Operasyon tamam, peki ya Kürt meselesi?…
Irak'a kara harekâtı başladı. Gerekçe PKK'ya yönelik tecridi derinleştirmek, örgütü stratejik ve taktik olarak çöküntüye uğratmak ve muhtemelen alanı genişleterek yeni bir alan kontrolü sağlamak…
Bu tür sınır ötesi askeri operasyonların çok yönlü sonuçları olur…
Türkiye'nin giriştiği bu çaplı harekâtın da çok yönlü sonuçları olacaktır. Türkiye-Irak ilişkilerinin, Türkiye-AB ilişkilerinin bu gelişmeden ciddi bir şekilde etkileneceği, hatta şimdiden etkilendiği ortadadır.
Evet, gerekçeler ve girişim askeri…
Buna karşın sonuçlar hem içeride hem dışarıda siyasi olacaktır…
Şu aşamada operasyonla ilgili söylenecek çok şey yok, ama sorulacak çok soru var…
Asıl soru ise şudur:
Siyasi iktidarın Kürt sorunundaki tüm hamleleri askeri mi olacaktır, bu soruna yönelik tek tedbir güvenlik tedbiri mi olacaktır?
Dağlıca baskınından sonra siyasi iktidar önce sivil adımlar konusunda umut verici bir tutum takınmış, ancak hemen ardından Kürt sorununun toplumsal ve siyasal varlığını reddeden, görmezden gelen bildik bir tavrı benimsemeye yönelmiştir.
Sonuçta, hak ve özgürlüklere yönelik demokratik adımlar, komşu Kürtlerle iyi geçinmemizi sağlayacak diplomatik girişimler ve PKK'yı silah bırakmaya itecek, aralarında affın da olduğu yasal tedbirler beklentisi, daha doğrusu "üçlü paket ihtimali" zaman içinde ve bugün itibariyle suya düşmüştür.
Askeri operasyon bu gerçeği bir kez daha gözümüze sokmaktadır.
Bu tür etnik temelli sorunların sadece güvenlik tedbirlerle çözüldüğüne daha yakın tarih tanık olmadı. Ne İspanya'da ne İrlanda'da ne Fransa'da bu tür sorunlar sadece askeri yöntemlerle çözülmedi.
Bu konuda en keskin tecrübelere sahip ülke Türkiye, üstelik…
Bu tecrübeler hiç yaşanmamış gibi, iş başına gelen her siyasi iktidarın "ateşi elleyerek tanıması"na bu ülkenin ne hali var ve ne zamanı…
Endişe odur ki, AK Parti, her geçen gün Kürt sorununun tanımında resmi devlet anlayışına doğru hızla ilerlemektedir. Meseleyi bir yönüyle terör diğer yönüyle bir kalkınma sorunu olarak tasavvur etmektedir. Terör örgütünün kıstırılması ve ona bölgeden verilen desteğin bitmesi halinde sorunun buharlaşacağına inanmaktadır. Ve temel beklentisi ilk yerel seçimlerde Diyarbakır, Van, Bitlis, Hakkâri gibi belediyeleri kazanmaktır.
Bu "naif tutum" ile "milliyetçi refleks"in el ele vermesi Türkiye'ye sadece zaman ve can kaybettiriyor. Öcalan'ın yakalanmasından sonra harcanan ve şimdi yeniden yakalanan fırsat, yani askeri ve psikolojik üstünlük anında demokratik ve akılcı adımlarla çözüme doğru ilerleme imkânı, bir kez daha harcanacağa benziyor.
Gerçekten yazıktır…
Kürtler arasında PKK'ya karşı duranların bile başka bir düzeyde bu örgütle hem bir "kan akrabalığı" hem zihni bir ilişki kurduklarını görmemek, bu ilişkinin temelinde ise kimliğin, tarihin, milli bir tutumun yattığını fark etmemek nasıl olabilir?
Başbakan'a Kürtlerin ilk isyanının 1830'larda Cizre emiri Bedir Han'la başladığını, 1870'lerde Şeyh Ubeydullah'la devam ettiğini, 1925 Şeyh Sait, 1930 Ağrı, 1935 Dersim isyanıyla kesintisiz bir hale, bir siyasi varoluş şekline dönüştüğünü hatırlatmaya gerek var mı?
Son Kürt isyanının 1978'den bu yana, 30 yıldır büyüyerek, toplumsallaşarak yol aldığını kanıtlamaya ihtiyaç var mı?
O bölgeden nice siyasi partiler, DP; AP; CHP nice oylar aldı.
Sorun ne bölgeden oy alarak çözülüyor ne silahla…
Bir bölgenin altını üstünü getiren, kıyıcı Dersim tenkilinin etkileri işte sadece 30-40 yıl sürmüştür bu ülkede…
Başka bir bakış lazım…
Kürtleri görmek ve uzlaşma aramak lazım…
Aksi halde daha nice çatışmalar yaşar, operasyonlar görür, şehitler veririz…
Yeni Şafak
YAZIYA YORUM KAT