Omicron sonun başlangıcı mı?
Yascha Mounk ortaya çıkabilecek problemlerin varlığına dikkat çekerek artık pandeminin sonuna gelindiği fikrini paylaşıyor.
Yascha Mounk / Fikir Turu
Omicron sonun başlangıcı mı?
Dünyayla paralel Türkiye’de de vaka oranında bir artış yaşanıyor. Pandemi sürecinde yeni bir kırılma noktasının eşiğindeyiz sanki. Daha öncekilere göre daha hızlı bulaşan Omicron varyantının neden olduğu hastalığın çok ağır seyretmemesi ise bir nebze de olsa insanları rahatlatıyor. Durum böyleyken, Johns Hopkins Üniversitesi öğretim üyesi ve demokrasi üzerine çalışmaları bulunan siyaset bilimci Yascha Mounk, The Atlantic’te yayımlanan yazısında bu hızlı yayılmaya rağmen geçen yıl olduğu gibi katı tedbirlerin alınması yönünde bir irade olmadığını, bunun da normalleşme yolunda önemli bir adım olduğunu söylüyor.
Yazının Fikir Turu'nda Nevra Yamaç tarafından tercüme edilen bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“Pandeminin ilk aşamalarında, arkadaşlarımın çoğu virüsle doğrudan temas etmemişti. Belki de eskiden çok daha dikkatliydiler. Belki de sadece şanslıydılar. Sebep ne olursa olsun, artık şansları yaver gitmiyor. (…) Çevremdekilerin hastalık belirtileri, koronavirüsün Güney Afrika’da ortaya çıkan yeni Omicron varyantının belirtilerine benziyor. Ülkedeki vakaların sayısı hızla arttı, ancak ölüm sayısındaki artış çok daha yavaş. Bu da Omicron’un daha bulaşıcı, ancak önceki varyantlara göre daha az ağır hastalığa sebep olduğunu gösteriyor.
Bununla birlikte başka yerlerden gelen erken işaretler biraz daha endişe verici. Nitekim çok daha az ölümcül bir tür bile çok hızlı yayılırsa çok fazla can kaybına neden olabilir.
Erken veriler, en azından şimdilik, yakın epidemiyolojik geleceğin belirsiz olduğunu gösteriyor. Omicron yavaşça ortadan kaybolmadan önce birkaç ay nispeten hafif bir rahatsızlık yaşayabiliriz. Hastaneye yatışlarda ve ölümlerde yüksek bir artış da görebiliriz.”
Katı tedbirler alma niyeti yok
Yazar, Omicron veya hastalığın gelecekteki türleri ne olursa olsun, sosyal bir olgu olarak pandeminin sonunu yaşamak üzere olduğumuzu vurguluyor:
“Pandeminin ilk günlerinde hem uzmanlar hem de sıradan insanlar, sosyal mesafeye veya hükümetin zorunlu tuttuğu kapanmalara ne ölçüde uymamız gerektiği konusunda fikir ayrılığına düştü. Her aşamada bazı insanlar radikal adımlar atmak isterken, diğerleri bu tür müdahalelerin maliyeti ve sakıncaları konusunda daha endişeliydi. Aynı durum bugün de geçerli. Ancak maskeler ve aşı zorunlulukları için devam eden kavgalar, durumu, son aylarda savaş alanının ne ölçüde değiştiği konusunda belirsiz bir hale getiriyor.
Vakaların hızla artmasına rağmen az sayıda uzman veya politikacı virüsün yayılmasını yavaşlatmak için katı tedbirler öneriyor. Kapanma veya diğer büyük ölçekli toplumsal müdahalelere iştahla yaklaşılmıyor. Bu, ‘yayılmayı yavaşlatmaktan’ veya ‘eğriyi düzleştirmekten’ fiilen vazgeçtiğimiz anlamına geliyor. Önceki dalgalardan çok daha büyük bir dalga karşısında, sessizce havlu atmaya karar verdik.
Biden yönetiminin son politikaları da bu değişimin göstergesi. The New York Times’a göre, Beyaz Saray’ın planları arasında “hastanelerin COVID dalgalarıyla başa çıkmasına yardımcı olmak için askeri birlikler göndermek, gereken yerlere solunum cihazları yerleştirmek, COVID testlerinin üretimini hızlandırmak için bir savaş zamanı yasası çıkarmak, gelecek ay insanlara ücretsiz test göndermek ve daha fazla aşı kliniği açmak’ yer alıyor. Bunların hepsi makul tedbirler. Ancak, iklim değişikliği söyleminden bir metafor kullanmak gerekirse, bunlar ağırlıklı olarak uyum tedbirleri: Amaç, vaka artışıyla başa çıkmaya yardımcı olmak, ilk etapta hastalığı önlemek değil.
Pandeminin sonu mu geliyor?
Gerçeklik, önümüzdeki haftalar ve aylar boyunca bu stratejide bazı ayarlamalar yapmaya zorlayabilir. Omicron nedeniyle on binlerce hasta yoğun bakım ünitelerine gider ve hastaneler çöküşün eşiğine gelirse hem politikacılar hem de vatandaşlar buna bir yanıt verecektir. Ancak amaç, acil durumun ortaya çıkmasını durdurmaksa, kapanma gibi ciddi kısıtlamalar, ancak acil durumun herkesin görebileceği kadar açık hale geldiğinde düşünülebilir.
Bilim insanlarının, bir pandeminin sona erip ermediğine karar verme konusunda kendi yöntemleri var. Ancak faydalı bir sosyal-bilimsel gösterge, insanların belirli bir patojenin süregelen varlığıyla yaşamaya alışmasıdır. Bu tanıma göre, şu anda Omicron enfeksiyonlarındaki büyük artışa rağmen pek çok gelişmiş ülkenin müdahalede gönülsüz olması, pandeminin sonunu işaret ediyor.
‘Yeni normal’ hastalığın daha az risk oluşturduğu anlamına mı gelecek? Yoksa her yıl yüz binlerce insanın canını almaya devam ederken insanlar COVID’i görmezden mi gelecek?
Bağışıklık açısından daha mı zayıf halde olacağız?
Birinci ve daha umut verici senaryoyu öngörmek için bazı gerçek nedenler mevcut. Virüsler, daha önce onlarla hiç temas etmemiş bir nüfusta ortaya çıktıklarında en tehlikeli halde oluyorlar. İnsanlar bağışıklık açısından ne kadar zayıfsa, olumsuz sonuçlarla karşılaşma ihtimalleri de o kadar artacaktır. Bu, önümüzdeki birkaç ayın bize virüsün gelecekteki türlerine karşı önemli bir koruma sağlayabileceğini gösteriyor: Nüfusun büyük bir kısmı Omicron’a maruz kaldığında, insanlık bağışıklık açısından daha az zayıf halde olacaktır. Bu da ölüm oranlarında önemli bir artış gerçekleşmeden gelecekteki koronavirüs türleri ile daha iyi başa çıkmamıza yardımcı olabilir. (…)
Açıkçası, gelecekteki türlerin şiddeti büyük ahlaki öneme sahip. Gelecekteki virüs dalgalarına karşı ne yapmamız gerektiğinin, en azından kısmen karşı karşıya kalacağımız tehdidin niteliğine bağlı olacağı da açık. (Bir yanıt modeli, başlangıçta hafif semptomları olanlar da dâhil, birçok hastada uzun sürdüğü görülen COVID’in yan etkilerini de hesaba katacaktır.
ABD, gelecekteki dalgalara kolektif bir iç çekiş ve omuz silkme ile karşılık vermeye hazır görünüyor.
Tehlike her yerde
Almanya’da büyürken, çok tehlikeli yerlerde süren yaşamlarla ilgili haberler beni hayrete düşürüyordu. Bağdat ya da Tel Aviv sakinleri, yalnızca alışveriş yaparak ya da bir fincan kahve içmek için arkadaşlarıyla buluşarak kendilerini tehlikeye atıyor gibiydiler. Korku ve hayranlık karışımı bir duyguyla, nasıl olup da böylesine önemsiz bir zevk için böylesine varoluşsal bir riski kabul etmeye istekli olabildiklerini hep merak ettim.
Ancak meselenin gerçeği, neredeyse tüm insanların, neredeyse tüm kayıtlı tarih boyunca, gelişmiş ülkelerde yaşayanların şu anda karşı karşıya olduklarından çok daha fazla hastalık veya şiddete bağlı ölüm riskleriyle karşı karşıya olmasıdır. Son 24 aydaki gerçek korkulara rağmen, bu şimdi bile geçerli.
Hayata devam etme kararlılığı
Bu tür tehlikeler karşısında hayatı yaşama ve sosyalleşme dürtümüz çılgınca mı yoksa ilham verici mi bilmiyorum. Ama öyle ya da böyle, bu dürtülerin değişmesi pek mümkün değil. Hayatlarımıza devam etme kararlılığı, derinden ve belki de değiştirilemez bir şekilde insanidir.
Bu anlamda 2020 baharı, tarihin en olağanüstü, yani insanların tehlikeli bir patojenin yayılmasını yavaşlatmak amacıyla sosyal hayattan tamamen çekildiği bir dönem olarak hatırlanacak. Ancak birkaç ay için mümkün olsa da bu durumun, bırakın onlarca yılı, birkaç yıl için bile sürdürülemez olduğu ortaya çıktı.
Omicron’un yakın gelecekte vereceği zarar ne olursa olsun, büyük olasılıkla yakın bir zamanda hayatlarımız 2020 baharındakinden ziyade 2019 baharındaki gibi olacak.
HABERE YORUM KAT