1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. Ölüm siyaseti
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Ölüm siyaseti

01 Ağustos 2010 Pazar 20:56A+A-

Mağdurlar üzerinden siyaset yapmanın her zaman haklı olmak ve ahlaki açıdan doğru tarafta durmak gibi bir avantajı var. Sonuçta haksızlığa uğramış, zulüm görmüş, eşit davranılmamış insanların sorunlarını öne çıkarıyor ve onların sesi oluyorsunuz. Gündelik hayatı da ‘güzelleştiren’ bir durum bu, çünkü mağdurlar nezdinde sürekli olarak sempati ve iltifata mazhar olmak, onların acılarını sizle paylaştıklarını görmek hoş bir duygu. Üstelik bu epeyce ‘temiz’ bir siyaset... Aydın siyaseti olarak riski yok. Hayat nasıl evrilirse evrilsin, sizin pürüzsüz bir tutarlılıkla ayakta kalmanızı sağlayan bir yaklaşım bu...

Ne var ki iş gerçek siyasete dokunduğunda bir sorun var: Mağdurları bir kitle olarak çoğul bir kelime üzerinden veya tekil bir kimlikle adlandırarak önermelerde bulunmak kolay olsa da, aynı mağdurların kurumsal sınırlarını çizmek ve sorumlulukları belirlemek hiç kolay değil. Örneğin Kürtlerin ve Kürt kimliğinin mağdur olduğunu söylemekle, BDP’nin ve PKK’nın sorumluluğunu görmek arasında ‘tatsız’ bir mesafe bulunuyor. En kolayı BDP ile PKK’yı da Kürt mağduriyetinin parçası kılmak... Böylece her yaptıkları, kendilerine yöneltilmiş olan haksızlıklara birer tepki olarak tanımlanabiliyor ve bu kurumların siyasi sorumluluğu neredeyse buharlaşıyor. Bu oluşumlar, sürekli babasından dayak yiyen ve bu nedenle de aşırı tepki verdiğinde kusuruna bakılmayacak çocuklar gibi sunuluyor.

Bu yüzeysel bakışın ima ettiği zımni ahmaklığı kendilerine yediremeyen bazı ‘temiz’ aydın siyaseti arayıcıları ise, ‘mukayeseli analize’ sığınarak daha entelektüel bir pozisyon ürettiklerini sanıyorlar. Buna göre ortada öylesine eşitsiz bir durum var ki, Kürtlerin temsilcilerini Türklerin temsilcileri ile aynı ayarda ele alan bir bakış zaten ahlaki olmuyor. Dolayısıyla da örneğin İnegöl ve Dörtyol provokasyonlarını incelerken büyük bir gönül rahatlığıyla sorumlunun AKP hükümeti olduğunu öne sürebiliyorlar. Epeyce güçlü bir dayanakları da var: Ne de olsa ortada yönetimden sorumlu bir hükümet var ve eğer bu tür olaylara giden yolu engelleyememişse, suçu da onda aramak gerekiyor. Sanki Türkiye sorumluluklardan arınmış amorf bir kitle ve hükümetler de bu kitlenin tüm olası yanlışlarını denetleyebilecek bir güç odağı imiş gibi...

Mesele şu ki, mağduriyet açısından yapılan genellemeler sosyolojik açıdan ne denli doğruysa, bunun siyasi aktörlere tahvil edildiği noktalarda da o denli şaibelidir. Parti oluşumları ve silahlı direniş hareketleri gibi siyasi aktörler, geldikleri kesim ne denli mağdur olursa olsun, gerçekte büyük bir güç kullanırlar. BDP ile PKK da bugün siyasi açıdan bakıldığında mağduriyetten besleniyorlar ve mağduriyet arttıkça güçleri de artıyor. Dolayısıyla Kürtlerin mağdur olduğunu söylemek ne denli doğruysa, PKK’nın da o denli mağduriyetten uzak olduğunu teslim etmek gerek. Açıkça söylemek gerekirse Türkiye siyaseti söz konusu olduğunda, PKK en az AKP kadar güçlü bir siyasi aktör. Çünkü siyasi gücün ölçüsü, elinizdeki asker, polis veya yasa değil, toplumsal olayları ve toplumsal algıyı etkileme ve denetleme yeteneğidir.

Bu nedenle PKK’yı Kürt mağduriyetinin parçası ve uzantısı olarak sunan ‘siyasi’ analizler, provokasyonun aracı olmaya fazlasıyla müsaittir. PKK Kürt mağduriyetinin ‘sosyolojik’ uzantısı olabilir ama bu onun siyasi gücünün ve sorumluluğunun azımsanmasına neden olursa, o ‘temiz’ aydın siyaseti de istemediği kadar pisliğin içinde yüzmeye başlayabilir.

Bu sevimsiz durumdan çıkış için önce mantıksal tutarlılık gerekiyor: Örneğin eğer Dörtyol provokasyonunun nedeni –iddia edildiği üzere– AKP’nin basiretsizliği ve açılım politikasını eline yüzüne bulaştırması ise, aksi noktada duran ‘mağdur Kürt hareketi’ PKK’nın açılımı desteklemesi, sıkışmanın önlenmesi için siyaset yapması beklenirdi. Ama PKK kendi siyaseti gereği tam aksini yaptı, çünkü açılımın mağduriyetleri azalttığı oranda kendi gücünü tırpanlayacağının farkında. Her siyasi oluşum gibi PKK da gücünü maksimize etmenin peşinde ve bunun yolu da Kürtlerin mağduriyetlerinin devamından geçiyor. Böylece meselenin hükümet ve meclis eliyle ‘siyaseten’ çözümü olanaksızlaşacak ve ‘siyasi’ çözüm bir savaş pazarlığının sonucunda ortaya çıkarken, savaşın lordları da meşru siyasi gücü devşirebilecekler.        

Dolayısıyla Dörtyol türü provokasyonlarda savaş lordlarının karşılıklı dayanışmasından daha doğal bir durum olamaz. Klasik uygulama ‘Maraş modelidir’... Önce çoğunluğun azınlığı tahrik eden birkaç küçük uygulaması olur, ardından azınlık grubundan birilerinin çoğunluk üyelerine sınırlı bir saldırıda bulunması sağlanır veya öyle olmuş gibi yapılır, sonra da çoğunluğun misillemesi gelir. Dörtyol, içinde Kürt mahallesi olan bir Türk milliyetçiliği beldesi... Bu sıkıntılı durumda PKK’nın üstlendiği bir saldırıda dört polis öldürülüyor, sonrasında bazı insanlar ‘kaçarken yakalanıyor’ ve bunların PKK’lı olduğu söyleniyor ve olaylar daha yeni yatışmışken bir BDP konvoyu ille de ilçeye ziyaret etmek istiyor.

Bunun adı aymazlık olamaz. Bu kelime AKP’nin durumuna uygun... Ama diğerleri için bu bir siyaset, ille de ad koymak gerekirse ‘ölüm siyaseti’.  Polisleri tarayan arabanın sahibi olan MHP Belediye Meclis Üyesi, önce sivil giyimli istihbaratçılarla buluşmuş, ardından da ‘tenha bölgede’ önü kesilmiş. Kendi dediğine göre PKK’lılar arabayı ve erzakları alacaklarını, sonra arabayı iade edeceklerini söylemiş, erzak poşetlerini boşaltmışlar. Acaba arabada erzak olduğunu nereden biliyorlarmış? Yoksa araç sahibine yola çıkmadan erzak alması gerektiği mi söylenmiş? PKK’lılar arabayı zaten aldıklarına göre erzakları boşaltmaya ne gerek varmış? Bunları tabii ki bilmiyoruz... Yine araç sahibi MHP üyesinin ifadesine göre beş saat tutuklu tutulduğu sürece ceplerine bile bakmamışlar, oysa cebinde MHP kartı varmış ve bulurlarsa kendisini öldürebileceklerinden korkmuş. Siz en saf ve bakir bir ‘terörist’ olsanız bile, yakalanan ve yanınızda beş saat duran birinin ceplerine bakmaz mıydınız? Yoksa PKK’lılar zaten o ceplerde ne olduğunu biliyorlar mıydı? Yoksa söz konusu kişi ve arabanın seçilmesinin nedeni bu muydu?

Görünen o ki PKK siyaseti giderek Kürtler için zararlı bir mecrada seyrediyor ve siyasetten anlamayan mağdursever ‘temiz’ aydınları da kendisine sütre olarak kullanıyor. Eğer bu mesele bir savaşa giderse, sorumlularından biri bizzat Kürt siyaseti olacak. O aydınlar ise muhtemelen yine kendilerini ‘temiz’ tutacak bir argüman bulacaklar...

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT