Opus Dei ve Hukuk
Toplumun bir kısmı, özellikle AK Parti'ye muhalif olan kesim ülkede Gülen cemaatinin bir sorun oluşturduğuna inanmıyor. Onlar için bu “cemaat bir sivil örgüt, dolayısıyla söz konusu tedbirlerin arkasında başka niyetler var.”. Bunlar arasında “darbe iddiasıyla yolsuzlukları örtmek, yolsuzlukların üzerine giden cemaat mensuplarını cezalandırmak, yargıyı siyasallaştırmak, iktidar tahakkümü kurmak için cemaati bahane olarak ileri sürmek” var.
Bu çevrelerde siyasî iktidara ve Erdoğan'a duyulan öfke o denli büyük ki, denklem onlar için bu kadar mutlak ve basit.
Ancak, kim nasıl bakarsa baksın, bu, Türkiye'nin gerçeklerini teğet geçen bir bakıştır...
Gülen cemaati, 2008-2010 arası Türkiye'de devlet gücünün ve yargının kendi planı çerçevesinde belli siyasî hedefler için kullanılmasının, sivilleşme meselesinden Kürt sorununa izlenen politikaların hukuk ve demokrasi dışına sapmasının, diğer bir ifadeyle “otoriterleşme”nin önemli kaynaklarından birisi olmuştur.
Her hukuk devleti için her anlamda ciddi bir tehlike ve risk oluşturacak böyle bir yapı, Türkiye'de üzerine gidilmesini kaçınılmaz kılmaktaydı.
Ve üzerine gidildi.
Ne var ki, savcı, yargıç, polis yetkilerinin kılıfına uygun, ancak keyfî kullanılmasıyla Opus Dei tarzı, kendisini saklamak ve meşrulaştırmada mahir olan bu tür yapılarla belge, somut kanıt üzerinden mücadelenin kolay olmadığı, şüphe götürmez.
Bu durumda yapılması gereken şeffaf ve meşru idarî tedbirlerle tehlikeli yapılanmayı pasif hâle getirmek, hukukî açıdan kurallara uygun, ısrarlı, sabırlı davranmak, kamuoyu önünde bu yapıyı teşhir ederek onunla mücadele ve demokrasi arasında bağ kurmaktır.
Hukuk düzeni açısından bir diğer dev sorun, bir başka otoriterleşme baskısı ve dalgası işte bu noktada başlayacaktır.
Bu konuda, ben dâhil, cemaati büyük bir sorun gören çok kişi, hukukî ve demokratik meşruiyetten sapılmaması konusunda sürekli uyarıda bulundu, tersi durumları eleştirdi.
Ne yazık ki, gelişme, ters istikamette oldu.
Doğru ve haklı bir mücadelede hukuk sınırlarını zorlayan, kimi zaman bu kurallara ters düşen yöntemler sık kullanıldı. HSYK kanunu, cemaatçi tutuklularla ilgili tahliye kararı veren hâkimin tutuklanması bu adımların arasında yer aldı. Cemaatin kılıfına uygun yargı kararlarının bir benzeri onunla mücadelede ortaya çıktı. Zamanla bu durum, sistemli bir hâle döndü.
Sistemli bir hâle döndüğü oranda ise iki vahim sonuç üretir:
Bir - Cemaat gibi yapıları sivil, sevimli, demokrasi mücadelesi veren, bu yüzden mağdur bir görüntüye kavuşturur.
Nitekim kavuşturuyor.
İki - Kanunî de olsalar hukuk sınırlarını zorlayan bu tür tedbirler amacını aşarak sistemi otoriterleştiren, yargı düzenini siyasîleştiren, özgürlük alanını daraltan ciddi etkiler üretirler.
Nitekim üretiyor.
Son olarak Koza İpek grubuna yönelik tedbirler bu iki soruyu doğal olarak tekrar gündeme getirdi.
Henüz terör örgütü olduğu bir mahkeme kararıyla hükme bağlanmamış cemaate yardım ettiği iddiasıyla bir şirkete el koyulması ve kayyum atanması, kayyum olarak atanan isimlerin AK Parti'yle bağlantılı isimlerden oluşması, kayyumların ilk icraatının ekranı karartma olmasının ürettiği tablo demokratik kurallar açısından kabûl edilebilir bir tablo değildir.
Bugün ve Kanaltürk televizyonlarının, Bugün ve Millet gazetelerinin AK Parti'ye aktif muhalefet yaptıkları dikkate alınırsa, bu tedbirlerin dünyanın her yerinde siyasî iktidarın baskısı olarak algılanması kaçınılmaz olur.
Dahası cemaatin mensupları tarafından çıkarılan ve onun çizgisinde yayın yapan, mücadele eden bu kanallar ve gazeteler, böyle bir durumda pek çok çevrenin gözünde mağduriyet üzerinden aklanır hâle gelirler. Bu da ayrıca kabûl edilemez bir sonuçtur.
Hukuk ve meşruiyetten sapmamak gerekir...
Her şey ve herkes için...
Yeni Şafak
YAZIYA YORUM KAT