Okumak, İnsanı, Eşyayı ve An’ı
Haftalık İnzal sırasına göre Kur’an okumalarımızda Müzemmil Suresinde’yiz.
Okumak kelimesinden gelen “Kur’an” kelimesi ilk defa geçiyor. Allah Elçisine ve O’nun nezdinde bütün mü’minlere gece okuyuşundan bahsediliyor. Henüz birkaç düzine ayte inzal olmuş ama çevrede Allah’ın ayetleri ışığında okunacak binlerce insan, milyonlarca nesne ve olay var.
Haftalık okumaları modern dilde moderatörlüğü yüklediler. Ama ben hamallık demeyi, tercih ediyorum. Bir şey taşımaktan ve hükmetmekten ziyade dinlemeye yüklenen bir hamal.
İsmail Ceyran ağabeyim oturumdan önce, son zamanlarda neler okuduğumu soruyor. Azimli’nin Farklı Okumak setini. Ama gerçekte iki aydır ancak kalın olanını yarılandı.
Aylık beş adet dergi var. Birisi güncelde ve ekolde, usulde ortak hissettiklerimiz: “Haksöz”. Diğer biri gençlerden, bir tanesi profesyonel ve populist camiamızdan, bir nostaljik tarihi ve bir başkası daha. Aslında okumaların çoğu otobüste gerçekleşiyor. Günde beş saatlik yol var.
Ve Okumanın büyük kısmını da insanlara, olaylara ve eşyaya ayırmak gerek.
Sabah otobüsteyim. Üçte birlik dergi faslı bitti, 4-5 beş öğrencim uyuyor, biri yarım uykluyor. Ayakta yaşlı ya da bayan olsa anlayacağım uyuklamalarını. Bu nedenle yarım uyuklayana soruyorum; “akşam çok mu ders çalıştın?” “Yok Hocam ya! İnternet, tv falan; geç yattım” Aynı soruyu inince diğerlerine soracağım, cevaplar benzer gelecek.
İnsanları okumak zor iş. İdarecilik yıkılalı iki hafta oldu ama; meslektaşlar(eğitmenler), memurlar, hizmetliler, güvenlikçiler ve öğrenciler. Her birinin, her anı ayrı bir sayfa…
Bir meslektaşla konuşuyorum. O da konuşuyor, mütemadiyen. Susuyorum o hala konuşuyor. Sonra pantalonundaki örümceği gösteriyorum hala konuşuyor. Odadan çıkıyorum hala konuşuyor. Binlerce yıl sonra torunlardan bir torunu duyar gibiyim “İnsanlar bir zamanlar iletişim kurmak için ses denilen basınç dalgalarını mı kullanıyorlarmış. Ne kadar ilkel” Şimdiden kayıt edelim; “evet çok ilkel. Hatta o bir iletişim değil, sadece birbirimizi rahatsız etmek.
Okumak incitir bazen. Rahatsız eder çoğu zaman. Rahatsız edilmek iyidir. Birileri rahatsız olmalı, hatta kendimiz bile…
Dışarıdan bir otomobil geçiyor arka camında “Çankırı’yı seviyorum” yazıyor. “Bende seviyorum” yüksek sesle söylemişim. Öğrencim “Kimi!?” diyor. Bir süre durunca “neyi!?” diye düzeltiyor.
-“Diyarbakır Sur’u, Gazze’yi, Bayırbucak ve Madaya’yı”
Anlamamış gibi bakınca ekliyorum. “İnsan annesini ve memleketini sevmez mi?” “Bütünlemeler bitsin memleketime gideceğim” Öğrenci’nin yüzünden hatıraları okunuyor bir an. Bu da güzel, Hala hayatta bir annesi ve ayakta bir memleketi olanlar için güzel.
Ama söz ettiğim yerlerin sayfalarında acı okunuyor.
Kale (söyle) kul. Neyi?, okumadın ki söyleyecek bir şeyin olsun. Kul susmalı çoğu zaman, sadece okumalı ve yapmalı.
İstanbul ensarlarından bir kardeş. Elinde bir paket. Hiçbir şey söylemesine gerek yok. Elindeki konuşuyor, sen sadece oku.
Okumaktan yorulduğumuz, ama birilerinin ısrarla kulaklarını ve gözlerini tıkadığı bir çocuk sesi acıyı arttırıyor:
“Herşeyi Allah’a anlatacağım”
Okuyabiliyor muyuz?
Yarın, çok geç olmadan.
Ölüm Meleği canı alırken hiç bir şey demenize gerek yok.
Ya da Kıyamet günü.
Zaten amel kitabı önümüzde duracak.
YAZIYA YORUM KAT