Onlara rağmen…
Bu ülkenin gayrimüslim vatandaşları, Yahudiler, Rumlar, Ermeniler vergi öderler, askere giderler, kanunların gerektirdiği her görevleri yerine getirirler…
Buna karşılık bazı haklardan yararlanamazlar.
Mevzuatta engelleyici hüküm olmamasına rağmen, öğretim üyeliği dışında tüm devlet memuriyetleri gayrimüslimlere fiilen kapalıdır.
Yargıç olamazlar, savcı olamazlar, kaymakam, vali olamazlar, subay olamazlar.
Ve bu durum nedense kimsenin garibine gitmez…
Avrupa'da, Amerika'da, Kanada'da, daha nice yerde bireyi kültürel ve dini kimliğinden bağımsız, sadece siyasi aidiyetiyle ele alan ulus-devlet düzenlerinde akla bile getirilemeyecek bu ayrımcı uygulama, Türkiye'de doğaldır.
Dahası meşrudur…
Toplum bilmez, görmez, görse de bilse de sorgulamaz… Doğal karşılar, destekler…
Neden özür diliyoruz diyenler buna ne der acaba?
Bulgaristan'da Türk azınlık partisinin koalisyon ortağı olduğundan haberleri var mıdır ya da parti lideri olan Türk kökenli Almanlardan?
Özür kampanyasına taş atanların arasına katılıp, en ön safa geçen, tanıdığı insanları, hatta hukukçu olan insanları tek tek seçerek taşlarını savuran Ahmet Taşgetiren bu duruma ne der acaba?
Bir yazımda 1870'ler sonraki bazı Ermeni ayaklanmalarına karşı, çoluk çocuk, kadın yaşlı 100.000'leri aşan insanın, Ermeni'nin hayatına mal olan bastırma girişimlerini, “ölçüsüz tedbirler” olarak nitelememi “yandaşlık”la suçlayan, ama “isyan ettiler ya…” diye mırıldanan, Bayramoğlu'nun “PKK ve Kürt sorununa bakışını da gözden kaçırmayın sakın ha…” hatırlatması yapan bu kalem ne der?
Bırakın tarihi yanıbaşındaki haksızlığı ötekiyi bile göremez onlar…
Kolayı seçerler, kendilerinden söz ederler, kendilerine yontarlar… Aslında böyle bakınca söyleyecekleri sözün bir önemi yoktur…
“Ermeni ve Museviler neden hakim ve asker olamaz ya da olmalı mı sorusuna” bir kaç yıl önce yaptığımız bir araştırmada aldığımız yanıtlara benzer muhtemelen sözleri…
Şöyle demişti Konyalı bir öğrenci:
“Soya çekme diye bir şey vardır, belli olmaz, yani bir yerde bir şey söylerken görürsem bunları. Samimiler mi diye dikkat ederim...”
İstanbullu bir işçi, kanaati ise şuydu:
“Ermeni, asker, hakim hiç olmaz. Olur mu öyle şey, gayrimüslim onlar…”
Üst düzey bir devlet memurunun sözleri daha ilginçti:
“Bizim ordumuzda, hâkimlerimizde, savcılarımızda hiç gayrimüslim olmaması normal, çünkü her devlet kendisine yakın olanları içine almak ister. Arkadan vurulmak istemez…”
“Ermeni kökenli sonradan Müslümanlaşmış bir Diyanet İşleri Başkanı'ndan söz ediliyor ne dersiniz sorusuna, Ankaralı bir memur şu tepkiyi vermişti:
“Bize çocukken diyorlardı ki Hıristiyan çocuklarını alıp sahte imam diye yetiştiriyorlar deniyordu. Olduğuna inanırdım da bunların Diyanet İşleri Başkanlığı'na geleceğini düşünmemiştim. Bunu kabul etmem mümkün değil, bir Müslüman olarak. Onu oraya getirenler utansın…”
En ilginci 6-7 Eylül olaylarını anlatırken, bugünkü ortalama fikirlerin ardındaki ruh halini yansıtan yaşlı bir tarikat erbabının sözleriydi:
“Şimdi 1955 sayımında İstanbul'un nüfusu 1 milyon 36 bin oldu. O zaman bir milyon nüfusun azınlıklar denilen kesimi önemli bir yekûn tutuyordu. Mesela biz Beyoğlu'na çıkardık, hiç Türkçe konuşulmazdı. Omuz vururlardı. Rum ve Yahudi piç kuruları vardı. Piç kurusu derdik biz onlara. Oraya hakimlerdi, bu bir. İkincisi, böyle Türk müessesesi yok gibi bir şeydi, İstanbul'da. Tarihten gelen mesela bezcilik filan gibi basit şeyler, Türklerindi…”
Kimileri açısından özün özü böyledir aslında…
İş, Vecdi Gönül'ün dediği gibidir…
İnsanın kendi acısından söz etmesi kolay ve doğaldır…
Mesele ötekini görmektir…
Onlar görmezler ve görmeyecekler…
Sadece taş atıyorlar ve atacaklar…
Ama bu ülke değişiyor, fikri kimliği olgunlaşıyor…
Onlara rağmen…
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT