Olmasa Mektubun, Yazdıkların Olmasa
Önümüzdeki Mayıs’ın ilk haftası silahsız çekilme sürecinin nasıl şekilleneceğini pratik olarak ortaya koyacak gibi. Çünkü İmralı’ya gidip gelen BDP heyetlerinin mektupları ve cevapları ilgili yerlere taşıma noktasında içine girdiği yoğun trafik, gerilim ve belirsizlik sürecinin giderek azaldığını gösteriyor.
Gerilim ve belirsizlik tünelinden çıkışa yaklaşıldığına dair önemli alametlere şahit oluyoruz. Mesela Türk ve Kürt ulusalcılık mücadelesine omuz veren aktörler eliyle yazılan çift taraflı felaket senaryolarının ne sözde bilimsel analizine ne de sözde ilkesel değerine kulak asılıyor artık. Tersine birbirine karşı alabildiğine kışkırtılan Türk ve Kürt ulusalcılık tezlerine sıkı sıkıya sarılanların Türkiye’de Kemalist oligarşinin, Suriye’deyse Baas cuntasının bekasını temin etmek üzere siyaset yürüttüğü daha net olarak görülüyor.
Kemalizmin veya Baasçılığı lehine siyaset yürütenlerin ille de bir Kemalist veya Baasçı olmasına gerek yok elbette. Lakin Kemalizme veya Baasçılığa ehven-i şer ya da daha büyük bir amaca ulaşmak üzere taktik hedef misyonu yükleyen kimi sol-sosyalist kimi liberal-sol kimi de kendine ‘İslamcı’ payesi biçen çevrelerin tam da bu işin merkezinde rol oynadıkları inkâr edilemez.
Mektuplar Boşluğa Yazılmadı
Siyaset olarak sürekli “irademiz İmralı’dır” ezberiyle hareket edenler başta olmak üzere epeyce demokrat, yurtsever, ilericiaydın-sanatçı ve siyasi çevre despotizme karşı mutlak eşitlik ve barışa adanmış bir siyasal duruş sahibi gibi kendilerini pazarladı. Bu pazarlama stratejisinde inandırıcılıklarını arttırmak için iki temel argümana aşırı önem atfedildi. Böylelikle bu iki argüman etrafında örgütlenen siyasal kadro ve çevrelerin dogmatik birer siyasal cemaate dönüşümü sağlandı.
Bu argümanlardan birincisi başta Kürtler olmak üzere Türkiye toplumuna yönelik her türlü kötülüğü şeytanlaştırılmış neo-liberalizmin işbirlikçisi AKP’ye yüklemekti. İkincisiyse bütün toplumun kurtuluşu için Kürdistan ulus cennetini/devletini kurma yolundan başka bir seçeneği literatürden tamamen silip atmaktı.
Bu iki temel argümana yaslanarak sorunun çözüleceği iddiasında bulunan bazı çevreler şöyle bir bataklığa saplandılar: AK Parti ve Erdoğan düşmanlığı, sorunun asıl kaynağını yani Kemalizm ve Türk ulus devletinin bütün suçlarını görünmez kılarken emek ve bağımsızlık jargonuyla muhalif bazı kesimleri iyiden iyiye despotizme yanaştırıyordu. Kürt ulus devleti ideali etrafında geliştirilen kavramsal çerçeve ve mücadele yöntemiyse Türk ulus mantığını ve korkularını besleyip büyüterek çözümsüzlüğü kalıcılaştırıyor hatta kangrene dönüştürüyordu. İki ayrı çıkmaz sokak ama ikisi de birbirinin içine girmiş halde.
Gerçekçi olup imkânsızı isteyenlerin mevcut bunalımlarına kaynaklık eden siyasal körlük asıl olarak Önderlik tarafından yazılan ve Newroz’da Diyarbakır’da okunan mektupla asıl olarak duvara tosladığını tescilledi. Çünkü Öcalan’ın mektubu Kürt sorunu ve PKK’nın talepleri üzerinden kendilerine toplumsal bir alan açan ama esasen toplumsal düzlemde ideolojik ve ahlaki açıdan bir türlü meşruiyet ve taban bulamamış kesimlerin profesyonel kriz yönetimi mesleğinden nemalandıkları gerçeğini açığa çıkarmıştı.
Mektuptan Önce ve Mektuptan Sonra
Öcalan’ın sosyalizm, Kemalizm, feminizm, ekolojik cumhuriyet tezlerini ihtiva eden mektuplarıyla mesut bahtiyar olanlar bugünlerde niçin tedirgin? Çünkü Balyoz ve Ergenekon sürecinin geldiği merhale Öcalan’ın artık Kemalizme övgü döneminin de sonunu getirmişti.
Göz ardı edilemeyecek diğer nokta ise şuydu: AB ve ABD’nin Orta Doğu’da artık eskisi kadar kontrol sahibi olamayacağının belirginleştiği bir vasatta Sosyalist öğelerin egemen olduğu bir model içerisinde bile olsa Öcalan ulus toplum ve devlet modelinin kapitalizmin ürünü olduğunu deklare ediyordu.
Ulus kimlik ve toplumun kapitalizme aidiyetine yönelik vurgular, sınırların ve sorunların suniliğine çekilen dikkatler bütün formasyonlarını bunun üzerine kurmuş PKK-BDP kadrolarında olduğu kadar kraldan daha fazla kralcılık yapmasıyla maruf Kürtçü sosyalist ve liberal çevrelerde de büyük bir şok yaşanmasına sebep oldu.
Öcalan’ın mektupları ve yazdıkları olmasa ne bu kavramsal çerçeveyi tartışmak mümkün olurdu ne de bu sınır dışına çekilme ve silahsızlanma sürecini tartışabilirdik. Görülen o ki; bütün ayak diremelerine, oyalama taktiklerine ve süreci sabote edecek girişimlere gönüllü yazılmalarına rağmen PKK-BDP siyasetinin Öcalan’ı aşma veya AK Parti hükümetini ofsayta düşürme planları akamete uğradı. Birinci İmralı ziyaretinden itibaren BDP heyetlerinin açıklamalarında ve Kandil’den gelen mesajlarda tehdit dozajının giderek düşüyor olması akamete uğrayan sabotaj planlarının sonucu değil de nedir acaba?
Ancak PKK-BDP siyasetinin sadece putlaştırdıkları Öcalan figürünün altında kaldığını, Öcalan tarafından yazılan yol haritasına tabi olduğunu düşünmek eksik ve de yanlış olur. Evet, eksik ve yanlış kalır. Çünkü Öcalan’ın Kemalist vesayetin kontrolü altından çıkarılması ancak sürece sabote edecek eski rejime ait bütün kadro ve söylemlerin kontrol altına alınmasıyla birlikte mümkün olmuştur. Bugün PKK-BDP siyasetinin bu kadar yumuşaması ve makul bir siyasi güzergâh için çaba sarf etmesinin öncülü inkâr, asimilasyon ve imha siyasetini temsil eden Kemalist ideoloji ve kadroların tasfiye sürecine girmesidir.
Garip olansa PKK-BDP’nin ve paralelinde siyaset yürüten sosyalist ve liberal çevrelerin bu sürecin aktif bir tarafı olmak için Öcalan’dan gelen mektupları beklemesiydi. Yani İmralı’dan gelen mektuplar olmasa, Öcalan’ın yazdıkları olmasa kim inanırdı Türkiye’deki ulusalcı, sosyalist ve liberal çevrelerde yeni bir siyaset tarzının hâkim olması gerektiğine?
YAZIYA YORUM KAT