Öncelikli meselelerimize yoğunlaşmak
İsmi bende mahfuz bir okuyucum, uzun bir mektup yazmış.
Genç yaşlarda içine girdiği aktif İslâmî mücadelenin 20 yılını özetlemiş: Birçok hocaefendi tanımış, sohbetlerinden istifade etmiş, kitaplar okumuş, ibadet aşkıyla toplumun dindarlaşması için kendi çapında gayret sarfetmiş ve bu serüvenin yanında bir de hayâl kırıklıkları düşmüş payına..
En çok üzüldüğü ve benden de görüşlerimi rica ettiği konu, birbirinden güzel ve fedakâr kanaat önderlerinin nasıl olup da birbirini çekemediği, bazen de işi tekfir noktasına kadar vardırabildiği hususu. Bizzat şahit olduğu olaylardan misâller vermiş. Anlatılanların önemli bir kısmını bu süreci içeriden yaşayan herkes bilir.
Âcizânem, bu manzarayı esefle izlemiştir hep.
Bir bardak suda koparılan fırtınayı, büyük bir enerji birikimini toprağa vermekle eşdeğer telakki etmiştir.
Müslümanların toprakları işgal edilirken fıkhî ihtilaflara takılıp kalmayı ve o zeminde safları bölmeyi bir vebâl olarak görmüştür. Bu yüzden de, bu dar kalıpların içine girmemeye özen göstermiştir.
Yerel ve küresel konjonktüre baktığınızda, coğrafyamızın içten ve dıştan kuşatıldığını görürsünüz.
Ümmet, tarihinin hiçbir döneminde bu denli ne askeri ne de kültürel bir çıkarmayla karşı karşıya kalmdı. Büyük bir varoluş krizi yaşadığımız ortada. Böylesi bir demde, Müslümanların içtihad farklılıklarını gerekçe göstererek safları bölme gibi bir lüksü olamaz!
Dindar kesimin yıllarca emek vererek edindiği haklar, kazandığı birtakım mevziler elinden alınmak istenirken; “Namazda, ellerimizi göbek altında mı, göbek üstünde mi bağlamalıyız?..” gibi konulara günlerce kilitlenmek, ilmî karşılıklı reddiyelere girişmek ne kadar doğru?
Ortadoğu coğrafyasının haritası yeniden çizilirken indî kanaatlerimizi (İçtihad diyemiyorum, zira içtihad daha ciddi bir faaliyettir) din addedip, onlara biyat etmeyenleri tekfir etmek, ne kadar doğru?
Bu tavırları karşılayacak tek kelime, “yanlış”tır. Yanlış olan fikhî ihtilaflar değil, bu ihtilafların ümmeti bir bölen olarak konuşlandırılması..
Bu zeminde bir “vahdet krizi” yaşıyorsak eğer, bunun sebeplerinden birisi de “evleviyât fıkhı”nın önemini idrak edemememizdir. “Öncelikli konularımız nedir?..”, farkında değilmişiz gibi davranıyoruz. Hâlbuki basit bir usûl kaidesidir; gündeminizi en önemliden önemliye doğru (Mine’l ehem ile’l muhim) meselelerle tanzim edeceksiniz. Üçüncü derecede öneme hâiz bir konuyu gündeminizin birinci sıralamasına geçirmemeniz gerekir.
Dinî hayat kuşatılırken, eleştiri okları bizzat Kur’an’a yönelmişken, Hz. Muhammed hedef seçilmişken, coğrafyanız fiili işgale maruz kalmışken, Müslümanları tekfir etmenin fıkhî incelikleriyle iştigal etmek hem vebâldir, hem de bu dinin düşmanlarının elini rahatlatacak bir gaflet örneğidir. Müslümanlar İstanbul’u fethetmek için hazırlıklar yaparken, Ortodoks din adamlarının “Meleklerin cinsiyetinin olup olmadığını” içeren tartışmalara dalması misâli bizimki..
Bu nedenle, bu tür tartışmalara girmemeye özen gösteriyor ve yine bu nedenle gençlerimize bu tür tuzaklara çekilmeye izin vermemelerini salık veriyorum. Onlar, namazlarda ellerini, göbek altında da, göbek üstünde de bağlasalar, ibadetlerine bir zarar gelmez, bunu bilmeliler. Ama, zillet altında bir hayata dûçar olurlarsa bunun hesabı hem öteki dünyada, hem bu dünyada çok ağır olur.
İslâm fıkhı içerisinde usûlden kaynaklanan farklı içtihadlar, hikmet fukaraları anlamakta zorluk çekseler de, bir zenginliktir, bir rahmettir. Müslüman, taklit ettiği mezhebe göre hareket eder, bunda bir gariplik yok. Mümkün mertebe de taklitten kurtulmaya çalışır, bu da dinen matluptur.
Gücü yetmiyorsa da taklitten başka yapacağı bir şey yoktur.
Ancak, tâbi olduğu müçtehidi yanılmaz kabul etmemelidir mükallid. İslâm fıkhı içerisinde ulemânın ihtilafa düştüğü meselelerde amigoluk yapmayı marifet bilmemelidir. Bunu, diğer ulemâyı karalamaya da dönüştürmemelidir. Zira, ihtilafların doğasını anlamaktan uzak birisinin tercihte müçtehid gibi davranması kabul edilemez.
Bu dinin Kur’an, Sünnet ve İcma zemininde oluşmuş kriterleri vardır. Bunlar; merkezî kriterlerdir. Bu merkezî kriterler içerisinde hâsıl olmuş ihtilafları, tercihimiz farklı da olsa hoşgörüyle karşılamalıyız. İttiba ettiğimizi ileri sürdüğümüz ulemânın menhecidir bu.
Sözün özü; ümmetin vahdetinin temini farzdır. İçtihadî farklılıkların, sünnet ve nafilelerin bu vahdeti tehlikeye düşürmemesi gerektiği üzerinde fikrî bir ittifakın sağlanması dinen zarurîdir. Bu da bizi “evleviyât fıkhı” üzerine daha fazla terkiz olmaya dâvet eder. Eğer ümmetin meselelerinin çözümünde asgarî bir sağduyuya sahipsek, bunun önemini ıskalamayız.
Vakit gazetesi
YAZIYA YORUM KAT