1. YAZARLAR

  2. Yıldıray Oğur

  3. Ölüm döşeğinde bile esirgenen takdir hakları
Yıldıray Oğur

Yıldıray Oğur

Yazarın Tüm Yazıları >

Ölüm döşeğinde bile esirgenen takdir hakları

02 Aralık 2013 Pazartesi 07:25A+A-

Salih Tuğrul PKK davasından müebbet almış. 16 yıldır hapishanede. Şimdi 57 yaşında, Metris Cezaevi’nde yatıyor. 2007’de kalp krizi ve felç geçirmiş. Konuşamıyor, hafızasını kaybetmiş, arkadaşları olmadan adım atamıyor, koğuşu tuvalet zannediyor. Ama savcılar ısrarla onu tahliye etmiyorlar...

Sevim Er, BDP Beyoğlu teşkilatında çalışan bir siyasetçiyken 2011 yılında KCK operasyonundan  gözaltına alındı. Hapishaneden önce, yanlış lazer ameliyatı yüzünden bir gözünü kaybeden, diğer gözünü de hızla kaybetmekte olan Er’in acilen hapishane şartları dışında ameliyat olması gerek. Ama hapishane doktoru onun görmediğine bir türlü inanmıyor. Genç kadın her gün vakit kaybediyor...

Ergin Aktaş Erzurum H Tipi Cezaevi’nde yatan bir tutuklu. İki eli de kopmuş. Tek başına ihtiyaçlarını karşılayamaz raporuna rağmen tahliye edilmiyor.

Ahmet Öztürk beyninde tümör olmasına rağmen 7 yıldır cezaevinde.

36 yıldır tutuklu olan 76 yaşındaki Hasan Aslan akciğer kanseri ama tahliye edilmiyor.

Elbistan E Tipi Kapalı Cezaevi’nden Mehmet Emin Akdağ yüzde 80 felçli. Doktorların cezaevinde kalamaz raporuna rağmen savcılar onu da tahliye etmemekte direniyor.

İHD’ye göre 156, Adalet Bakanlığı’na göre 70’e yakın ağır hasta ceza ertelemesi için bekliyor. Çoğu KCK ve PKK tutuklusu/hükümlüsü.

Halbuki Adalet Bakanlığı 24 Ocak 2013 tarihinde yaptığı bir düzenlemeyle mevcut  infaz geri bırakma maddesini genişletti ve “Hapis cezasının infazı mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa, mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır” hükmünü getirdi.

Bunun için iki şart var. Adli Tıp ya da tam teşekküllü bir hastaneden alınacak raporun ardından Cumhuriyet Savcısı’nın tahliye için vereceği “toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacak” takdiri.

Bakanlığın genişlettiği bu haktan ilk yararlanan Balyoz tutuklusu emekli general Ergin Saygun olmuştu. Düzenlemenin çıktığı tarihe bakıldığında (Ocak 2013) bunun çözüm süreci, müzakerelerle de çok yakından bir ilgisi olduğunu tahmin etmek güç değil.

Ağır hasta mahkûmların/tutukluların tahliye edilmesi çözüm sürecinde güven verici adımlardan biri. 2011’de de öyleydi. 2011 6 Temmuz’unda hükümetle bir barış konseyinde anlaştıklarını duyuran Öcalan, avukatlarına hasta mahkûmların da yakında serbest bırakılacağını söylemişti.

Muhtemelen ona devletten verilmiş çözüm konusunda kararlığını göstermesi açısından kritik bir sözdü bu. Tutulmadı. Çünkü savcılar, Adli Tıpçılar bunun gerçekleşmesini engellediler. Tekrar savaş çıktı. 2011’den 2013’e kadar 2000 insan çatışmalarda hayatını kaybetti.

Bugün yine çözüm sürecinde kritik bir yerdeyiz. Bir ay önceki “süreç bitti, çekilme durdu, savaş başlayacak” havası dağıldı, bir orta yol bulundu...

Geçen hafta Star gazetesinde çıkan ama fazla dikkat çekmeyen tecrübeli Ankara gazetecilerinden Hamza Erdoğan imzalı haberin başlığı şöyleydi:

Kandil’in cevabı MİT ve bakanlıkta.

Habere göre BDPlilerin gidip görüştüğü Kandil, 21 Mart Newroz’unun ve sürecin arkasında durduğu mesajını devlete ve Öcalan’a iletti. Kandil’den yakında bu doğrultuda bir açıklama da gelebilir.

O yüzden hükümetin ağır hasta mahkûmlarla ilgili atacağı adım bu iyi havanın sürmesine hizmet eder.

Peki, Adli Tıp ve savcılar bu takdir yetkilerini neden ısrarla kullanmıyor?

Hangi vicdan, akıl, adalet duygusu, hangi motivasyon hükümet bile bunun önünü özellikle açmışken bir takdir yetkisini ölüm döşeğindeki insanlardan esirgemeye neden olur?

2009 yılının 13 Nisan günü PKK, daha sonra olacak devletle görüşmelerin sonucu olarak ateşkes ilan ettikten bir gün sonra 14 Nisan 2009’da KCK operasyonlarını başlatan motivasyon.

Çözüm sürecine başından beri direnen bürokratik vesayetin bitmek bilmez motivasyonu. İkinci Dünya Savaşı bitmesine rağmen gönderildiği ıssız adada 30 yıl savaşın bittiğinden habersiz cephesini terk etmeyen o Japon binbaşıya benziyorlar.

Bu ayki ulusa sesleniş konuşmasında Başbakan şöyle demiş:

“Gençlerin ölümüne hayır dedik. Her türlü tehdidin yapılacağını biliyorduk. Önümüze engeller çıkarılacağını, bizi bu işten vazgeçirmek için her türlü tahrikin yapılacağını, her tuzağın kurulacağını biliyorduk. Yine de hayır dedik.”

Devlet içinde bürokrasinin bir kanadı da ısrarla çözüme “hayır” demeyi sürdürüyor. Bütün bu olan bitenin şer olan o “hayır”la bir ilgisi var. Halbuki sulh hayırdır, hayır da sulhtadır.

TÜRKİYE

YAZIYA YORUM KAT