Orta Afrika’daki Vahşetten Ukrayna’daki Gelişmelere...
Bazen böyle birkaç protesto ile bile, hiç tasavvur ve tahayyül etmedikleri trajik şekillerde gidebileceklerinin son bir örneğidir, Ukrayna..
Selahaddin E. Çakırgil'in yorumu:
Orta Afrika’daki korkunç bir vahşilik, canavarlık hükümfermâ..
Sudan’ın batısında, Çad’ın güneyinde, Kongo ve Zaire’nin kuzeyinde, Kamerun’un doğusunda, 620 bin km. karelik bir büyük ormanlık ülke.. Nüfusu 4-5 milyon kadar..
Bu ülkenin nüfusunun yüzde 15 kadarı müslüman.. Yani, yaklaşık 750 bin kadar..
Şimdi bu bir avuç müslümana, dünyanın gözü önünde, kameralar karşısında, haber filmleri dünyaya pervasızca servis edilecek bir canavarlıkla, hattâ en savunmasız kadınlara, çocuklara, silahsız insanlara, sırf müslüman olduklarından dolayı en korkunç vahşilikle saldırılıyor.
Bu korkunç durum aylardır devam ediyor. Hergün onlarca-yüzlerce insan öldürülüyor, Hedefin bu ülkeden müslümanları kaçırtmak ve müslümanlardan arındırılmış bir ülke haline dönüşmek.. Hattâ, artık‚ ’Bu ülkede ezan sesi bile duyulmayacak..’ diyorlar.
Can çekişmekte olan ve yerlerde sürünen gencecik müslüman insanlara, yarı can çekişme halindeyken bile, çıldırmışcasına hareket halinde olan yığınlar, bıçaklarla saldırıyorlar, postallarla kafalarını eziyorlar ve sonra da öldürdükleri insanların cesedlerini sürükleyip ateşe atıyor, yakıyorlar.
Dünya aylardır seyirci bu tabloya..
Çünkü, dünya medyası, kendisini emperyalist merkezlerin ilgisine göre ayarlıyorlar. O merkezler ise, ezilmekte olanlar müslümanlar olduğundan; ilgilerini kendi genel stratejilerine göre ayarlıyorlar.
Anlaşıldığı kadar, bu ülke ile ve bu ülkedeki mazlum müslüman kitlelerle Erdoğan Türkiyesi’nin de henüz sağlıklı bir bağ kuramadığı anlaşılıyor. Halbuki, âcilen yapılması gereken bir müdahale durumu sözkonusu..
Afrika ülkelerinin büyük kısmı son 200 yıl boyunca, yazık ki, Portekiz, Fransa ve Belçika gibi ülkelerin sömürgesi olmuş coğrafyalardı.
Şimdi de, Fransa bunlardan en etkini..
Her bir rahatsızlıkta derhal o devreye giriyor, bunu geçmiş 200 yılda birlikte olmanın gereği olarak bildiriyor. Ve emperyalist dünya da, bu tutumu tabiî bir hakk ve vazife olarak görüyor. Dahası, yerli halkın arasında belirli bir kesim de, zor zamanlarda, buhranlı zamanlarda hemen Fransa ve emsali ülkelerin duruma müdahale etmesi çağrılarını yükseltiyorlar. Bu durum geçen yıl, Batı Afrika’da eski bir fransız sömürgesi olan Mali’deki buhran sırasında da görülmüş ve halkın belli bir kesimi de, Fransa’nın müdahalesini âdeta ’kurtarıcı’ gibi bekler hale gelmişti.
(Bu durum, Rusya’nın siyasetinde de görülüyor. 200-300 yıl sömürgesi olan halkların ve coğrafyaların, 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında zâhiren müstakil hale gelen ülkelerin hemen herbirisinin iç işlerine, hele de buhran zamanlarında Rusya müdahale etmeyi kendisine tabiî bir hak olarak görüyor.
Hatırlayalım ki, Osmanlı Devleti döneminde, 500 yıl kadar birlikte yaşamış olan halklarla ilgilenmemiz, içerdeki belli çevrelerce bile ağır şekilde eleştiriliyor. Çünkü, 90 yıllık kemalist-laik cumhuriyet dönemi, hele de müslüman halklarla asırlarca birlikte geçen tarih dönemlerini görmezlikten geldi, müslüman halkların bir daha bir arada bulunmasına zemin hazırlayacak gelişmelerin yolunun kesilmesini gerekli görmüştü. Şimdilerde, yüzyıllarca kader birliği yapmış olmanın duyguları yeniden filizlendirilmeye geliştirilmeye çalışılıyor ve bundan, içerdeki ve dışardaki mâlum odakların da nasıl bir rahatsızlık duydukları biliniyor.)
İki hafta öncelerde, Devlet Başkanı François Hollande Türkiye’ye geldiğinde bu konuda kendisiyle bir görüşme olup olmadığı hususunda kamuoyuna hiç bir açıklama yapılmadı. Yoksa emperyalist güçler, kendi parselleri olarak gördükleri coğrafyalardaki buhranlar konusunda başkalarına söz söyleme, görüş belirtme hakkı tanımıyorlar mı?