Olgunlaşmama
Kimliklerimizin kültürden neşet ettiğine dair yaygın bir varsayım vardır. Gerçekten de kimlik denen şey, içine doğduğumuz, doğal olarak benimsediğimiz ve giderek kendimize ait kıldığımız nitelikleri ima eder.
Bunlar kullandığımız dil ve lehçeden başlayıp, dindarlık anlayışına, günlük hayatın ritüellerine, estetik algılara ve alışkanlıklara kadar uzanır. Ancak bu aynı zamanda kısmi bir özgürlük alanını da ifade eder, çünkü kimliğin oluşması bizi çevreleyen kültüre sadece bir uyum olmakla kalmaz, o kültürden 'seçmemizi' de sağlar.
Ne var ki bu 'seçme' meselesi, olgunlaşmamış toplumlarda sorun yaratır. Sonuçta o kültürü tanımlayacak ve temsil edecek sabit bir kalıbın kalmaması ihtimali korkutucu bulunur. Bu tür toplumlarda kimliğin yıpranması büyük bir tehlike olarak görülür, çünkü 'olgunlaşmama' aynı zamanda bir tür kişiliksizliktir ve bu zaafın üstü kimlikle kapatılmak istenmektedir. Toplumların olgunlaşamama nedeni ise hemen her zaman kendisi hakkında gerçeklikle karşılaşmamış, yüzleşmemiş olmasıdır. Gerçekliğin muhtemel olumsuz nitelikleri böyle bir yüzleşmeyi engeller, çünkü insanlar o olumsuzlukların bilinir hale gelmesiyle kendi kimliklerinin aşağılandığını düşünürler. Böylece kültürü oluşturan öğeler dokunulmazlık zırhı altına alınır, çoğu zaman da devlet eliyle korunur.
Olgunlaşmamış toplumlar en büyük titizliği ise tarih konusunda gösterirler. Çünkü kültürü oluşturan tüm öğeler tarihseldir ve varsayılan olumlu nitelikleri ancak bu şekilde ortaya koyabilirsiniz. Böylece kimlikle kültür arasındaki doğal ilişki tersine döner ve yozlaşır... Artık hayali bir 'temiz' kimlik uğruna, doğrudan kültürü belirleme gayreti içerisine girer ve olgunlaşmama halini sürekli kılarsınız.
Türkiye toplumu laikleri ve Müslümanlarıyla, Türkleri ve Kürtleriyle, bir bütün olarak olgunlaşmamış, kişilik zaafını hayalî bir kimlikle kapatmaya çalışan bir toplum... Olması gereken tarihsel olaylar ve tarihî şahsiyetlerden hareketle gerçek yaşanmışlığa bakan, dolayısıyla gerçekliği ayıklayarak, 'düzelterek' ve olumlu yönde çarpıtarak yine kendisine sunan, kendisini aldatıyor olmaktan rahatsızlık duymayan bir toplum... Türkiye cumhuriyet rejimine geçişten doksan yıl sonra bile, bu sürecin en önemli siması olan Mustafa Kemal'i tanımıyor, tanımak istemiyor, çünkü korkuyor... Herkes gerçek Mustafa Kemal'in, kendisine sunulandan farklı olduğunu biliyor ve bilinmeyenlerin olumsuzluk içerdiğinin farkında. Devlet ise onun 'hatırasını' kanunla koruyor. Diğer bir deyişle önemli olanın zihnimize nakşedilen algılar olduğunu, buna uymayan gerçekliğin ise kanunla yasaklanabileceğini söylemiş oluyoruz.
Derken birileri bir roman yazıyor ve etrafı çevrilen bir evden Mustafa Kemal'in kadın kılığında kaçtığını yazıyor. Başka biri de bir filmde Said Nursi'yi Mustafa Kemal karşısında 'uygunsuz' bir tavırla otururken gösteriyor. Bu, insanları rahatsız ediyor... Gerçeklere aykırı olduğu için değil. Çünkü biz aslında gerçekleri bilmiyor, onları başkalarının ağzından derliyoruz. Rahatsızlığın nedeni söz konusu anlatıların bizi rahatlatan, kimliğimizi destekleyen, bize yapay kişilik kazandıran 'temiz' görüntüye uymaması.
Derken başka birileri de bir dizi film yapıp, Kanuni Süleyman'ın gündelik hayatını bir dramatik kurmaca haline getiriyor. Bu kez de başkaları rahatsız oluyor. Oysa bu alanda bilgimiz neredeyse hiç yok. Eldeki malzemenin hepsi öznel ve hepsi de gözlemcilerin sınırlı deneyimine mahkûm. Diğer bir deyişle Kanuni'nin nasıl davrandığı, günlük hayatını nasıl geçirdiği konusunda dönemin 'resmi' görüşü dışında hiçbir bilgimiz yok. Ne var ki resmi görüş olanı değil, olması gerekeni anlatır... Kısacası Kanuni'nin gerçek hayatı, düşündükleri, hissettikleri konusunda tamamen cahiliz. Tarihsel olaylardan geriye giderek, bu kişiyi bildiğimizi sanıyoruz, ama aynen dizi filmin yaptığı gibi, biz de kurmaca yapıyoruz...
Kimliğe duyarlı kimi çevreler ise acıklı yorumlarını esirgemiyorlar. Örneğin önemli tarihî şahsiyetlerin 'olduğundan başka türlü' gösterilmesi kınanıyor. Sanki biz o şahsiyetin gerçekten nasıl olduğunu biliyormuşuz gibi... Kendisine tarihçi diyen birileri söz konusu dizinin toplumu 'idealsizleştirmeye' hizmet edeceğini söyleyebiliyor. Tarihin toplumu bir ideal etrafında toplamak üzere kurgulanması gerektiğini düşünebilen, 'gerçekten nasıl yaşandı' sorusunu sormaktan imtina eden bir 'tarihçilik'...
Olgunlaşmaktan korkuyoruz. O zaman birçoğumuz sadece 'kimlik' sahibi olduğunu ve bunu 'kişilik' sandığını itiraf etmek zorunda kalacak çünkü...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT