Ortada olanlar yetmiyormuş gibi (2)
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün Kara Kuvvetleri Komutanı'nı (makamında) ziyaretiyle ilgili asıl problemin -benim açımdan- ne olduğunu dünkü yazıda söylemiştim: Bir "Yüksek Mahkeme" üyesinin bir askeri harekâta ilişkin "takdirlerini sunmak" ve konuyla ilgili "deneyimlerini iletmek" amacıyla bir kuvvet komutanının huzuruna çıkması, yargıçlığın gerektirdiği zihniyet dünyasında yeri olmayan, kulağa hiç mi hiç hoş gelmeyen bir davranıştı. Bir Anayasa Mahkemesi yargıcı - "bir vatandaş olarak"- yapacak başka iş mi bulamamıştı.
Dün de belirttiğim gibi, dünkü yazının konusu asıl olarak başlıktan itibaren başka bir konuydu. Yani "Ortada olanlar yetmiyormuş gibi" konusu. Paksüt'ün açıkladığı ziyaret nedenine takılınca bu asıl konuya devam etmek için yer kalmamıştı.
Asıl konuya ilişkin şunları hatırlatmıştım: Önce Deniz Baykal'ın Danıştay Başkanı'nı ziyareti sırasında Yargıtay Başsavcısı ile de karşılaştığı iddiası ve bu iddiadan türetilen bir sürü yorum.
Hemen sonra sıra geldi "esrarengiz yemek" meselesine. Bir emekli büyükelçinin evinde bir araya gelen davetliler arasında hangi konular konuşuldu? Bununla ilgili olarak ortaya atılan pek çok hayali diyalogla karşılaştık. Sanki, söz konusu yemekte masada hangi konuların nasıl gözden geçirildiğini tahmin etmek zormuş, bu açıdan ortada "esrarlı" bir durum varmış gibi...
Arkasından etrafında dolaşılan iki olay daha: Genelkurmay İkinci Başkanı'nın sağlığına ilişkin –gizli kalması gereken- haberler ve Kara Kuvvetleri Komutanı'nın Genelkurmay İkinci Başkanı'yken 2004'de Kudüs'te Ağlama Duvarı önünde çekilmiş fotoğrafının –tabii ki malum yorumla- yayımlanması.
Görüyorsunuz; kamusal hayata ilişkin ortada olan büyük siyasi-hukuki sorunların ağırlığı ve ülkenin anayasal sisteminin kilitlenmesi her şeyi anlamak için yetmiyormuş gibi, ülkede neler olup bittiğini bir de bu "polisiye" iddia ve yorumlarla anlayacağız...
Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliklerinin bundan böyle hangi çerçevede yapılabileceğine ilişkin altından kalkılması çok zor bir içtihat koyarak ülkede siyasetin rolünü neredeyse "valelik"e dönüştürmüş, ama biz hâlâ şu "esrarengiz yemek"te ne konuşulduğunu, şu komutanın sağlık sorunun ne merkezde olduğunu, Baykal'ın Başsavcı ile karşılaşıp karşılaşmadığını, "Ağlama Duvarı"nın önünde durmanın ne anlama geldiğini öne çıkararak rejimin yol haritasını çıkartmaya çalışıyoruz.
Yazık bunca enerjiye doğrusu... Ülkede neler olup bittiğinin anlaşılması için illâki "polisiye" merak mı gerekiyor?
Türkiye'de bu "merak"ın peşine takılıp gitmek yeni bir şey değil. Eskiden beri bu böyle... Ortada apaçık, aleni, çırılçıplak duran gerçeklik bize yetmiyor. Bu gerçeklik kendi başına ne derece vahim olursa olsun, bunun da arkasında mutlaka "polisiye" bir ilişki vardır ve onu bulmadan bulmacayı çözemeyiz diye düşünüyoruz herhalde.
Anayasa Mahkemesi'nin son içtihadı ortada dururken, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı'nın baş davetli olduğu bir yemekte neler konuşulduğunun ne önemi var? Komutanın sağlık sorunlarından kime ne? "Ağlama Duvarı" haberinin bir önceki versiyonundan (Büyükanıt için yapılan benzer yayınlar) ne hayır elde edildi ki hâlâ ısrar ediliyor?
Hiç şüphe yok ki, aklını-fikrini bu işlere takanlar en büyük kötülüğü "siyaset"e yapıyorlar. Siyaseti -sanki- bundan ibaret bir şeymiş gibi gösterip, "polisiye" meraklılarını dünyanın böyle döndüğüne inandırmaya çalışıyorlar.
Bu çerçevede Osman Paksüt'ün Kara Kuvvetleri Komutanı'nı ziyaretine ilişkin haber ve yorumlarda söz konusu ziyarete ilişkin bilginin kaynağının "Genelkurmay'ın içinden" olduğunun özellikle belirtilmesine de bir anlam veremedim doğrusu.
Ne yani, bilgi-haber kaynağı "içeride" ise bundan memnun mu olmamız gerekiyor? İstihbarat ağının sözü edilen kurumun "içine" kadar ulaştığını görüp "Çok iyi bir orası eksikti, şimdi o da tamam" diyerek ellerimizi ovuşturmamız mı gerekiyor?
Ben hiç mi hiç böyle düşünmüyorum. Bir ülkede dönen haberin hasının mutlaka "istihbarat" kokması gerektiği gibi bir yere varıldı ise, demokrasi açısından durum çok vahimdir denebilir.
Benim düşüncem, ortada apaçık olarak duran gerçekliğin tek başına yeterince ağır-vahim olduğundan hareketle, enerjimizi asıl olarak bu gerçeklikle nasıl baş edebileceğimize hasretmemiz gerektiği yönünde. "İçerlerde" neler olup bittiğinden çok önce "dışarıda" apaçık olarak ortada dikilip bize bakan gerçeklik ile ilgilenmek daha yerinde bir seçim değil mi?
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT