Onlar ve bizimkiler..
Onlar iktidarken, servete sahipken meydan onlarındı. Biz gerici idik çünkü.. Bize iş yoktu..
Sonra bizden birilerini aralarına alarak, “Bak biz sizi de adam yerine koyuyoruz” demeye başladılar. Bizim de haklarımızı savunur gibi yapıyorlardı.
Kendi içlerinden birilerinin yaptıklarına karşı “ama bu kadar da olmaz ki” diyorlardı..
Sonra bizimkiler iktidar oldu. Servetle tanıştılar. Tamam artık bizimkiler rahata erecek derken, bizimkiler de bizimkilere sırtlarını döndüler.. Başkalarına benzemeye başladılar..
Ne oluyor dediğimizde, önce, “geçiş dönemi, dikkatli olmamız, bu insanları ötekilerin kucağına itmememiz, kazanmamız lazım” diyorlardı.
Bir takım kanallarımız, gazetelerimiz, dergilerimiz oldu.. Ama hiçbir şey değişmedi, eski hamam eski tas.. Okur-izleyici profili değişti ama, yayınlar aynen devam etti. Onları biz kazanalım derken, bizimkilerin gözünde bu “yaşam tarzı” meşruiyet kazanmaya başladı.. Bizimkileri kaybetmeye başladık.
Ötekileri kazanalım derken bizimkiler elden çıkmaya başladı. Ama birileri hâlâ bunun farkında değil..
Bizim “hacı”ların özellikle tekstilde ürün kataloglarındaki resimlere bakınca, elbiseden çok mankenlerin öne çıktığını düşünüyor insan.
Başörtüsü sıradanlaştı ve bir aksesuar haline geldi sanki..
Öyle anlaşılıyor ki, evet, servet ve iktidarın dönüştürücü bir gücü var.. Ama, önce, o gücü eline geçireni dönüştürüyor..
Batılı kavram ve kurumlarla kendi medeniyetimizi açıklamamız mümkün değil.. Bu mimari bizim uygarlığımızın eseri değil. Bu sanayi, bu üretim-tüketim ilişkileri de öyle..
Eba Müslim Horasani der ki: “Onlar zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşmanlar dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dostlar düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.”
Birileri gibi yiyor, giyiniyor, düşünüyor ve konuşuyorsanız, birileri gibi üretiyor ve tüketiyorsanız, birileri gibi yaşamaya başladıysanız sonuç belli değil mi..
Ötekilerin yayınladıkları şeyleri bizimkilerin televizyonlarında, gazetelerinde görünce üzülüyor insan. Ötekileri kaybetmeyelim derken, bizimkileri kaybediyoruz..
Ötekiler gibi olacak idiysek, bu kadar telaş, çaba, kavga-gürültü niyeydi?.
Piyasada travestiden geçilmiyor.. Cinsel değil sadece, siyasi travestiler için de durum aynı..
Birilerinin kıblesi, menfaati. Para, iktidar, güç.. Bunlar kimin elinde ise birileri onların emrine giriyor.. O çevrelerin güvenini sağlamak için ne yapmak gerekiyorsa fazlası ile de yapıyor.. Arzı ihlas ettikleri dergah bir çünkü! Dün niçin İmam Hatip, başörtüsü düşmanlığı yapıyorsa, bu gün onun için servet, iktidar ve gücün yanında o değerleri savunuyor.
Aslında bir şeyi savundukları yok.. Sadece statü ve servetlerini korumak istiyorlar o kadar. Dün birileri onları kendilerinden zannederken yanılıyorlardı. Bugün de bizimkiler aynı yanılgı içinde..
Bulunduğu kabın şeklini alan, “gelen ağam-giden paşam” “kral öldü, yaşasın yeni kral” diye yeni efendilerini alkışlamaya hazır bir sürü adam var.. Bunlar her zaman sahnelerin yıldızı. En çok takdiri onlar topluyor..
İşin kötü yanı, bizden bazı sonradan görmeler de, elde ettikleri statü ve serveti kaybetmemek uğruna, aynı karaktere bürünüyorlar.. Cemaatten uzaklaşıyor birçoğu.. Konsept evlerde, yeni dostlar ediniyorlar, canı çıkasıca o yeni türedi, tufeyliler kendilerine birlikte haşrolacakları “ahiret arkadaşları” buluyorlar..
Birileri, bizim siyasilerin, belediyecilerin, bürokratların ve sermaye sahiplerinin yakasını çekip, ahireti hatırlatmalı onlara.. Kamu mülkünün “yetim hakkı” statüsünde olduğunu söylemeli..
“Onlar çok yedi, şimdi sıra bizde” diyenler dün eleştirdikleri ile aynı işi yaparak aslında aynı çizgide buluşmuş olmuyorlar mı?
Kasetleri bu dünyada çıkmasa bile, her şeyin kaydedildiği ve bize gösterileceği hesap gününde ne yapacaklar? Ne yapacağız?.
Bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız, söylediğimiz ve söylememiz gerekirken söylemediğimiz her şeyin hesabının sorulacağı bir gün var! Hatırlatırım..
Ve sonuçta bu dünyada yaptıklarımız ya da yapmadıklarımızla, ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla taşıyor olacağız, ya da kendi cehennemimize kendi sırtımızda odun!
Hani, bir hatırlatayım dedim. Yarın da devam edelim mi bu konuya? Selam ve dua ile..
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT