1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Ölçüsüz Tevil Saptırır!
Ölçüsüz Tevil Saptırır!

Ölçüsüz Tevil Saptırır!

Faruk Beşer, Yeni Şafak’ta devam ettiği usulu’d-din konulu yazılarının bu bölümünde tevilde ölçü meselesini değerlendirerek ölçü gözetmeyen tevilin kaçınılmaz olarak Batıniliğe götüreceğini söylemiş.

26 Temmuz 2019 Cuma 10:19A+A-

Faruk Beşer’in konuyla alakalı yazısı (26 Temmuz 2019) şöyle:

Muhkem Bilgiye Zıt Tevil Saptırır, Fitneye Sebep Olur

İslam’ı doğru anlamanın ölçülerini konuyorduk. Biz rüya, keşif, keramet, ilham, gibi yollarla da bilgi alabiliriz demiştik. Bunlara batın ilimler diyebiliriz, Gazali ‘mükaşefe ilmi’ der. Bunlara yok diyemeyiz. Hatta varlığın fizik ötesi yönü, duyularımıza gelen yönünden çok daha büyüktür. Ancak bir sufi olan İmam Rabbanî’nin de dediği gibi zahir ilimler, yani nasların zahiri, ya da sözel anlamı esastır. ‘Diğerleri bunlara kıl kadar dahi zıt düşerse atılır, itibar edilmez’. Bu sözüne İmam Rabbanî’yi yüceltenler bile itiraz etmezler, ama iş fiile dönüşünce kendi uçuk tevillerini nasların önüne geçirirler. Oysa bunun sonu batıniliktir ve onun da sınırı yoktur. Buna, Kuranıkerim ifadesiyle muhkemi bırakıp tevile uyma denir ve bunu ancak kalplerinde sapma olanlar fitne çıkarmak için yaparlar.

Resulüllah Efendimiz (sa) bütün bidatlerin dalalet olduğunu ve bütün dalaletlerin de cehenneme götürdüğünü birden çok hadisi şeriflerinde açıkça ve tevil edilemez şekilde beyan buyurur. Buna karşılık kendi eklemelerini güzel göstermek isteyenler ‘Ömer (ra) şöyle dedi, Osman (ra) böyle dedi diye bazı bidatlerin güzel olabileceğini iddia ederler. Bidatin ne olduğunu doğru bilirsek onun hiçbir çeşidinin güzel olmayacağını anlarız. Demiştik ki bidat; dinin aslında, yani aklın müdahale edemeyeceği ibadet ve akide alanında sonradan ihdas edilen ekleme ve çıkarmalardır. Bu konuyu yazmıştık.

Usul açısından alttaki delil üsttekine, tevil muhkeme zıt olamaz. Sünnet Kuranıkerim’e muhalif olamayacağı gibi, sahabi sözü, ya da her hengi bir içtihad da Sünnet’e ve Kuranıkerim’e muhalif olamaz.

Allah (cc) yarattığı insanın zaaflarını bildiği için ondan günde kırk defa, ‘Ya Rab, sadece sana ibadet edeceğim ve sadece senden imdat isteyeceğim’ diye söylemesini ister. Demek ki, ibadetle yardımın kaynağını bilme arasında da ilişki vardır. Resulüllah Efendimiz de kendisiyle istiğase edenlere, yani gıyabında ‘İmdat Ya Resulellah’ diyenlere: ‘Benimle istiğase olunmaz (La-yüsteğâsü bî…), istiğase sadece Allah ile olur’ (Heysemi, Mecma’), buyurur. Abdullah bin Abbas’a: ‘Bak çocuk, sana faydalı bazı sözler öğreteyim: İstediğinde sadece Allah’tan iste…’ (Tirmizi, Ahmed, Hakim) diye tembihler. Ama kendi batıni düşüncelerini pazarlamak isteyenler ölülerden istiğase/imdad edileceğine dair bir sürü tevile başvururlar. Oysa zahir bilginin, muhkemin, ya da tefsirin olduğu yerde tevil olmaz. Varsayalım ki, birinden imdad isterken aslında Allah’tan istediğimizi düşünüyor ve ey fülanca, bana imdad eyle dediğimizde aslında, Ya Rab bana filanca vasıtasıyla yardım eyle demiş, onunla tevessül etmiş olalım. Bunun dahi olup olmayacağı bir tarafa, insanların umumu bu ayırımı yapamaz ve o imdad istedikleri kişide kutsallık, yani gıyaben imdada yetişme gibi ilahi vasıflar vehmederek doğrudan onu yardımın kaynağı olarak düşünürler. Oysa ortada insanları akide açısından böyle bir tehlikeye atmanın ne getirisi vardır? Bu durum muhkemin karşısında tevile uymak değil midir? Neden Allah (cc) ‘kullarım beni sana sorarlarsa ben onlara çok yakınım, bana dua edene icabet ederim’ buyurur? Bunun gibi onlarca ayeti kerime ve bu manada hadisi şerifler varken böyle şüpheli ve şaibeli bir yola başvurmanın makul bir izahı olabilir mi?

BİR BAŞKA MİSAL

Resulüllah (sa) açıkça; Allah muska ve hamail gibi şeyler takınanları onlara havale eder, yani gidin sizi onlar korusun, ben sizi bıraktım der diye açıklar. İslam’a giren bazı gruplardan, ‘muska ve hamail gibi şeyleri asla takmayacağız’ diye söz alarak Müslümanlıklarını kabul ederdi. Ama tevilci batıniler, şöyle şöyle olursa muska ile de Allah insanı korur. Yani koruyan Allah’tır, muska bunun bir sebebidir, Abdullah bin Amr bir dua yazıp çocuğunun koluna asmıştı gibi bahaneler ararlar. Bunun sıhhati ve yorumu bir tarafa, açık hadisler karşısında bir değerinin olmayacağı usul bilenlerin kolayca anlayacağı bir şeydir. Bu da muhkemi bırakıp tevile uymadır.

BİR DİĞER MİSAL

Allah (cc), seçtiği peygamberleri dışında gaybını kimseye bildirmeyeceğini söyler, batıniler, ama Allah isterse bildirir derler, evliyanın kalbi bilebileceğini söylerler. Daha önce demiştik ki, bu tıpkı şuna benzer. Allah isterse sizi peygamber yapabilir mi? Kudret yönüyle tabii ki yapar. Ama Allah artık peygamber göndermeyeceğini bildirdikten sonra bunu tartışmanın bir anlamı var mıdır?

Bütün böyle konularda ihtiyat şudur: Varsayalım ki, bunların bir tevili bulunmuş olsun. Böyle olsa dahi açık naslara göre amel edip bunlara hiç itibar etmemenin bir tehlikesi ve yanlış bir sonucu olmaz. Ama böyle cılız ihtimallere tutunma insanı hakikatten, muhkem olandan uzaklaştırma ve batıniliğe, sapıklığa ve fitne çıkarmaya götürme ihtimali taşır.

 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum