Ölülere Dua ve İstiğfar Niyetiyle Kur’an Okunur mu?
Mustafa Öztürk, Müslümanların tartıştığı meselelerden biri olan ölülere dua ve istiğfar niyetiyle Kur’an okumak üzerine görüşlerini aktarmış:
Mustafa Öztürk, Karar gazetesindeki yazısında ölülerin ardından dua ve istiğfar niyetiyle Kur’an okuması konusunda görüşlerini aktarmış. Bu konu hakkında olumlu ve olumsuz bir çok değişik görüşün olduğu malumdur. Okuyucularımızın konuya farklı açılardan bakması amacıyla da bu yazıyı iktibas ediyoruz:
Uhrevî âleme irtihal etmiş müminlere dua, istifğar ve af/mağfiret istirhamında bulunmak gibi niyetlerle Kur’an okunmasının meşru olup olmadığı, İslam geleneğinde öteden beri tartışılan bir konudur. Bu meselenin günümüz Türkiye’sinde de zaman zaman tartışmaya açıldığı malumdur. Bilhassa ölünün ardından dua maksadıyla Kur’an okuma meselesinin yanında namazda teşehhüd/tahiyyât duası okumanın meşruiyetini tartışmaya açmak, Kur’an’ın tercümesiyle namaz kılmanın ve namazda okunacak sureler ya da ayetlerin Türkçe anlamlarını bilerek okumanın bu ibadetin ruhuna daha uygun olduğunu savunmak gibi fikirler özellikle sosyal medya mecralarında sık sık dolaşıma sokulmaktadır. Dinî alandaki pek konuda geleneksel kabullere olumsuz bakan çağdaş yaklaşımın dua ve sevap niyetiyle Kur’an okunması konusunda sıklıkla öne sürdüğü itiraz gerekçelerinden biri, “Kur’an dua niyetiyle okunup ölülerin ruhlarına sevap bağışlanması gibi maksatlarla nazil olmuş bir kelam değildir” şeklinde formüle edilir. Kur’an’ın ölülere değil, dirilere okunması gerektiğine ilişkin görüş çerçevesinde kimi zaman vecize gibi dillendirilen gerekçelerden biri de Yâsîn 36/70. ayetteki “Diri olan kimseleri uyarman için…” ifadesidir. Ancak Kur’an’daki pek çok ayette müminler “diri”, kafirler ve müşrikler “ölü” diye nitelendirilir. Neml 27/80, Rûm 30/52 ve Fâtır 35/22 gibi ayetler dikkate alındığında “ölü” ve “ölülük” tabirlerinin hak ve hakikati idrak yetisi körelmişlik hâlini ifade ettiği anlaşılır. Dolayısıyla Yâsîn 36/70. ayette geçen “hayy”(diri) kelimesi de istiare yoluyla kemal-i akıl, aklıselim ve sağduyu sahibi kimse anlamına gelir ve dolayısıyla “men kâne hayyen” (Diri olan kimseler) ifadesi bir teşbih-i beliğ olarak, “idraki açık ve canlı kimse” gibi bir anlam içerir.
***
Son dönem İslam dünyasında dua ve sevap niyetiyle Kur’an okumaya dair olumsuz görüş genellikle Selefî ve Vehhâbî çevrelerce dile getirilir. Bilhassa son dönemde rağbet gören bu görüşün aksine Türk-İslam kültüründe hemen her vesileyle özellikle Fâtiha okunması çok yaygın bir gelenektir. Mezar taşlarındaki “Ruhuna el-Fâtiha” ifadesi bu geleneğin belki de en meşhur görsel simgesidir. Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki birçok dinî müesseseye ait güncel fetva metinlerinden edindiğimiz kanaate göre gerek Allah’tan af ve mağfiret istirhamıyla gerek vird ve tesbihat maksadıyla Fâtiha okuma geleneği daha ziyade Türk-İslam kültürüne mahsus bir uygulama gibidir. Çağdaş Vehhâbî ve Selefî çevrelere ait dinî literatürde ise duanın akabinde veya ölülerin ruhlarına bağışlamak üzere Fâtiha okumanın bidat olduğu açıkça belirtilir, hatta bidat bu çerçevede büyük bir masiyet (günah) olarak değerlendirilir.
Bu görüş kimi zaman İbn Teymiyye’nin çeşitli eserlerinden yapılan alıntılarla desteklenir. Ancak İbn Teymiyye Kur’an okuyup sevabını anne babasına ve uhrevi âleme göçmüş müslümanlara bağışlamanın meşru olduğu kanaatindedir. Bizzat kendi ifadesiyle, “sahih haberlerde bildirildiğine göre Rasûlullah ölünün namına sadaka verilmesini ve yine onun için oruç tutulmasını tavsiye etmiştir. Âlimler bu ve benzeri haberlerden hareketle hem mali hem namaz, oruç ve Kur’an tilaveti gibi bedeni ibadetlerden hâsıl olan sevapların müslüman ölülere bağışlanabileceğine hükmetmişlerdir ki bu görüş Ahmed b. Hanbel ve Ebû Hanîfe tarafından da benimsenmiştir. İmam Mâlik ve İmam Şâfiî’nin kanaatleri aksi yönde olmakla birlikte bu iki imamın taraftarlarından bir kısmı da aynı görüşe iştirak etmiştir. Buna mukabil diğer bazı âlimler “İnsan ancak kendi çabasının karşılığını görür” mealindeki Necm 53/39. ayeti delil göstererek ölülere Kur’an okuyup sevabını bağışlamanın hiçbir anlam ifade etmediğini söylemişlerdir. Ne var ki Allah bu ayette “İnsana ancak kendi amelleri fayda verir” dememiş, aksine “İnsan ancak kendi yapıp ettikleri şeylere maliktir; bunun dışındaki amellerde hak sahibi değildir” demiştir. Bu sebeple, bir başkası kendi amelini bir insana bağışladığında bu bağış o insana fayda verir.”
***
Sonuç olarak, başta Haşr 59/10 ve İbrahim 14/41. ayetler olmak üzere Kur’an’daki birçok ayette müslümanların hem kendileri hem anne-babaları hem müminler ve hem de kendilerinden önce gelip geçen din kardeşleri için Allah’a dua ettikleri ve hatta bu minvalde dua etmeleri gerektiği bildirilir. Özellikle İbrahim 14/41. ayetteki, “Rabbimiz, beni, ana-babamı kıyamet günü mağfiret eyle” ifadesi çok dikkat çekicidir. Bize göre bu ayet Allah’tan af ve mağfiret talebiyle Kur’an okunmasının meşruiyetine dair en güçlü delillerden biridir. Kur’an okumak suretiyle Allah’tan talep edilen af ve mağfiretin karşılık bulup bulmayacağı biz kulların bilebileceği bir şey değildir. Konunun bu tarafı hukûkullahla ilgilidir. Kur’an tilavetinin sevap olarak ölüye ulaşacağı yönündeki görüş sonuçta engin ilâhî rahmete ilişkin bir ümit ve beklentinin yansımasıdır. Bu konuda başvurulan delil ise kıyastır. En’âm 6/12. ayette “Rahmeti kendine ilke edindi” ve A’râf 7/156. ayette “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” buyuran Cenâb-ı Hak mümin kullarına hitaben dualara icabet edeceğini de bildirdiğine göre O’na yönelik en güzel dua ve niyazların yine O’nun kelamıyla yapılması kuşkusuz daha uygundur. Bize kendi kelamında nasıl dua edeceğimizi öğreten Cenab-ı Hakk’ın dua ayetlerini okuduğumuz zaman O’nun nezdinde karşılık bulacağı umulur.
HABERE YORUM KAT