeni hukuk dinlere bırakılmıştır, devlet Türkiye'deki gibi merkezden tek ve standart bir yaşama biçimi emretmez. Kamu hukuku otoriterdir, rejimler baskıcıdır. Bunlar da şimdi değişmektedir. Türk laikliğini onlara önermek demek, sivil ve medeni hayatı devletin denetimine bağlamak, dini bütünüyle toplumsal hayatın dışına itmek, Ortadoğu'yu Türkiye'nin 20. yüzyılın ilk yarısındaki durumuna "geri götürmek" demektir ki, bu model, Ortadoğu ülkelerine tam bir felaket getirir.
2) Bir ülkenin diğer ülkelere model ihraç veya empoze etmeye kalkışması hoş karşılanamaz. Geçen yazımda belirttim, İran'ın bölgede kendi kendine diktiği en önemli engel İmam Humeyni'nin vefatından sonra "Önce İran, sonra İslam" stratejisini benimseyip reel politiği ideal politiğin önüne geçirmesi ve hiçbir getirisi olmayan Şii merkezli devrim ihracına yönelmesidir. Türkiye, İran Şiiliği, Suud Vehhabiliği'ne karşı Batı'nın müttefiki bir ülke olarak laiklik modeliyle empoze etmeye kalkışacak olursa hata eder, kısa zamanda bugünkü sempatisi antipatiye dönüşür.
3) Laiklik veya Arapçasıyla 'İlmaniyye' tabii ki ateizm veya dinsizlik değildir, ama geldiğimiz noktada Habermas'ın da dediği gibi nihilizmdir; gündelik hayatın materyalizme, hazcılık ve hedonizme dönüşmesidir.
4) Önümüzdeki seçimlerin en güçlü iktidar adayı Müslüman Kardeşler'dir, şimdiden oyları yüzde 40'ları aşmış bulunuyor. Bölgede en yakın iktidar adaylarıyla ilişki kurmak varken, onları darıltmak, düş kırıklığına uğratmak reel politik açıdan da akıllıca değildir. Pazartesi günü, "bireyler dindar, devletler laik olur" konusunu ele almaya çalışacağız.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT