"Ölümden Çok Zulüm Görenlerin Hikâyesi"
"Sözleri selamdır, gözleri namlu. Gülüşü cennettir, öfkesi cehennem. Elleri berekettir, yürüyüşü deprem. Aman vermez. Bir bilinmezliktir onlarınkisi."
HAKSÖZ-HABER
2021 yılında kaybettiğimiz başörtüsü mücadelesinin yiğit kadınlarından Zekiye Yağmurcu'nun vefat yıl dönümü üzerine Mustafa Yılmaz'ın Temmuz Dergisinde yayımlanan yazısını sizlerle paylaşıyoruz.
Bu vesileyle Zekiye kardeşimiz için Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyoruz.
***
Ölümden Çok Zulüm Görenlerin Hikâyesi
Soğuk Şubat günlerine!
Allah’ın nice yiğit kulları vardır, onlar kalbini zikre, ellerini emeğe, gözlerini şafağa, sözlerini hakikate kurban vermişlerdir. Hakkın kelamını söyler, Hakkın kelamını dinlerler. Bu aşk ehli yiğitler tedbir peşinde koşmazlar. Vekili Allah olanın tedbiri zaten ezelden ebede yelken açmıştır.
Kandan irinden deryalar içinde yürürler de dönüp geriye bakmazlar. Bu adanmış ruhlar bitmek bilmez tevekkülleriyle sabrın kalesi olurlar, akıncıların sancağı. Kavgada en önde dururlar da ganimette en geri safta yer tutarlar.
Sözleri selamdır, gözleri namlu. Gülüşü cennettir, öfkesi cehennem. Elleri berekettir, yürüyüşü deprem. Aman vermez. Bir bilinmezliktir onlarınkisi. Ordular içinde isimsiz bir nefer, neferler önünde gamsız bir ordu olurlar. Ölümden çok zulüm görmüşlerdir. Cennetin müştak olduğu yiğitlerdir bunlar.
Güneş onların sevinciyle doğar, kuzular onlar için meleşir, gece onlar için örtü olur, su onlara olan edebinden tevazua bürünür, dağlar bütün güzelliğini onlardan ödünç almıştır.
Usta olmak dilemezler, üstad koltuğuna oturmak, mikrofon önünde yer kapmak, fotoğrafta önde durmak! Bilmezler ne siyasetin, ne ticaretin ne de diyanetin kirli oyunlarını. Meşhur olmak diye bir dertleri yoktur, herkes beni dinlesin, herkes benden konuşsun istemezler.
Zikirleri sümbül, aminleri alay, kıyamları kıyamet, secdeleri topraktır. Allah’ın velayetine aldığı bu veli kulları yoksulluğun çocuklarıdır. Soylu meraklarla yol yürürler. Cünun sahrasının mecnunları olan bu yiğitlerin sevinci sancak, sevdası ayet, hüznü gurbet, yaşamı mihnettir.
Bu yiğitler kadınlar arasında, erkekler arasında, zenginler arasında, fakirler arasında, yaşlılar arasında, gençler arasında, esnaflar arasında, işçiler arasında, köylüler arasında ve dahi nice insanlar arasında bilinmeden yaşarlar, görünmeden gelir görünmeden giderler. Hakikat ehli bu insanların nişanları yoktur.
Her mevsimde gelirler, her çağda var olurlar, mavi gökte nefesleri, yağız toprakta ayak izleri vardır. Biz onların bereketiyle yürürüz. Ekmek yeriz, aş yeriz, su içer hava soluklarız.
Bir şubat mevsimindeyiz. Nice Şubatlardan bir Şubat! Zemheri yeni bitmiştir. Soğuk ve buz bir havadır dolanan. Ağaçlar da dolaklarına tutunur. Neftidir. Zemheri bitmiştir de onun elleri buzdan kardeşi gücük nöbettedir. Adına Şubat demişler gücüktür oysa. Gücük anamın ayıdır. Cegerd ayını bekler gücükde. Cegerde Mart demişler. Toprak yavaş yavaş ısınacak da ekinler cegerd atacak. Tohum yeşile duracak yani. Gücük bir bekleyiş idi anamda! Toprağa düşen hangi tohum yeşermedi ki? Anam da yeşerecek bilirim. Bir basübadelmevt olacak. Bir sabah o da yeşerecek cennet bahçelerine.
Biz yine mevsimlere dönelim. Zemheriden çıkmış cegerde varmayı bekleyen gücük ayına. Ayazın el kestiği, sokakların inceden tarandığı, tankların yürüdüğü, itlerin ürüdüğü o soğuk Şubat günlerine. Köpeklerin, jopların ve polislerin günlerine. Sorguların, yargıların ve infazların gününe! Medyanın, sendikaların ve siyasetçilerin gününe!
Anamız, avradımız ve bacımızla bayrak tuttuğumuz günler olarak kaldı hatıralarımızda o günler. Sonra hicretler, ayrılıklar, kederler, mahpuslar. Müstevli bir saldırı kaldı geride bu topraklara armağan. Çok Şubatlar gördük amma o Şubat ki öyle böyle değildi.
Her karanlık karnında bir güneş büyütürmüş. Her dağ kucağında bir ova. Her çöl derinlerde bir ırmak saklarmış. Her ağacın bir bulutu varmış. Her sahipsizin bir sahibi! Son bahara direnmiş, kışı göğüslemiş ağaçlar illa da patlatacaklardı domurlarını. Velhasıl unutulacak günler değildi.
Bana öyle geliyor ki, biraz garip, biraz yalınız, biraz kederli, biraz unutulmuş bir hikâye olarak kaldı 28 Şubat. Çekilen çileler, dökülen gözyaşları, kararan umutlar, yetim kalmış fedakârlıklar unutuldu biraz. Siyasete ve ticarete alet edildiği de oldu. O günlerde ortalıkta göremediklerimiz kimileri bugünlerde çokça öne çıktılar. Asıl olan zulümden bilinç devşirmekti, burası eksik kaldı. Bir de çileyi asıl çekenlerin yanına çileleri kâr kaldı. Kâr kalmayıp da ne olacaktı ki, buradan makam ve mansıp mı devşireceklerdi. Hayır, onlar bundan münezzehti. Kimileri çileyi çekti ve sessizce köşesine çekildi. Kimileri de ekmeğini yedi.
Bilenler bilir Kur’an’ı Abdüssamed gibi okursanız iyi para kazanırsınız, Seyyid Kutup gibi okursanız darağacını boylarsınız diye bir mesel vardır mahallede. Buna benzer biraz da 28 Şubat hikâyemiz.
Ne hikâyesi yeterince yazıldı, ne şiiri söylendi bu büyük mücadelenin. Okul kapılarının, liselerin, üniversitelerin, Kur’an kurslarının, derneklerin, vakıfların, kitabevlerinin, öğrenci evlerinin mütemadiyen polis copuyla, panzerle yıldırılmaya çalışıldığı o soğuk Şubat günlerinin!
Memleketin dört bir yanında marşlar söylendi o günlerde. Sloganlar atıldı, tekbirler çekildi. Edirne’den Van’a, Konya’dan Malatya’ya, Sivas’tan İstanbul’a. Mahkeme kapılarında adı okundu başörtülü öğrencilerin. Suçlu diye çağırdılar, onlar inancımız diye sancak açtı. Okulu yani idealleri ile inançları arasında tercihe zorlandılar. İnancını kaybeden her şeyini kaybeder diyerek reddettiler alçak teklifleri. Zindanlara yollandılar, zincirlere zorlandılar, insanlarca horlandılar da yine vazgeçmeden kederlerini içlerinde bir dağa dönüştürdüler. O dağdan gün gelecek güneşler doğacak, gün gelecek kartallar havalanacak ve gün gelecek ırmaklar çoğalacak diye tevekkül ettiler.
Dünyanın dört bir tarafına dağılan sahabeler gibi birçoğu hicrete durdu. Alınlarında onurun kutsal ışığı dört kıta yedi iklime yol aldılar. Cep delik cepken delik Allah’a tevekkül ederek, sabaha sığınarak, geceden dirilerek!
Allah günleri insanlar arasında döndürür. Kimi güçlü güçsüze döner, kimi hasta sağlığına kavuşur, kimisinin kandili söner, kimisinin sabahı yeniden ışır. Ta ki dönekler ortaya çıksın, salih kimseler ayrılsın. Furkan günleri yani! Adı sınanmadır, azığı sabır, meyvesi tevekkül.
O günlere şahit olanların, yaşayanların ne çok anlatılmamış hikâyesi olduğunu çok iyi biliyorum. Bin yıl sürecek denilen o meşum günler acı ve kederle beraber ne kavi dostluklar, ne sonsuz beraberlikler, ne teklifsiz kardeşlikler inşa etti, bunu da biliyorum. Sorgulardan, yargılardan el ele, göz göze geçenlerin yürekleri arasında nasıl yıkılmaz köprüler kurulur bunu da bilirim.
Yirmi yıldan ziyade zaman olmuş. Artık o günlerin gençleri bugünlerin orta yaşlıları oldular. Bunlardan birsiydi Zekiye Yağmurcu. Adı gibi bereketli bir yağmur olarak dünya toprağını suladıktan sonra hayatını tamam eyledi.
Onun gibi yiğitler bir şarkı bıraktı geride. Duyanlara selam olsun. Aydınlık bir tebessümle aydınlattılar dünyayı. Görenlere selam olsun. Bir dünyanın kahramanı oldular. Bilmeyenler bilsin onları bilenlere selam olsun.
Temmuz Dergisi - 51 - Şubat/Mart 2021
HABERE YORUM KAT