1. YAZARLAR

  2. Muharrem Balcı

  3. Zor Günlere Hazırlanmalıyız

Zor Günlere Hazırlanmalıyız

Ekim 1997A+A-

9 Ocak 1997 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanan Başbakanlık Kriz Merkez Yönetimi Yönetmeliği, 1 Eylül 1997 tarihli "Hizmete Özel" genelgesiyle uygulamaya konuldu.

BKYM yönetmeliğinde "Salgın Hastalık, hava kirliliği, grev ve lokavt, çığ düşmesi vb. gibi sorunlardan, yaygın şiddet, etnik yapı, din ve mezhep farklılıklarından kaynaklanan olaylara değin" ciddi belirtilerin ortaya çıkması ile bireysel ve toplumsal hayatın içinde müdahil olmadık, denetlenmedik en ufak bir nokta bırakmak istenmiyor. "Ciddi belirtiler" ifadesinin uygulamaya nasıl bir keyfiyetle yansıyacağını düşünüyorsunuz?

Önce şu hususa açıklık getirelim. BKYM yeni uygulamaya konulmuş değil. Yönetmelik çıktığında fiilen yürürlükte idi. Hatta, Kriz Merkezlerinin -adı konulmamış haliyle veya başka adlarla kurulmuş kurullar veya komiteler şeklinde- Milli Güvenlik Kurulu'nun kurulduğu yıllardan bu yana varlığı da bir gerçek. Ayrıca BKYM'nin denetleme görevi ile donatılmasına ilişkin 31 Ocak 1997 tarihli gizli bir genelgenin. Refahyol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan tarafından uygulamaya konulduğunu biliyoruz. Bu genelge ile, MGK Genel Sekreterliği bünyesinde görevli asker kişilerin, Bakanlıklar ve Bakanlıklara bağlı Genel Müdürlükler nezdinde, bu kurumlarda çalışan denetim ve teftiş elemanları ile birlikte denetimlere katılması, bu hususta Başbakan adına tam yetki ile hareket edebilmeleri sağlanmıştır. Bu genelgeye göre de bu denetim yetkisi her yıl yenilenecektir. Ancak hükümet değiştiğinden, 1 yıl beklemeden, 54. hükümet tarafından tanınan yetkiler 55. hükümet tarafından da yenilenmiş oldu. Yapılan bundan ibarettir.

Sorunuza gelelim. BKYM Yönetmeliğinin 5. maddesinde Kriz Yönetimini Gerektiren Haller başlığı ile sıralanan bu haller, öncelikle meşru olmasa bile uygulanmakta olan 1982 Anayasası ve bu Anayasa'da belirlenmiş idari görev ve yetkiler bakımından ele alınmalıdır. Başbakanlık Teşkilatına ve bu teşkilat içinde görevlendirilmiş Teftiş Kurulu'na verilen yetkilerin tamamı böylece MGK Genel Sekreterliği'ne, dolayısıyla silahlı güç olan TSK'ye devredilmiş durumda. Diğer bir ifadeyle, MGK Genel Sekreterliği ve bu kuruma bağlı kurum ve kurulların görev ve yetkileri. Başbakanlık Teşkilatı ve bağlı kurum ve kurulların görev ve yetkilerini bir ejderha misali yutmuştur. Bundan böyle, eğer bu düzenlemelerde bir değişiklik yapılmaz ise veya siyasi irade silahlı iradeye boyun eğme zilletine bu şekilde devam ederse, gerek siyasi hayatın gerek ekonomik hayatın, gerekse her türlü toplumsal ifade ve etkinliğin "Ciddi belirtiler" kapsamında bir "kriz hali" olarak tanımlanması kaçınılmaz olacaktır.

Uygulamalar ne şekilde yansıyacaktır? Örneğin, ekonomik bunalımlar.

1930-40'lı yıllar ekonomi anlayışıyla değerlendirilip, katı bir devletçilik uygulamasıyla sadece vergi koymasını becerebilen formüllerle giderilmeye çalışılacak, yeri geldiğinde % 20'lik bir enflasyon cuntanın kafa yapısıyla değerlendirilip ekonomik bunalım sayılabilecektir. Neden? Sözü geçen yönetmelikte veya hiç bir kanun düzenlemede ekonomik bunalımın ne olduğu tarif edilmemiş ve keyfiliğe bırakılmıştır.

Bunun gibi, yönetmelikte geçen birçok kavram veya olgunun tarif edilmemesi ya da birçok değerlendirmenin sistemin sahiplerinin basiretine bırakılmış olması, hukuk dışı olacağı gibi yaşanan hayatın gerçeklerine de aykırı olacaktır.

Bu tarz düzenlemeler, sistemi kuran iradenin, hiç bir zaman sistemde piyon olarak kullanılan iradelere güvenmediğini de ortaya koymaktadır. Hava kirliliği veya salgın hastalık halini dahi bir kriz sebebi sayıp müdahale etmek gereği duyan dar kafalı zihniyetin, etnik yapı din ve mezhep farklılığı gibi konularda elastik olmasını, insanların düşünce ve inançlarında özgür olabilecekleri hususunda biraz insani olabilmelerini beklemek elbette hayal olacaktır. Sorunuz, bu son iki günlük gelişmelere ışık tutacak bir soru oldu. MGK'nın en son marifetinin, 163. maddeyi getirmekten de öte, 1946'lara kadar yaşananlara da rahmet okutacak bazı düzenlemeleri hazırlamak olduğu ortaya çıktı.

Şeflik döneminde el konulan vakıflar ve satılığa çıkarılan camiler ve müştemilatlarından sonra, şimdilerde de aynı tarz düzenlemelere gidilmek istenmektedir. MGK eski Genel Sekreteri'nin bir TV programında mealen. "1950'lerden sonra yanlış yapıldı 1940'lı günlere dönmeliyiz" şeklindeki sözleri, uygulamanın ne şekilde olacağı konusunda önemli ipuçları vermektedir, işte başörtüsü ile ilgili son gelişmeler uygulamanın nasıl olacağını göstermektedir. Birçok çevre ve kamu yetkilisi, TSK'nın "düzene çeki düzen verme" gayesiyle ortaya koyduğu iradeyi besleyerek, insan temel hak ve hürriyetlerine saldırmaktadırlar.

Mutlaka aydınlığa kavuşacağımız günlere ulaşıncaya kadar biraz sıkıntı çekeceğiz. Az bir bedel ödeyerek elimizde bulduğumuz nimetlerin korunması için, daha fazla bedeli göze alacağımız günlere hazırlanmalıyız. Üstelik bu sadece müslümanların sorunu olmaktan da çıkmıştır. Bir insanlık sorunu haline gelmiştir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR