Onlar hep 'devlet' biz hep muhalefet...
Ülkemiz statükosunun tipik temsilcilerinden biri olarak değerlendirebileceğimiz Süleyman Demirel, AK Parti’nin hazırladığı Anayasa değişiklikleri konusunda bakın neler söylemiş: “... illaki Anayasa Mahkemesi’ni elime geçireceğim, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu elime geçireceğim, yani yargıyı elime geçireceğim, maksat yargıyı işler hale getireceğim değil, yargıyı elime geçireceğim diyorsanız, o zaman devleti ele geçirmek için bir adım daha atıyor şeklindeki ithamlardan kurtulamazsınız. Bugün yapılan da odur.”
Demirel’in vurgu yaptığı nokta, AK Parti’nin bu değişiklikler yoluyla ‘devleti ele geçirmek’ istediği. Bu ifadeyi daha önce de yüksek yargının bu değişikliklere karşı çıkan bazı temsilcileri kullanmışlardı.
İktidardaki bir partinin ‘devleti ele geçirmesi’ gibi bir şeyden söz etmek absürd. Siyasal partilerin amaçları, zaten, iktidara gelip devletin yönetiminde söz sahibi olmak. İktidara gelen partinin devletin liderliğini ele geçirip devlete yön vermesi, demokrasinin bir parçası. Hükümet, günümüz demokrasilerinin büyük bölümünde, sadece bir ‘uygulayıcı güç’ değil aynı zamanda ‘devlet politikasının lideri’ olarak algılanıyor. Ama ülkemizde hükümetin devlete liderlik etmesine olanak sağlamak şöyle dursun, hükümetin bir ‘uygulayıcı güç’ olarak çalışmasını bile oldukça zor hale getiren bir sistem var. Türkiye’deki yasal ve anayasal duruma baktığımızda, hükümeti ve devleti farklı şeyler
olarak konumlandıran bir yapı görüyoruz.
Ülkemizde bir yanda seçmenin oylarını alarak meclise giren ve hükümet kuran ‘partiler’ var,
diğer yanda da bu partilerin hiç bir zaman ulaşamadığı, erişemediği, yönetmelerinin mümkün olmadığı özel bir alan var: Devlet.
‘Devlet’ her zaman gerçek iktidarı oluşturuyor, mecliste çoğunluğu elinde bulunduran hükümet ise ancak ana muhalefet olabiliyor. Yalnız bugünkü AK Parti hükümeti değil, Süleyman Demirel’in, Bülent Ecevit’in başbakanlıklarını yaptıkları hükümetler de hiç bir zaman gerçek iktidarlar olamadılar. AK Parti’nin ‘kurulu sistem’e yönelik eleştirilerini, tıpkı bir muhalefet partisi gibi, kamuoyundan destek alarak güçlendirmek zorunda kalmasını da bu çerçeve içinde değerlendirebiliriz.
‘Devlet’, Türk Silahlı Kuvvetlerinin merkezini oluşturduğu, yüksek yargının hukuki alt yapısını şekillendirdiği, meclis içinde de kolları bulanan bir ‘yüce yapı’. Bu yapı, çok uzun yıllardır ülkemizin gerçek hakimi ve karar vereni konumunda.
Üç askeri darbe, bu darbelerin yarattığı anayasal kurumlar, sözünü ettiğimiz ‘devlet’i giderek daha güçlü ve dokunulmaz kıldı. Bu ‘devlet’in sözünü dinlemeyenler gereken dersleri aldılar. En çok ders alanlardan birisi de iki askeri darbede alaşağı edilen Süleyman Demirel’dir. Darbelerin gücünü en iyi bilenlerin başında geldiği için, zaman içinde bu ‘devlet’e iltica etme eğilimine girdi. Demirel, ‘devlet’le barış içinde yaşamaya ve onun çizdiği sınırları aşmamaya olağanüstü özen gösterir hale geldi. 28 Şubat 1997 postmodern darbesinin mimarlarından birisi olması da, geçmişte yaşadıklarından çıkardığı derslerin bir ürünü olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’nin normalleşmesinin, evrensel demokratik ölçülere uygun bir devlete sahip olabilmesinin yolunun, ‘devlet’in seçilenler tarafından denetlenebilir hale gelmesi olduğunu defalarca dile getirdik. Ele geçirilmek istendiği söylenen bu ‘devlet’, kendisinin denetlenemez olduğunu iddia ediyor.
Bu ülkenin başbakanlarını, bakanlarını yargıyla işbirliği ederek idam edenler kimlerdi? O idam kararlarını verenler Anayasa Mahkemesi’ne başkan yapılmadı mı? Onlarca partiyi bu Anayasa Mahkemesi kapatmadı mı?
‘Onlar’ın sürdürmek istedikleri statükonun temeli şu: İstediklerinde darbe yapabilecekler, istedikleri partiyi sudan gerekçelerle kapatabilecekler, istedikleri insanları hapse atabilecekler ve onlardan kimse hesap soramayacak.
Milli iradeden bağımsız bir güç odağı olarak her istediklerinde her istedikleri müdahaleyi yapabilmek ve kimse tarafından denetlenemeyen bir konumda olmaya devam etmek konusunda ısrarcılar. Kime oy verirsek verelim ülkeyi onların temelini oluşturduğu ‘devlet’ yönetsin, biz de kaderimize seyirci kalalım istiyorlar.
Sarfettikleri süslü cümlelerle, dillerinden düşürmedikleri büyük laflarla verdikleri mesajın temeli hep bu.
RADİKAL
YAZIYA YORUM KAT