1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. “Onlar bir Yusuf öldürüyor, biz binlercesini dünyaya getiriyoruz”
“Onlar bir Yusuf öldürüyor, biz binlercesini dünyaya getiriyoruz”

“Onlar bir Yusuf öldürüyor, biz binlercesini dünyaya getiriyoruz”

İsrail'in Filistinli kadın ve çocukları hedef alması tali bir zarar değildir: Filistinlilerin varlığını zayıflatmaya yönelik hesaplanmış bir stratejidir.

16 Mart 2025 Pazar 22:45A+A-

Tamam Abusalama’nın electronicintifada’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.

 

Şems Arapça'da “güneş” anlamına geliyor ve Mayıs 2024'te doğum yaptığımda eşimle birlikte oğlumuza bu ismi verdik. Doğduğum ve ailemin çoğunun yaşadığı Gazze'de, kurtuluş güneşinin er ya da geç doğacağını söyleriz.

Şems'i yedi yıldır yaşadığım Brüksel'de bir hastanede dünyaya getirdim. Oda genişti, iyi aydınlatılmıştı ve personel destekleyiciydi, benimle hem İngilizce hem de Arapça iletişim kurmak için çaba sarf ediyorlardı. Arka planda Lübnanlı efsane Fairouz'un müziği çalıyordu ve bu, düşüncelerim sürekli Gazze'ye dönse de kendimi evimde hissetmeme yardımcı oldu.

Doğumdan sonraki aylarda annemin ve büyükannemin Gazze'de geçirdikleri ilk annelik yıllarına dair hikâyelerini hatırladım.

Annem kız kardeşim Şahd'ı 1992'deki ilk intifada sırasında doğurmuştu. O dönemde işgalciler Cibaliye mülteci kampında sokağa çıkma yasağı uyguluyordu. UNRWA kliniğine kadar yürümüş, destek için büyükannem Tamam'a yaslanmış. Büyükannem bir elinde beyaz bir bez, diğer elinde bir fener taşıyor ve hareket eden her şeyi vurmak üzere eğitilmiş İsrail askerlerinden merhamet umuyordu.

Tamam 1920'de, İsrailli yerleşimcilerin Filistinlileri evlerinden zorla sürdüğü ve köyü Beit Circa'yı etnik olarak temizlemeye başladığı 1948'deki Nekbe'den onlarca yıl önce doğdu. Üç çocuğuyla birlikte Gazze'ye kaçmış, 15 kilometrelik yolu hasta kocası ve evlerinin anahtarı da dâhil olmak üzere birkaç eşyasıyla yürümüş.

Hastaneden evime döndüğümde Şems'in elini uzattığı ilk şeylerden biri gümüş kolyemdi, Filistin haritasıydı, topraklarımızın bir taslağıydı. Şems'in dokunuşu bana bir mesaj gibiydi: “Bu toprakların sahibi biziz. Biz buradayız. Biz burada kalacağız.”

Geriye kalan anılar

Doğumdan aylar sonra, Brüksel'deki yatak odamda dinleniyor ve güneşin şaşırtıcı varlığını kabul ediyordum. Şems, 10 aylıkken, başucumda yatıyordu ve odadaki tek ses onun yumuşak nefesleriydi.

Annem ve babam mutfakta yemek yapıyorlardı ve havada Filistin mutfağının kokusu vardı. Annem Aralık 2023'te Gazze'deki soykırımdan İspanya'ya başarılı bir şekilde tahliye edildi. Babam, İsrail askerleri mayıs ayında sınır kapısını ele geçirmeden önce, Şubat 2024'te Refah sınır kapısından Gazze'yi terk eden son kişiler arasındaydı.

Kalbim sahip olduğum her şey için sevgi ve şükranla kabardı, ancak bu huzur anları sürekli olarak suçluluk ve üzüntüyle doldu.

Zihnimde anılar canlanıyor.

Kasım 2023'te Cibaliye'deki bir İsrail hava saldırısında eşi ve çocukları öldürülen ve ailesinden hayatta kalan tek kişi olan kuzenim Halil'i hatırlıyorum.

Ekim 2024'te İsrail'in Cibaliye mülteci kampına saldırısı sırasında kuzenim Vasim'in dokuz aylık hamile eşi Mona'nın El-Avda Hastanesi'nde planladığı doğum sancısını bırakıp kamptan kaçmak zorunda kalışını hatırlıyorum.

Gazze Şehri'ne ulaşım olmadığı için Mona ve Vasim bombardıman boyunca yaklaşık 3 kilometre yürümek zorunda kaldı. Ertesi gün Mona, Gazze Şehri'nde bulabildikleri ve hala doğum hizmeti veren tek hastane olan Hasta Dostları Yardımlaşma Derneği Hastanesi'nde doğum yaptı.

Vasim kısa bir süre sonra bana bir mesaj göndererek Yusuf adını verdikleri oğullarının doğumunu sevinçle duyurdu. Ona Kasım 2023'te İsrail güçleri tarafından öldürülen Vasim'in erkek kardeşinin adını vermişlerdi.

“Onlar bir Yusuf öldürüyor,” dedi Vasim bana, ”biz binlercesini dünyaya getiriyoruz.”

Sadece dört ay sonra, 2 Ocak 2025'te, Vasim, Gazze Şehri'ndeki bir sığınakta ailesiyle birlikte bir İsrail hava saldırısında öldürüldü. Yusuf ve Mona hayatta kaldı, ancak çocuk babasını, büyükanne ve büyükbabasını tanımaktan mahrum bırakıldı.

Güney Gazze'deki kuzenim Asil'in kendi hamileliğiyle nasıl mücadele ettiğini hatırlıyorum. Yetersiz besleniyordu ve bebeğinin kalp atışları anne karnında yavaşlıyordu. Yakındaki hastaneler doğum öncesi bakım için gerekli ekipmanlardan yoksunken, kritik yaralanmalar ve yerinden edilmiş insanlarla dolup taşarken, Asil'in çocuğunun sağlıklı doğup doğmayacağından emin olamadan doğum gününü beklemekten başka çaresi yoktu.

Asil, Han Yunus'taki Nasser Tıp Kompleksi'nde erken doğuma girdi ve oğlu Ahmed'i dünyaya getirdi.

Şimdi birinci yaş gününe yaklaşan Ahmed'in bildiği tek şey zorluklar, yerinden edilme, açlık ve aşırı hava koşullarıyla dolu bir hayat.

Ateşkesin ardından Han Yunus'a geri döndüklerinde evlerinin İsrail bombardımanları nedeniyle yıkılmış ve yaşanmaz halde olduğunu gördüler. Birçok aile gibi onlar da enkazın üzerine bir çadır kurdular ve buraya ev dediler.

Brüksel'de Gandi'yi Bulmak

Dışarıda, Brüksel'de hava sakin ve güzeldi. Annem, eşim ve ben, Şems'i bebek arabasında iterek yakındaki bir parka yürüdük. Bu parkı daha önce hiç ziyaret etmemiştik ve Mahatma Gandhi'nin bir heykelini görünce şaşırdım.

Belçikalı sanatçı René Cliquet tarafından 1969 yılında Gandhi'nin 100. doğum günü anısına yapılmış bronz bir heykeldir. Gandhi oturur pozisyondadır ve bir pankartta şu söz yer almaktadır: “Dünya benim ailemdir.”

Bazılarının bunu pasif bir şekilde bir arada yaşamayı savunan bir mesaj olarak okuyabileceğini anlıyorum, ancak ben bunu farklı bir şekilde okudum ve kendime Gandhi'nin şefkatin gücüne olan inancının adalet ve özgürlük arayışını gölgelememesi gerektiğini söyledim.

Birden Şems ağlamaya başladı. Yürüyüşümüze ara verdik ve onu emzirmeye hazırlandım. Yoldan geçenler ya bize gülümsüyor ya da mahremiyetimizi sağlamak için gözlerini kaçırıyorlardı. Yine de diğerleri bize bakarken, herkesin içinde emzirmeyi onaylamadıklarını hissediyordum.

Bakışları beni rahatsız etti, ancak rahatsızlığımın gerçek kaynağı bu değildi.

Beni asıl tedirgin eden şey etrafımızı saran normallikti. Etrafımdaki görünüşte etkilenmemiş dünya. İnsanlar akıllı telefonlarına bakıyor ve havadan sudan konuşuyorlardı. Sanki kaybettiğim sayısız sevdiklerim bu kadar kolay unutulabilirmiş gibi. Sanki hepimiz İsrail'in Filistinlilere uyguladığı soykırım bilgisini kolayca geride bırakabilirmişiz gibi.

Filistin'in varlığını baltalamak

İsrail'in Filistinli kadın ve çocukları hedef alması tali bir zarar değildir: Filistinlilerin varlığını zayıflatmaya yönelik hesaplanmış bir stratejidir. İsrail sadece topraklarımızı değil, Filistinlilerin yaşam olasılığını da kontrol etmeyi amaçlıyor.

Böyle zamanlarda anne olmanın zorluğunu kabul ediyorum, özellikle de Filistinli kadınları ve kız çocuklarını genellikle tek bir dayanıklılık hikâyesiyle sınırlayan anlatı karşısında.

Yine de annelik bana derin bir açıklık sağladı. Çocuğumu besleyerek geçirdiğim her an, Filistinlilerin varlığını silmek isteyenlere karşı kazanılmış bir zaferdir.

İsrail, kurtuluş mücadelesini miras alacak gelecek nesilleri zayıflatmaya çalışırken, Filistinliler uzun zamandır nüfuslarının artmasının kendilerinin bir direniş biçimi olduğunu anladılar.

Her sabah güneşle birlikte kalkıyorum. Yaşamak, halkımıza ve topraklarımıza sevgi göstermek ve içimde kalan enerjiyle mücadele etmek için kalkıyorum. Güneş doğuyor ve kurtuluşun şafağı da doğuyor.

 

*Tamam Abusalama, Belçika'da yaşayan Filistinli bir iletişim uzmanıdır. Çalışmaları arasında mülteci hakları için kampanya yürütmek de var.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum
  • Faik KAYNAK / 17 Mart 2025 07:15

    Bir vakıa / gerçeklik üzerinden inşa edilen sosyolojik bir argüman üzerinden .. Filistin gerçeğinden yol alarak gelişmeleri bizlere aktaran , araflarımıza taptaze halklar eklemleyen kıymetli kardeşim Barış HOYRAZ' ın emeğine sağlık .. teşekkürler

    Yanıtla (0) (0)