“Orada Ne Oluyor?” Tunus İzlenimleri-1
Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir
kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa
o şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir
(Esenlik Bildirisi'nden)
Ulustan Ümmete Heyeti 5 Ocak Cumartesi günü kalabalık bir kadroyla Tunus'a gitti. Heyetin içinde olan bir gözlemci olarak amacımız “Arap Baharı”nın başlangıç noktasını tanımak, devrim sürecini bizzat yapıcılarından dinlemek ve daha yakından ve gerçekçi bir değerlendirmede bulunmaktı. Bu açıdan Türkiye'de bir ilki gerçekleştirmesi açısından söz konusu seferin önemli bir misyon icra ettiğini belirtmeliyim. Daha önce İran Devrimi sonrası benzeri bir niyetle içinde Hayreddin Karaman ve Hamza Türkmen gibi isimlerin de bulunduğu bir heyet İran'a gitmiş ve Devrimin öncüleriyle görüşmüşlerdi. Söz konusu diyalog ve tanışma seferinin değerlendirmeleri daha sonra “İran İzlenimleri” (Objektif Yay.) başlığıyla kitaplaştırılmıştı.
Aradan 30 yıl geçtikten sonra yine yanıbaşımızda büyük bir toplumsal dalga yaşandı. Daha önce İran Devrimi, Afgan ve Bosna Cihadı gibi önemli olaylar konusunda olduğu gibi bu toplumsal dalga hakkında da olumlu ve olumsuz pek çok yorum yapıldı. Olumsuz yorumlardan bir çoğu öyle ölçüsüzdü ki, değerlendirmelerden ekserisi itham ve yargılamaya kadar varıyordu.
Masabaşı ve tek taraflı yapılan bu yorumların adil ve yapıcı bir anlama-empati kurma ve değerlendirmeye dönüşebilmesi için ise çok basit bir adım atmak gerekiyordu. Bahsettiğimiz toplumsal değişim dalgalarının öncüleriyle bizzat görüşme, ünsiyet kurma, hüsn-ü zann ekseninde dışarıdan zaaf olarak gördüğümüz hususlar konusunda nasihatleşme olmalıydı.
Gelin görün ki, Büyük bedeller ödeyerek bu değişimi gerçekleştiren “kardeşleri” hakkında masabaşından ahkam kesmeyi kendilerine yakıştıranların aksine gerçeği yerinde görme ve tanışmak için yola koyulduk.
Tunus, Fenike kökenli Kartaca uygarlığı ve sonrasında Roma'nın hakim olduğu bir bölgeyken daha sonra İslam medeniyetinin bir parçası, hatta ilim merkezlerinden biri haline gelmişti. İslam kültürü Tunus'ta Muvahhidler Medeniyetini ve onun altın çağını, Fatımi tahribatını Osmanlı kültürünün izlerini görmek mümkün...
1881'den 1956'ya kadar 75 yıllık Fransız sömürgeliği döneminde Tunus geniş çaplı bir kimlik tahribatı yaşamış. Kendi tarihine ve benliğine yabancılaşan bir ülkeye, “Frankofon” bir ülkeye dönüştürüldü. Sömürgeciler geri çekilirken ardlarında bıraktıkları Laikçi kadrolar eliyle, Habib Burgiba eliyle Tunus'ta zihinsel sömürgenin sürekliliğini sağladı. Burgiba sonrası süren Bin Ali Rejimi de bu sürecin son halkasıydı.
Kendi benliğine fransızlaşan bu resmi ideoloji diktatörlüğü sosyal adaletsizlik ile yaşam buluyordu. İşte bu kısa arkaplan üzerine 14 Ocak 2011'de bardak taştı, Buazzi (Ebu Aziz) çakmağı çaktı biriken öfke alevlendi, sokaklar Devrime taştı...
İşte biz özetlediğimiz bu kardeş coğrafyaya yola koyulduk...
İlk konuğumuz EMEL Cemiyeti İnsani Yardım Vakfı Başkanı Nasreddin Bahrini, Bin Ali döneminde siyasi tutsakların ailelerinin yaşadıkları sorunları paylaştı bizlerle. Nahda Hareketi Lideri Raşid Gannuşi'ydi. Gannuşi, Nahda'nın siyasal söylemini, Islah anlayışını ve Nahda içerisindeki farklı eğilimleri anlattı. Nahda'nın Devrim öncesi stratejilerinden bahsetti. Gannuşi'nin konumu dolayısıyla daha genel bir “hoşgeldiniz konuşması” yaptığını söyleyebiliriz. Devrimin temel felsefesi konusundaki yaklaşımlarıyla sivil devlet, birarada yaşama kültürü ve Demokrasi üzerine bina ettiği konuşmasını ve yaklaşımlarını Tunus'u içeriden gördükçe daha iyi anlıyoruz;
Tunus, Türkiye'nin 28 Şubat'ını yaşıyor. Güçler dengesi açısından Türkiye'den tek farkı Tunus'un güçlü bir ordusunun olmaması. Bunun dışında Bin Ali rejimi sırtını Fransa'ya dayadığından olsa gerek orduyu çok güçlendirme ve ideolojik bir silaha dönüştürmek zorunda kalmamış. Ayrıca ülke şartlarında kendisine darbe yapılmaması için de orduyu güçlendirmemiş. Bu durum devrim tarihine gelindiğinde kendisine yönelik en büyük zaafiyete dönüşmüş...
Bunun yanında Bin Ali medya, yargı, yasama ve yürütme/bürokrasi ve polisi laikçilik ekseninde örgütleyerek ülkenin kamuoyunu elinde tutmayı başarmış. Bu “başarı”ya destek veren şey ise Frankofon kültür. Yani toplumun elit ve ortasınıf kesiminin batılı hayat tarzını seçmiş olması.
Tabi bu durum yeni iktidarın da sınavını oluşturuyor. Birarada yaşama ve uzlaşı kültürü olmaksızın Laik/seküler kesimlerle ortak bir gelecek inşa etmek imkansız. Bu sebeple Nahda, şuan ortağı olduğu 2 laik partiyle oluşturduğu koalisyonda devrimi insan hakları, özgürlükler ve sosyal adalet temelinde bir yapılanmaya odaklanmış. Ya kanlı bir çatışmaya girecek ya halkın çoğunluğunun taleplerini ve yaşam tarzını aşamalı biçimde fransızlaşanların işgal ettikleri aygıtlarla ortak kullandırarak toplumu ıslah edecek. Bu uzlaşı bir taraftan bakıldığında “taviz” diğer taraftan bakıldığında “alan genişletme ve tedrici bir normalleşme” olarak okunuyor.
Eski rejimin kalıntısı medya ve yargıda çöreklenen statükoya karşı Nahda mayınlı bir yolda ince ince işleyerek yürüyor. Bu sebeple de söylemini ve pratiğini ona göre şekillendiriyor. En azından gerek Üstad Gannuşi gerek Nahda Siyasi Büro Başkanı Amid el-Ureyd'in çizdiği tabloyu ben böyle anladım...
-Kayravan'ın çarşılarında halen urgan satılıyor-
6 Ocak'ta Hammamat’tan 160 km güney batısındaki Müslümanların ilk yerleşim birimi olan Kayravan şehrine gittik. Kayravan, dar sokakları ve el değmemiş İslami masumiyetiyle kendisine Fransızlaşan Tunus laikliğinden çok farklı bir görünümde. Şehirdeki toplum yapısının İslami kültürle daha sıkı bağlara sahip olduğunu gözlemleyebiliyoruz.
-Selefiler-
7 Ocak'ta Tunus Selefi “Islah Cephesi” Başkanı Muhammed Khuja (Hoca) ve Teşkilattan sorumlu Refik el-Avni ile görüştük. Selefiliğin öze dönüşçü bir toplumsal ıslah çabası olduğunu belirten Hoca'nın çizdiği vizyon bugünlerde çokça yaygınlaşan “kaba saba, dayatmacı, saldırgan Selefi” imajından çok farklı bir yerde duruyor. Mısır'da Ömer Abdurrahman'ın Cemaat-i İslamisi'yle fikirsel ve siyasal bağları olduklarını ifade eden Hoca, demokrasiyi bir yöntem olarak dışlamadıklarını ve seçimlere katıldıklarını ifade ediyor. Kendisine Nahda'ya yönelik itikadi bakışlarını sorduğumuzda tekfire karşı olduklarını, Nahda'yı siyasal alanda yaptıkları-amelleri konusunda eleştirdiklerini ama imanlarını tartışmadıklarını ifade ediyor. Bize sunduğu Islah; aşamalı olarak toplumun İslam'a ikna edilmesini öngörüyor. Baskılara karşı insan hakları ve özgürlüklerin yaygınlaştırılmasını savunuyorlar. Nahda'ya yönelik eleştirileri ise İslami olmayan kesimlere çok fazla “centilmen” ve “taviz veriyor olması” şeklinde ifade ediyorlar. Nahda ile ilişkilerini nasihatleşme olarak tanımlıyorlar. Bu açıdan bakıldığında İslami bir muhalfetin varlığı Nahda gibi birarada yaşama dengesini gözeten Müslümanları dengelemesi onları uyarması açısından gereklidir...
-Sosyalistleri dinlemek-
Selefilerden sonra “Tunus İşçi Partisi” Merkezi'ni ziyaret ettik. Şerif el-Harafihi (Parti İcra Kurulu Başkanı) ve Hamadi bin Mim (Yönetim Kurulu Üyesi) bizlere Sosyalist hareketin Tunus Devriminde oynadığı rolü arka planı ve bugünüyle özetlediler. Özellikle Hamadi bey, Devrimi ülkenin muhtelif bölgelerinde süren toplumsal hareketlerin hazırladığını vurguladı. Bu süreçte İslamcılarla Sosyalistlerin Bin Ali rejimine karşı insan hakları ve özgürlükler müşterek noktasında ortak hareket ettiğini, onbinlerce rejim muhalifinin kimliğine bakılmaksızın işkencelerden geçirildiğini anlattı. Özellikle 2005'te ülkenin Gafsa kentinde düzenlenen sivil itaatsizlik hareketinin devrim sürecinde dönüm noktası olduğunu belirten Mim, Laikçi medya tekeli sebebiyle bu geniş tabanlı hareketin dünya kamuoyuna yansıtılamadığını söyledi. Mim, Buazzi'nin yaşanan bu gelişmeler sonrası gelinen taşma noktasını simgelediğini ifade etti. Şuan muhalefette yeralan İşçi Partisi'ni dinlemek devrimne farklı açılardan bakabilmek açısından önemliydi. Nahda'yı zaman zaman Bin Ali rejimiyle uzlaştığı için eleştiren İşçi Partililerin aksine Türkiye'deki sosyalist hareketin Tunus devrimini bir Amerikan oyunu olara görmesine karşın sosyalistlerin devrimin mimarlarından biri olması da ayrı bir çelişki. Türk Solu'nun “fransızlığı” burada da sırıtıyordu hasılı kelâm...
Ulustan Ümmete Gezi ve Diyalog Grubu geri dönüş için havaalanına gitmeden önce Zeytuniye Külliyesi’ni ve çarşısını dolaştık. Daracık Zeytuniye sahaflarında Muhammed Abduh'a, büyük müfessir Tahir b. Aşûr'a, İbadiye kitaplarına rastladık.
Mescitlerde ve ibadetlerde halkın çoğunluğunun tabi olduğu Maliklik ve sonrasında selefilik ve İbadiye yaşıyor...
Başkent Tunus'un ara sokaklarında ve caddelerinde gezerken İstanbul'un İstiklal caddesinde zannedersiniz kendinizi...
Duvarlarda devrim sloganları, çeşitli kültürlerin harmanlandığı yüzler ve her yerde İslam kültürünün, Osmanlı'nın izleri...
Kandil geceleri buhur kokan Tunus'tan ayrılırken,
Bir halkın ülkeye yabancılaşmış despotlardan öcaldığını görmek umut vericiydi...
YAZIYA YORUM KAT