Ölüm popülizmi
Politika gerçeklik duygusunu kaybettiğinde bütün tehlikelere kapıyı aralamış olur. Bunu, son günlerde önemli bir soruna dönüşen açlık grevleriyle ilgili tartışmalarda görüyoruz. Liderlerin sorumluluktan uzak yorum ve değerlendirmeleri tarafların ortak bir noktada buluşma ve çözüm geliştirme zeminini ortadan kaldırdığı gibi tansiyonu daha fazla arttırıyor.
Açlık grevi eylemi yapanların sayısı düne kadar 600’lerde seyrediyordu, bugün ise sayı 10 bine çıktı. Sorunun bu kadar büyümesine hükümet ile eylemcilerin sözcülüğünü yapan BDP arasında karşılıklı restleşme neden oldu.
Yanılıyor muyum?
Başbakan Erdoğan, konuya hiç müdahil olmasa, “cezaevlerinde açlık grevi yapmıyorlar, bunların hepsi şov” demese; hükümet, Adalet Bakanı Sadullah Ergin gibi ılımlı ve yapıcı bir isimle soruna çözüm arasa, mesele bu noktaya gelir miydi?
Bence gelmezdi.
Aynı biçimde BDP lideri Selahattin Demirtaş, Diyarbakır Cezaevi önünde açlık grevi eylemini yapan tutukluların talebini açıklarken, “Amaç Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya gitmesi değil, Abdullah Öcalan’ın buraya gelmesi” demese, Başbakan da herhâlde tansiyonu daha da yükselten açıklamalara girişmeyecekti. Mesela “Şantaja dönüştürmeyin, açlık grevi yaparak biz terörist başını serbest bırakmayız, zaten halk idamın geri gelmesini istiyor” demeyecekti.
Oysa Başbakan Erdoğan ile Demirtaş arasındaki bu atışma sürerken, açlık grevi yapan bir grup 50. günü çoktan geride bırakmıştı.
Peki, nasıl bu kadar rahat olabiliyorlar?
İki taraf da kendince haklı olduğu için mi?
Değil.
Ben haklı oldukları bir yan görmüyorum. En azından iki taraf da bu konuda tümüyle haklı değil.
Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için bedenlerini ölüme yatıranlara, bu talebi siyasi alana taşıyan politikacılara Başbakan “Şantaj yapmayın” demekte haklıdır; fakat “Halk idamın geri gelmesini istiyor” diyen Başbakan, başka bir biçimde “şantaj” yapmış olmuyor mu?
Ayrıca Başbakan’ın idamı gündeme getirmesi ne kadar gerçekçi? Hükümetin böyle bir gündeminin olmadığı ve bu koşullarda olmayacağı bu kadar açıkça ortadayken Başbakan neden ölüm sınırında seyreden grevcilerin psikolojisini tetikleyecek, bu eylemlerin sürmesini, cezaevinden tabutlar çıkmasını isteyen örgütün amaçlarına meşruiyet sağlayacak açıklamalarda bulunuyor?
Kuşkusuz bu tür çıkışların politik bir amacının olduğu savunulabilir, ama bana göre bu sözler rasyonel değil. Yarın öbür gün cezaevlerinden tabutlar çıktığında hükümet bu ölümlerin siyasi sorumluluğundan kurtulabilir ama vicdani ve insani sorumluluğundan kaçamaz.
Siyasi hayatımızın olağan gidişatı içinde partilerin, liderlerin söz ve davranışlarındaki tutarlılık, temel insan haklarına ve evrensel değerlere gösterdikleri bağlılık seçmenlerin gözünden kaçmaz, insani ve vicdani olmayan tercihler ciddi itibar kaybına ve siyasette başarısızlığa neden olur. Ama Kürt meselesi gibi kanlı bir sorunun yarattığı kutuplaşma ikliminde insani duyarlılık ve ahlak ancak küçük bir detaydır; partiler bu karşıtlık, düşmanlık, öfke üzerine inşa ederler temel yaklaşımlarını. Fazla kaygılanmalarına da gerek olmaz; zira tek doğru vardır, o da hangi tarafta olduğunla ilgilidir.
Başbakan Erdoğan ve BDP lideri Demirtaş’ın bu kadar rahat konuşmalarının nedeni bu; iki taraf da kendi “tarafı”na sesleniyor ve sadece kendi cemaatlerine karşı sorumluluk duyuyor. Ne de olsa katılıklarından, sorumsuzluklarından ve hatta akılsızlıklarından dolayı hesap soran olmayacak... Böyle durumlarda esas amaç daima karşı tarafı sindirme ve karşı tarafa üstün gelmedir.
Cezaevlerindeki açlık grevlerinin ölüme kilitlenmesinin arkasında siyasetçilerin meseleye çözüm aramaktan ve uzlaşmaktan uzak olan bu tutumları yatıyor. Savaşın hâlâ sürmesinin nedeni de bu; birbirini öldürme, yok etme, yenme, ezme, teslim alma üzerine kurulu politikalardan diyalog, uzlaşma ve barış çıkmıyor.
Türkiye’de siyasetin demokratik evrimi devam ediyor; resmî devlet sistemi ülkenin çok kimlikli ve çok kültürlü yapısı karşısında çözüldü, bu hareketlenme Meclis’e ve siyasete rengini veriyor, ama yeterli demokratik bir kapsayıcılığa ulaşmadı. Kürt hareketinin kendi kimliğiyle siyaset yapma yolu tümüyle açık değil; Kürt siyasetçiler olur olmaz gerekçelerle hâlâ cezaevlerine atılıyorlar. Ölüm orucu gibi bir eylem kuşkusuz doğru bir hak arama yöntemi değil ama kabul edelim ki, bu tür eylemlerin kaynağı nihayetinde baskıcı devlet politikaları. Açlık grevleri, meşruiyetini anti demokratik uygulamalardan devşiriyor.
Ölümler başlamadan önce çözüm için adımlar atılmalı. Bugün için en azından İmralı’ya avukat engeli ortadan kaldırılmalı. Hükümetin yapıcı olması, tahrik eden açıklamalardan ve popülist çıkışlardan kaçınması gerekiyor. BDP de Öcalan popülizmi yapmayı bir tarafa bırakıp açlık grevlerinin ölümle sonuçlanmaması için samimi girişimlerde bulunmalı. Yoksa yarın çok geç olabilir.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT