Ölüye mi Telkin, Ölmekte Olana mı?
Hayrettin Karaman, bacanağı Sabri Benli’nin vefatından hareketle mezarların şekli ve ölüye telkin verilmesi uygulamasının sünnete uygunluk düzeyini tahlil etmiş.
Hayrettin Karaman hocaya başsağlığı diliyor ve konuyla ilgili Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde kaleme aldığı yazısını okurlarımızın ilgisine sunuyoruz:
Mezar ve Kur’ân
Bacanağım Sabri Benli, Yüksek İslâm Enstitüsü mezunu, güzel hizmetler ifa ettikten ve kubbede hoş bir seda bıraktıktan sonra Hakk’a rücu eyledi, Rabbim rahmet ve mağfiretini lütfeylesin. Son vazifelerimizi yapmak üzere Çorum’a geldik. Mezardaki iki değişiklik beni memnun etti.
Daha önce geldiğimde mezarda hoperlörden devamlı Kur’ân dinletiliyordu; bu da mukaddes kitabımızın sanki bir mezarlık ve ölüler kitabı olduğu intibaını veriyordu, bu terk edilmiş.
İkincisi kabir yapımına bir standart getirilmiş, bir karış yüksekliği var, etrafı yuvarlak tuğla ile çevrilmiş, üstü rahmete açık ve toprak, başında kare şeklinde bir küçük mermer, üzerinde ölünün adı ve ölüm tarihi yazılı; işte Sünnete uygun bir mezar.
Memleketimizde telkin deyince anlaşılan, definden sonra kabrin başında mâlûm şekliyle yapılan telkindir. Sünnet olan telkin ise o değil, ölmek üzere olan Müslümanın yatağı başında yapılan telkindir. Tamamen komaya girmemiş, söyleneni anlayıp tekrar edebilecek olan hastanın yanında münâsip birisi, zaman zaman “lâ ilâhe illallâh Muhammedün Rasûlullâh” der. İşte bu telkin şu hadîslerden dolayı sünnettir:
1. “Ölülerinize (ölmek üzere bulunan hastalarınıza) lâ ilâhe illâllah... sözünü telkin ediniz” (Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî).
2. “Kimin son sözü lâ ilâhe illâllah... olursa cennete girer” (Buhârî, Ebû Dâvûd).
Birinci hadîste geçen “ölülerinize” tâbirini İslâm ulemâsı mecaz mânâsıyla almış ve “ölmek üzere olan hastalarınıza” mânâsını vermişlerdir. Bu anlayışın mesnedi ölülerin dirileri duymayacaklarını ifâde eden naslar ile Hz. Peygamber (s.a.) ve ashâbının tatbikatıdır. Çünkü bunlar bahis mevzuu telkini, son demlerini yaşayan hastalara yapmışlardır. İkinci hadîs de bunu desteklemektedir.
Cenazeyi defnettikten sonra Rasulûllâh‘ın (s.a.) kabirde bir müddet kaldığını, cemâate: “Kardeşiniz için istiğfar edin ve iman üzerine sebatını dileyin; çünkü o şu anda sorguya çekilmektedir”, buyurduğunu sağlam rivayetlerden biliyoruz. Buna göre sünnet olan definden sonra kabrin başında bir müddet kalmak, Allah Teâlâ’ya, din kardeşimizin affı ve mağfireti için duâ etmektir. Bacanağım için bu sünneti uyguladık.
İmdi bu sünneti terkedip onun yerine “Ey filân oğlu veya kızı filân, dünyayı terkettiğin zaman ve durumu hatırla...” şeklindeki sözlerle imamın telkin vermesi sünnet değildir. Bunu Rasulûllâh’ın (s.a.) yaptığına veya yapın dediğine dair sahih bir hadîs yoktur. Büyük müctehid ve hadîs bilgini Ahmed b. Hanbel’e telkini sorduklarında şu cevabı vermiştir: “Ebû’l-Muğîre vefat edince Şamlılar bunu yaptılar, bunlardan başka mezkûr telkini yapan birisini görmedim.”
Birkaç sahâbe ve tâbiûnun telkin yaptığını ve bazı zayıf rivâyetlere istinâd eden Şâfiîler mezkûr telkinin müstehab olduğunu söylemişlerdir.
Mâlikî ve Hanbelîler bid’at olduğunu gözönüne alarak “mekrûh” demişlerdir.
Hanefîlere göre ne sünnettir ne de mekrûhtur; ne yapılması tavsiye edilir, ne de bırakılması.
Durru’l-Muhtâr’ın, metninde, “ölü defnedildikten sonra telkin yapılmaz” denmiş, İbn Abidin Reddü’l-Muhtar’da bu rivâyetin kuvvetli olduğunu nakletmiştir. Fakat Hanefîlerin çoğuna göre -yukarıda zikrettiğimiz gibi- ne yapın denir, ne de yapmayın.
Sünnet ve fıkıh karşısında telkinin durumu bundan ibârettir. Bir ülkedeki bütün müfti ve mürşidler ittifak edebilirse bu bid’atın terki daha uygundur. İhtilâf ve tefrikaya sebep olacaksa tasfiyesinin zamana bırakılması gerekir.
HABERE YORUM KAT