1. YAZARLAR

  2. Nesip Yıldırım

  3. “Zulme Karşı Çıkmak İnsani Bir Görevdir!”

“Zulme Karşı Çıkmak İnsani Bir Görevdir!”

Ekim 2009A+A-

Mazlumder Diyarbakır Şubesi yaz boyunca okullarda öğrencilere ant içirilmesi uygulamasının kaldırılmasına yönelik bir kampanya başlattı. Bu kampanya internet ortamına taşınan imza kampanyasıyla sürüyor. On yıllardır tam bir faşizan mantıkla bu ülkede yaşayan tüm çocuklara dayatılmasına rağmen ne yazık ki, bu zulüm uygulamasına karşı toplumda yeterince bir hassasiyet söz konusu değil. Hatta muhalif kesimlerde dahi adeta bir kanıksama hali mevcut. Bu kanıksanmış zulmü gündemleştirmeye çalışması dolayısıyla Mazlumder Diyarbakır Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi ve aynı zamanda Genel Başkan Yardımcısı Av. Nesip Yıldırım ile kampanyanın hedefi ve ulaştığı sonuçlar hakkında konuştuk.

“Andımız Kaldırılsın!” kampanyasıyla neyi hedeflediniz? İlköğretim okullarında her sabah okutulan andı nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Andımız Kaldırılsın!” kampanyası, Mazlumder Diyarbakır şube yönetiminin aldığı bir kararla başladı. Kampanyanın amacı, “öğrenci andı”nın tamamen kaldırılıp kişilerin kendi ırklarına veya ideolojilerine yeni bir ant içirmek değil. Bizler temelde ideolojik eğitime karşıyız. Şimdilik bunun en bariz örneklerinden olan öğrenci andıyla kampanyaya başlanılmıştır.

1933 yılında ortaya çıkan öğrenci andı ideolojik devlet yapısını, çocukluktan başlayarak insanlarımıza dayatan ve onları değiştirip dönüştüren fikirsel açıdan asimile etmek amacıyla ustaca hazırlanmış bir uygulama. İnsanı zorla ve tek-tipçi bir kalıba sokan bu ant; özünde de zulüm niteliğinde bir fiil.

“Türk milli eğitiminde sorun, sadece bu ant da değil. Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 2. maddesinde Türk milli eğitiminin temel amacı, “Atatürk inkılâp ve ilkelerine, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen yurttaşlar olarak yetiştirmek” olarak belirtilmektedir. Milli eğitimin temel amacı hak, adalet yönünde insan yetiştirmekten çok, Atatürk ilke ve inkılâplarına, Atatürk milliyetçiliğine, demokrat, laik vb. niteliklere ve temelde ideolojik devlete bağlı bireyler yetiştirmek olarak değerlendirilebilir.

Türkiye Cumhuriyeti, “Türk” etnik kimliğiyle beraber, otuzu aşkın diğer etnik kimliklerin de vatandaşı olduğu çok kimlikli bir ülke. Öğrenci andı ise “Türküm!” ile başlamakta. Kişi Türk ırkına mensup değil ise her sabah yalan söylemek zorunda kalmakta. Bunun devamında “Doğruyum!” demek ise gülünç bir durum. İnsan varlığını neden “Türk varlığına” veya farklı bir ırka armağan etsin ki. Bu beyan ırkçı bir beyandır. “Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim!” diye çocuklara ant içiriliyor. Kişi niye Atatürk’ün veya başka bir kişinin yolundan, ideolojisinden yürümek zorunda kalsın? Ayrıca kendisini mutlu etmediği halde ant dayatması ile “Ne mutlu Türküm diyene!” dedirtmek, asimilasyon politikasıdır.

İfade özgürlüğü bağlamında öğrenci andını okumaktan mutlu olan insanlar olabilir, bu kişisel bir tercihtir. Ancak bunun bir zorunluluk şeklinde okutulması zulümdür. İçeriğindeki eşitliğe aykırı, ayrımcı, din ve vicdan özgürlüğüyle çelişen beyanları nedeniyle öğrenci andı kaldırılmalıdır.

Konunun yasal boyutu pek bilinmiyor. Küçücük çocuklara yönelik tam bir sindirme, kişiliklerini ezme faaliyetini yansıtan bu ant konusunda ailelerin bireysel planda yapabilecekleri bir şey var mı?

Öğrenci andının yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. Yani kanunlarda açıkça bu andın okutulması gerektiği yok. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin “Öğrenci Andı” başlıklı 12. maddesinde bu ant geçmektedir. Bizler bu andın kaldırılması amacıyla Danıştay’da dava açtık. (Söz konusu olan yönetmelik maddesinin iptali olduğu için yerel mahkemelerde değil, Danıştay’da dava açılması gerekiyor.) Davalarımız sürüyor. Herkes andın kaldırılması için internette var olan dava dilekçe örneğini kullanarak dava açabilir ve imza kampanyasına destek verebilir. Kendi bölgesindeki milletvekillerini sıkıştırıp bu andın kaldırılması için baskı uygulayabilir. Bunun yanı sıra en önemli şey, herkesin kendi çocuğuna, bu andın “iyi bir şey olmadığını”, eşitliğe aykırı ve ayrımcı ol­duğunu anlatmasıdır.

Kampanya halktan nasıl bir karşılık gördü? Beklediğiniz etkiyi meydana getirdi mi?

Kampanyanın basına yansımasından sonra bu kampanya için teşekkür edenler oldu. Yıllardır süren bu haksızlığın kaldırılması çalışmasını için birçok kişi destekledi ve çevresine bildirimde bulundu. İnternet ortamında neredeyse Türkiye’nin tamamından destek geldi. Ancak ilginçtir ki andın kaldırılması talebinin “ülkeyi bölme talebi” olduğunu belirtenler, ağır hakaretlerde bulunanlar da oldu. “Beğenmeyen kendisine ülke bulsun!”, “Siz de söyleyiverin canım!” diyenler çıktı. Ancak milyonlarca çocuk ve ebeveynlerinin varlığı düşünüldüğünde kampanyanın beklenen etkiyi doğurmadığı, daha çok çalışmamız gerektiği söylenebilir.

Devletin engelleme çabalarını, bu çerçevede kampanya afişlerinin kaldırılması girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kampanya kapsamında billboardlara asılan afişlerimiz irademiz dışında toplatılmıştı. Yetkililerin yasal olmayan sözlü baskılarıyla sökülen afişleri, yöneticilerimizin ısrarlı talepleri sonucu tekrar astırabildik. Afişler hakkında halen C.Savcılığında bir soruşturma sürüyor, ancak yasal bir toplatma kararının verilememiş olması ifade özgürlüğü adına umut verici.

“Andımız Kaldırılsın!” kampanyası neden sadece Diyarbakır’da yürütüldü? Bu tutum konunun yalnızca etnik temelde bir dayatma olarak algılandığını göstermez mi? Oysa bu despotik uygulamanın içerdiği etnik dayatma ve yok sayma mantığı yanında biz Müslümanlar açısından öncelikle akidevî boyutuyla, içerdiği şirk öğeleri nedeniyle reddedilmesi gerekmez mi?

Kampanya kapsamındaki ifadelerimizde andın ırkçı yapısı yanında ideolojik dayatmasına da karşı çıktık. Takdir edersiniz ki andın içinde temelde ilk göze çarpan husus ırk dayatması ve farklı etnik kökenli yurttaşlarını yok sayan asimilasyoncu beyanlardır. Sayısı on milyonları bulan insanımızın ciddi rahatsızlık duyması doğal. Ancak Mazlumder, ırk temelli yapısının yanı sıra ideolojik dayatması nedeniyle de anda karşı çıkmakta.

Andı da içerecek şekilde okullarda ve diğer mekânlarda tertiplenen resmi törenleri boykot çağrısı nedeniyle Özgür-Der hakkında açılmış bir kapatma davası var. On yıllardır pek tartışılmamış, sorgulanmamış bir tabunun dillendirilmesi karşısında düzenin bu tür baskı altına alma, susturma çabalarına yönelmesi kaçınılmaz görünüyor. Buna karşı özelde İslami camianın, genelde de tüm muhalif kesimlerin nasıl bir tutum izlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Özgür-Der’in çalışması önemli ve değerli bir çalışmaydı. Buna karşı açılan davayı, yargı yolu ile bir haksızlığa karşı çıkma çalışmasının susturulması olarak görüyorum. İnsanlar kendi inançlarıyla çelişen ifadeleri, duruşları, resmi veya farklı ortamlarda okumak, yapmak zorunda olmamalılar. Bu bir zulümdür.

Türkiye’deki tüm etnik ve diğer kimliklerin özgürce var olma, farklı ırkların ve ideolojilerin kendilerine dayatılmadığı özgür bir ortamda yaşama hakkı olmalıdır. Çocuklarımız ve insanlarımızın geleceği için zulme karşı çıkmalıyız. Ya bu ve diğer zulümlerin devamına rıza göstereceğiz -ki bu onursuzca bir durumdur- ya da yaratılıştan var olan görev ve sorumluluklarımızı hatırlayarak hepimizin iyiliği için hep birlikte zulme karşı çıkacağız. İnancımız zulme kaşı çıkmamızı ve adil olmamızı gerektirir…

Vakit ayırdığınız için teşekkür ediyor, zulme ve zalimlere karşı yürüttüğünüz faaliyetlerde Rabbimizin yardımını diliyoruz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR