‘Operasyon şeş’e doğru
Ergenekon’un gözaltına alma ve ev arama dalgalarına paralel olarak DTP’ye de ikinci dalga operasyon uygulandı. Farklı kentlerden olmak üzere yaklaşık üç yüz kişi gözaltına alındı ve akabinde çoğu tutuklandı. Resmî açıklamadan anlaşıldığına göre gerekçe, bu kişilerin PKK’nın şehir yapılanmasını oluşturmaları, bu doğrultudaki eylemlere destek vermeleri. Gerekçe bu insanların birçoğu için doğru olabilir. DTP ile hatta sadece Kürt olmakla PKK sempatizanlığı arasında doğal geçişlerin olduğunu herkes biliyor. Bu sempatizanlığın sınırlarının çoğu zaman epeyce belirsiz olduğu da açık. Ancak yapılan eylem hem zamanlaması hem de içeriği açısından salt hukuki bir anlama sahip değil. Ergenekon soruşturmasının ‘Fırat’ın ötesine’ uzanması talepleri yükselirken, Emniyet’in DTP’ye yüklenmesinin bir ‘dengeleme’ olduğunu düşünenler çok. Dahası Emniyet’in Ergenekon yargı sürecine verdiği desteği ve hükümetin de bu sürecin arkasında durduğu dikkate alınırsa, söz konusu ‘dengelemenin’ en genel şekliyle hukukun tecellisini isteyenler ile onu yavaşlatmayı arzulayanlar arasında olduğu öne sürülüyor. Bunun basit anlamı, hükümetin askerle bir tür fikir birliğine gelmiş olduğu ve ‘yargının elinin’ her iki tarafın da işine gelen bir biçimde DTP’ye uzanmasıdır.
Bu değerlendirmenin abartılı olduğu öne sürülebilir. Ancak bugün Kürt meselesinde ve bu meseleyi taşıyan aktörlere ilişkin olarak, olumlu ya da olumsuz hiçbir adımın siyasi anlamından bağımsız olarak ele alınamayacağını görmekte yarar var. Diğer taraftan polisin veya yargının bu konuda ideolojik bağımsızlığa sahip olduğunu ise herhalde kimse öne süremez... Dolayısıyla bu operasyonların çok önemli bir gündeme denk düşmüş olmasını gözardı etmek mümkün değil. Farklı ülkelerde yaşayan ve farklı siyasi bakışlara sahip olan Kürtler önümüzdeki günlerde bir konferansa hazırlanıyorlar. Amacı silahsızlanma ve barış olan bir konferans... Buna PKK’nın nasıl bir katkıda bulunacağı bilinmemekle birlikte, davete icabet edeceği anlaşılıyor. Aynı dönemde ateşkes ilan edilmesi ise herhalde hem bir iyi niyet belirtisi, hem de bir ‘tedbir’ olarak yorumlanmak zorunda... ‘İyi niyet’ tarafı, PKK’nın da koşullar uygun ve kabul edilebilir olduğunda silahsızlanmaya hazır olabileceğini ima ediyor. ‘Tedbir’ ise, ateşkesin bu süreç içerisinde sonradan PKK’ya yıkılacak bir eylemin yapılmasını engellemek üzere atılmış bir adım olabileceğini söylüyor...
Ne var ki herkesin bildiği üzere operasyonlarla birlikte PKK da ateşkesi kaldırmış durumda. Eğer gerçekten siyasallaşmak istiyor olsa, bu örgütün farklı davranacağını savunabiliriz. Ama bu fazla inandırıcı olmaz... Çünkü PKK siyasi strateji açısından yeknesak görüşlere sahip bir örgüt olmadığı gibi, Türkiye devletinin hamlesi olarak gördükleri ve çatışmacı zihniyetin sürdürülmesi olarak yorumladıkları bir operasyon karşısında edilgen kalmaları zor... Daha da önemlisi PKK zaviyesinden, hatta genelde Kürtler açısından bakıldığında, bu operasyonların siyaseten tek bir anlamı bulunuyor: Devlet bu meseleyi çözmek istemiyor ve çözüme direnirken hükümeti de yanına almış gözüküyor. Bu durumda silah bırakarak siyasallaşmanın cazibesi kalır mı? Ayrıca eğer gerçekten de devletin niyeti buysa, silah bırakmak bir ‘siyasi hata’ olmaz mı?
PKK’nın durumu bu şekilde değerlendireceği açık, çünkü arkamızda bunca yılın tecrübesi var ve söz konusu algılamayı biliyoruz. Dolayısıyla soru, devlet ve hükümet yetkililerinin de bildikleri bu algılamaya karşın niçin söz konusu operasyonları yaptıkları. Yanıt ise ister istemez o algılamayı haklı çıkartan bir yoruma işaret etmekte. Yani devlet ve hükümet yetkililerinin nasıl algılanacaklarını bile bile operasyona kalkıştıklarını, diğer bir deyişle PKK’yı silaha davet etmiş olduğunu söylemek durumunda kalıyoruz.
Geçen hafta içinde birçok yazar yaşananları değerlendirirken sembolik olarak DTP’nin PKK’lılaştırılmasından söz etti. Gerçekten de söz konusu tavrın, DTP’yi barışçı bir çizgiye çekmesi zor. Hatta yapılması beklenen konferansın da ‘ruhen’ PKK’lılaşacağını öngörmek mümkün... Düşünün ki bütün bunlar çözüme yaklaşıldığı, eskinin üzerine bir çizgi çekme ihtimalinin hiç olmadığı kadar yükseldiği bir noktada yaşanıyor. Çözüm tabii ki suça göz yumulması değil... Ama unutmamak gerek ki, karşı tarafın işlediği bir suçun ‘siyaseten kullanılması’ o suça hak etmediği bir siyasi anlam verir. Siyaseten anlamlı hale gelen suçlar ise ideolojik olarak meşrulaşmaya müsaittir. Kısacası bu operasyon Türkiye’nin çözüm istemediği imajını beslemekten öte, PKK’nın çözüm istememesini de Kürtler nezdinde meşru kılma tehlikesi içeriyor.
Bu tabloya son bir gelişmeyi de eklemekte yarar var... Görünüşte önemsiz, hatta magazinel bulunabilecek olan bu olay, gerçekte Kürtlerin belleğinde belki de operasyonlar kadar ağırlık taşıyacak. Söz konusu olay Rojin’in TRT 6’daki programından istifa etmesidir... Tekzip edilmeyen gerekçesine göre, programın içeriğine ve konuklarına ilişkin söz hakkı engellenmiş ve başkalarının dizayn ettiği ‘Kürt sohbetlerinde’ rol alması istenmiş. Bu olay, devletin henüz ‘konuşma’ düzleminde bile ‘kendi başına duran’ bir Kürt kimliğine hazır olmadığını gösteriyor. Bu olay Türkiye devletinin bir yenilgisidir... Rojin’i bile o kanalda tutamayan bir zihniyetin, Kürt meselesini çözme iddiası son derece ironik. Belki ilerde bu operasyonlara Kürtçe numara da verirler de, barış hayalini iyice magazinleştirip rahatlarız.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT