Ortadoğu, Yeni Bir Ateş Çukurunun Kenarında
Selahaddin E. Çakırgil, gündemi yorumluyor:
Bir okuyucunun, Haksöz sitesinde yayınlanan önceki yazıma yazdığı yorum, konuya ilgili olarak küçük bir hatırlatma yapılmasını gerektiriyor.. Diyor ki, bu okuyucu, yorumunda: ‘Gazeteci Yılmaz Yalçıner, Yeni Şafak’tan Emeti Saruhan’ın kendisiyle yaptığı önemli röportajda Şura dergisini çıkardığı, uçak kaçırdığı 12 Eylül 1980 öncesi için önemli yorumlar yapmaktadır.(Yeni Şafak 10 Aralık 2011)
Yalçıner, “İyi ki başarısız olmuşuz. Başarsaydık daha büyük yanlışlara imza atacaktık. Ben o zaman uçak kaçıran adam değilim. Şura’yı, Tevhid’i çıkaran adam da değilim. Çünkü iyi niyetle de olsa yanlışlıkla başarılı olsaydık, mazallah Türkiye’yi de İran misali bir diktatörlüğe sürüklemiş olacaktık. Adı İslami bir diktatörlük olacaktı. Bu İslam’a da bühtandır, halka da zulümdür.”
Yılmaz Yalçıner’in geçmişten çıkardığı dersler hepimiz için önemli.’
Evet, bu konuya hemen değinmeliyim..
Önce belirteyim ki, o yorumun o yazıyla ilgisini anlayamadım.
İkincisi de, Y. Yalçıner arkadaşımızdan dercedilen üç sene öncelere aid ifadeye gelince..
Şahsen genelde zannedilenin tersine, o ‘uçak kaçırma’ eyleminin içinde değildim, ama, galiba onun içinde sayıldığım için böyle bir yorum yazılmış...
Esasen, o arkadaşlarla o zaman dilimindeki gelişmeler içinde, o eylemden bir yıl kadar öncelerde kopmuştuk..
Ama, o cümleler arkadaşımızın ağzından doğru aktarılmışsa..
Bir uçak kaçırmakla bir rejim değiştirilebilir mi, bilemem, ama, İslam İnkılabı Hareketi'nin o merhalede, bir uçak kaçırma eyleminden sonra, 'başarılı olsaydık, mazallah Türkiye’yi de İran misali bir diktatörlüğe sürüklemiş olacaktık..' gibi bir düşünce- iddia var idiyse, demek ki, çok hayalî bir âlemde bulunuluyormuş, derim.
Dahası, 'diktatörlük' ifadesi ve bunun hele de 'İslamî bir diktatörlük' şeklinde değerlendirilmesi, bana göre çok ağır ve haksız bir bühtan..
İran'da bugünkü uygulamaların, o inkılab ateşininin içinde ve arkasından da Saddam Irakı'nın saldırısıyla başlayan ve 8 yıl devam eden korkunç İran-Irak Savaşı'nın şartlarıyla mukayese edilmesi yanlış olacağı gibi, İran'ın bugünkü uygulamalarında eleştirilecek birçok yönler olsa bile, -ki, bunları, kendimce mâkul ve âdil kalmaya çalışarak ifade etmeye çalışmam dahi, bazılarınca ağır şekilde eleştiriliyor- bunların o ülkenin kendi iç şartları açısından, 'İslami bir diktatörlük'olarak nitelenmesi de yanlış olsa gerek.. Kaldı ki, Türkiye'de, son yıllardaki istisnaî ve olumlu uygulamalar dışında, temelde, 90 yıldır, anayasasında ve anayasasının üzerinde, babayasasının mâlum yaptırımlarıyla nasıl bir gizli-açık diktatörlük tesis edildiği ortadayken, konunun sadece bir başka ülkedeki uygulamaya tahsisen ifadesinin yanlış olacağını düşünüyorum.
Üçüncü bir konu da şu ki, günümüzde diktatörlük nitelemeleri, genelde, emperyalist kültürlerin nitelemelerine bağlı olarak kullanılıyor ve onların diktatörlük nitelemesini süzgeçten geçirmeden kullanıyoruz ve onlar bir rejime diktatörlük dediler mi, nicelerimizin zihinleri de bu nitelemeyi bir ön şart olarak kabul ediyor duruma düşüyorlar. Nitekim, Tayyib Erdoğan'ın hele de son iki yıl içindeki uygulamaları da, sadece Kılıçdaoğlu'nun laflarında değil, belki, onun da ilham aldığı bir kaynak olarak, kapitalist-emperyalist dünyanın değerlendirme odaklarında da bu şekilde değerlendiriliyor diye, bu uygulamaya biz de hemen diktatörlük mü diyeceğiz?
İran'daki uygulamaya da bu dikkat içinde de bakmak gerekir.
Her yanlış uygulamaya diktatörlük denilecekse, diktatörlük ile bir değerler sistemi içinde hükûmet etmek üzere tesis olunan her yönetim şeklini ve her otoriteyi de diktatörlük olarak suçlamaktan kurtulamayız.
Müslümanlar, elbette, hayatın her sahasında kendi değerlerini- inançlarını hâkim kılmak isterler. Ama, bunun başkalarına zorla bir dayatma halinde olması hali başka; bir toplum, kendi tercihiyle kendi değerlerini baştâcı ediyorsa, bunun mutlaka diktatörlük olarak nitelenmesi yanlış olmaz mı? Ya da, böyle bir durumda dünyada, diktatörlük olarak nitelenmiyecek hangi yönetim sistemi kalır ki? Bir diğer deyişle, benim mantığıma, aklıma uygun olmayan her uygulamayı diktatörlük olarak nitelersem, o durumda ben de mukabil bir diktatörlük refleksi ve anlayışıyla hareket eden birisi olmam mı?