Örfi idare mahkemesi!
Ne askeri mahkemesi kardeşim, eskiden bir de örfi idare mahkemesi vardı..
Özellikle de sivilleri yargılamak üzere kurulan askeri sıkıyönetim mahkemelerine o zaman verilen ad örfi idare mahkemesi idi..
Sivilleri yargılamak üzere kurulan askeri mahkemelerden askerlerin adli mahkemede yargılanmasının konuşulduğu günlere geldik..
Bugün Baykal son mini değişikliğe itiraz ederken, dün kendisi askeri mahkemelerin kaldırılmasını istemiş.. Çelişkilerin ve talihsizliğin muhteşem çocuğu Deniz Baykal da Demirel’in geldiği noktaya geldi demek ki sonunda. “Dün dündür, bugün bugün” netekim!.. Askerin adli yargıda yargılanmasıyla ilgili kanuna karşı çıkan Baykal, 16 yıl önce Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’nin kaldırılması için teklif vermiş: “İdari yargıda ayrılık ve ayrıcalık olmaz.”
Dahası da var: ‘CHP Genel Başkanı’ olarak 3 Mart 1993’te TBMM Anayasa Komisyonu’na gönderdiği anayasa değişiklik teklifinde “askerî mahkemenin kaldırılmasını” isteyen Baykal, “Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’nin kuruluşuna ilişkin 157. madde Anayasa’dan çıkarılmalıdır. İdari yargıda bir ayrılık ve ayrıcalık kabul edilemez. Asker kişilerin özlük hakları ve idari işlemleri ile ilgili yargı denetimi için Danıştay yeterli ve uygun bir yargı kuruluşudur” diyor..
Şimdi “töre cinayetlerinden” söz ediyoruz. Eskiden “örfi cinayetler” de vardı. “Divan-ı harb-i örfi”ler vardı İttihat Terakki döneminde.. Osmanlı’daki örfi idare Cumhuriyete aynı şekilde geçti ve daha sonra sıkıyönetim adı ile devam etti.. Örfi idare mahkemeleri de aslında sıkıyönetim mahkemelerinin diğer adı idi.. Yani darbecilerin tetikçiliğini yapan özel mahkemeler.. İstiklal Mahkemesi’ndeki uygulama şekli ile, kanuna göre yargılama yapan değil, yaptığı yargılama ve verdiği karar kanun sayılan, icabında savcısı, savunması, temyizi olmayan mahkemeler.. 80’e kadar da bu şekilde anıldı..
Örfi idare adını bu halk ilk kez 31 Mart’ta duydu. Ve bu despotluk İttihat Terakki’den bize miras kaldı..
Örfi idare tarihimizden size ilginç bir detay: 31 Mart Ayaklanması’nın bastırılmasının ardından Halife sıfatını taşıyan Sultan İkinci Abdülhamid tahttan indirildi ve Selanik’e sürgüne gönderildi. Abdülhamid, Şemsi Efendi Mektebi olarak da bilinen Şimon Zwi Mektebi’nin de kurucuları arasında yer alan Yahudi iş adamı Alatini Efendi’nin evinde mecburi iskana tabi tutuldu... Ardından duruma hakim olan İttihat ve Terakki, bütün fırkaları / partileri lağvederek muhalif olanları tutuklattı.. Hiçbir suçu yokken, sadece cemiyete karşı oldukları zannedilen birçok zabit de tutuklanarak Bekirağa Bölüğü’ne hapsedildi. İstanbul’da örfi idare (sıkıyönetim) ilan edilerek divan-ı harb-i örfilerle (sıkıyönetim mahkemeleri) birlikte darağaçları kuruldu. Kendilerine göre suçlu görülenlerin yanında kendileri için tehlikeli olabileceğini düşündükleri suçsuzlar da idam edildi.
Peki örf ne demek? İnsanlar arasında güzel görülmüş, red ve inkâr edilmeyip mükerreren yapılagelmiş olan şeydir. Örf, İslam hukukunda hem akli hem de şer’i anlamda güzel olan ve aklı selim tarafından güzel kabul edilen, yadırganmayan şeylerdir. Örf herhalükarda hem akli hem de şeri anlamda güzel olan şeyleri tanımladığı için iyi veya kötü olarak ayrılmaz. Evet darbecilerin din ve tarihten aldıkları, mutlak iyi, doğru ve güzeli ifade eden bir değerken, darbecilerin elinde bir zulüm aracı olarak önümüze çıkmaktadır..
12 Mart’ta da gördük.. Zalimler zulmetmek için bahane arar ve en yakınındaki insanları bile acımasızca katledebilir. “Darbeciler, önce kendi evlatlarını yer” lafı boşuna söylenmemiştir.. Zulüm çarkı bir kez dönmeye başladığında, kendi bânisini de yutar, gün gelir..
Başbuğ basın toplantısında çok kesin konuşuyordu ama, o da sanırım bu konuda yine iletişim danışmanlarının oyununa geldi.. Başbuğ’un iddiaları doğru değildi çünkü..
Mehmet Altan geçen gün Başbuğ’a askeri yargı garabeti üzerinden yüklendi. İddialarının dayanağı ise askeri bir yargıçtı. 22 yıl askeri hakimlik yapan hukuk doktoru Dr. Ümit Kardaş’ın doktora tezi ‘Askeri Hákimin Bağımsızlığı ve Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yetkileri’ üzerine. Kardaş’ın kaynakları, Başbuğ’u değil, Altan’ın iddialarını doğruluyor.
Dünyada böyle bir garabet yok..
Dünyada, diktatörlükle, darbe rejimleri ile yönetilen ülkeler dışında hangi ülkede Genelkurmay Başkanı, MSB’nin önünde durur?. Bu bile çarpıklığın çok açık bir göstergesi değil mi? Bu durum bile Türkiye’nin hâlâ yarı askeri bir diktatörlük rejimi ile yönetildiğinin kanıtı değil mi? Bırakın şimdi şu belge tartışmasını..
Hukuk devleti olamamamızın sebebi hâlâ darbe anayasaları ile yönetilmemiz değil mi?
Kenan Evren’i, hapishanede olması gereken darbeci bir generali hâlâ yargılayamamamız ve hâlâ millet parası ile besliyor olmamız, içinde bulunduğumuz durumu izaha yetmez mi?
Askerler ne zaman politik konularda konuşacak olurlarsa, bu tür eleştiriler gecikmeyecektir.. Sussalar, belki kendileri için daha iyi olur..
Başbuğ EMASYA’nın ve İç Hizmet Yönetmeliği’nin kaldırılmasını, askeri yargının lağvını, Anayasal kuruluşlardaki askeri temsilcilerin geri çekilmesini, Genelkurmay Başkanının protokoldeki yerinin yeniden düzenlenmesini, vicdani reddin kabul edilmesini, YAŞ kararlarının yargı denetimine açılmasını, MGK’nın yeniden düzenlenmesini talep edebilir mi?
Bir de bunları denese..
Selam ve dua ile..
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT