1. YAZARLAR

  2. Fikret Karcic

  3. Yugoslavya Müslümanlarının Kendilerine Güveni Artmıştır

Yugoslavya Müslümanlarının Kendilerine Güveni Artmıştır

Eylül 1991A+A-

Geçtiğimiz Ağustos ayı içinde İstanbul'da yapılan İslam Konferansı Örgütü Dışişleri Bakanları Toplantısı'nı izlemek için Yugoslavya'dan gelen Fikret Karcic ile Yugoslavya müslümanlarının genel durumu hakkında yaptığımız röportajı sunuyoruz.

- Önce kendinizden söz etmenizi rica ediyoruz.

- İsmim Fikret Karcic. 1955 yılında Doğu Bosna da doğdum. Lise eğitimimi Sarayovada Gazi Hüsrev Bey Medresesi'nde tamamladıktan sonra Kamu Hukuku eğitimi gördüm. Yüksek Lisansımı Belgrad Üniversitesi'nde "Şeriat Mahkemeleri" konusunda yaptım., aynı üniversitenin Hukuk Fakültesi'nde doktoramı verdim. Doktoramın konusu "İslam Reformizmi ve Yugoslavya'ya Etkileri" idi. Şu anda Saraybosna İslami Araştırmalar Fakültesi'nde doçent olarak görev yapıyorum. 'İslam Hukuku Tarihi' ve 'Anayasa Hukuku' dersleri veriyorum. Şu ana dek üç kitabım yayınlandı: Yugoslavya'da Şeri Mahkemeler, İslam Hukuk Tarihi ve İslam Reformizminin Sosyal ve Hukuki Yönleri. Şu anda Güney Doğu Asya'da İslam adlı yeni bir çalışmam baskı aşamasında bulunuyor. Bu kitabımı geçen yıl Uluslararası İslam Üniversitesi'nde araştırma yapmak için bulunduğum Malezya'da hazırladım.

Aynı zamanda Yugoslavya İslam Cemaati'nin resmi yayın organı olan İslamic Herald'ın yayın yönetmeniyim.

- İstanbul'a İslam Konferansı Toplantısı için geldiğinizi biliyoruz. Resmi bir göreviniz var mı?

- İstanbul'a iki meslektaşımla birlikte geldik. Resmi düzeyde İslamic Herald dergisinin mensupları olarak, gazeteci sıfatıyla bulunuyoruz. Bununla birlikte Yugoslavya İslam Cemaati Riyaseti tarafından, İslam Konferansı Örgütü bünyesindeki kişi ve kuruluşları Yugoslavya müslümanlarının mevcut hali hakkında bilgilendirmekle görevlendirilmiş bulunmaktayız.

- Bize Yugoslavya Müslümanlarının bugünkü genel durumunu kısaca özetleyebilir misiniz?

- II. Dünya Savaşı sonrasında Yugoslavya'da bildiğiniz gibi komünistler iktidarı ele geçirdi. Bu dönem müslümanların yoğun baskı ve sindirmelerle karşılaştıkları bir dönemdir. Koşulların da zorlamasıyla 80'li yıllara kadar müslümanlar apolitik bir tutum içinde olmuşlardır. II. Dünya Savaşı'nın hemen akabinde yaşanan müslümanların varlığına yönelik katliamların şoku atlatıldıktan sonra İslami kimliğin korunmasına yönelik gayretler sarf edilmiştir. Komünist yönetimin ilk otuz yıllık döneminde müslümanlar daha çok mescidler açmak gibi faaliyetler göstererek manevi varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Seksenli yılların başından itibaren ise, tüm dünyada gerçekleşen İslami canlanışa paralel olarak Yugoslavya'da da bazı İslami hareketler ortaya çıkmıştır. Özellikle müslüman gençler arasında, İslami diriliş olarak adlandırılan türden akımlar görülmeye başlanmıştı. 1980 yılından itibaren komünist rejim müslüman aydınlara karşı baskılarını yoğunlaştırdı. 13'ler Hareketi olarak meşhur olan hadise de bu dönemde yaşanmıştır. Bildiğiniz gibi, Sarayova'da 13 müslüman aydın tutuklanarak hapse konulmuştu. Tamamen asılsız bir şekilde ileri sürülen suçlamalar gizli polisin kendine has yöntemini ortaya koymaktaydı. Bu müslüman aydınlara karşı rejimin baskılarına uluslararası insan hakları örgütleri karşı çıktılar. Bir süre sonra uluslararası kamuoyunun da baskılan sonucu Yugoslavya rejimi bu müslümanları serbest bırakmak zorunda kaldı.

1990 yılı içinde komünist rejim Yugoslavya'da çok partili sisteme geçmek zorunda kaldı. Bosna ve diğer bölgelerde müslümanlar Demokratik Eylem Partisi'ni kurdular ve şu anda bu parti diğer partilerle birlikte koalisyon oluşturarak Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nde iktidara gelmiştir. Buna paralel olarak müslümanlar daha geniş haklara kavuşmuşlardır.

- DEP'in iktidara gelmesi müslümanlar açısından (yaşam koşullarında) ne gibi değişiklikler (gelişmeler) sağlamıştır?

- Yaşam koşulları açısından ne yazık ki bir gelişmeden söz etmek zor. Çünkü DEP'in iktidara geldiği dönem Yugoslavya'da ekonomik krizin zirvede olduğu bir döneme tekabül etmektedir. Bu seçimlerin en önemli sonucu müslümanlar da dahil olmak üzere tüm Yugoslavya halkının çağdaş tarihleri boyunca ilk defa özgür seçimlerde, oy atmış olmalarıdır. Bu psikolojik tatminin en önemli sonuç olduğunu düşünüyorum. Yeni oluşturulan hükümet henüz daha 1 yaşını bile tamamlamış değildir. 1 yıllık bir hükümetin Yugoslavya gibi bir ülkede yaşam koşullarını iyileştirmesini beklemek hayalcilik olur. Kaldı ki son aylarda Yugoslavya'da patlak veren çatışmalar ekonomik gelişmeye fırsat vermemektedir. Yabancı yatırımcıların ürkütülmesine yol açan bu iç çatışma Yugoslavya'yı ekonomik açıdan çok olumsuz bir biçimde etkilemektedir. Bununla birlikte Bosna-Hersek hükümeti yapabileceğinin azamisini yapmıştır. Bu noktada müslüman ülkelerden ve Avrupalı ülkelerden yatırımcıların Bosna-Hersek'te yatırım yapmaları için iyi bir zemin oluşturulduğunu söyleyebilirim.

- Seçim sonuçları ve müslümanları temsil eden siyasal örgütlenmeler müslüman halk arasında kültürel açıdan ne gibi gelişmeler doğurmuştur?

- 1990 Kasımı'ndaki seçimlerden sonra müslümanlar daha güvenli bir psikoloji içine girmişlerdir. Artık İslami kimliklerini daha rahat bir biçimde hissetmektedirler. Örneğin giyim kuşamdan, yeni doğan çocuklarına İslami gelenekten adlar koymaya varan bir dizi sosyal pratik açısından müslüman gençler artık çekingen, utangaç bir ruh halinden sıyrılmışlardır. Komünist dönemde bir çok bidat kök salmıştı. Sözgelimi bir çok ebeveyn çocuklarına melez isimler koymak eğilimindeydiler, Arapça veya Türkçe kökenli isimler yadırganmaktaydı. Fakat artık bu eğilimler zayıflamaktadır. Komünist rejim sonrasında hissedilen 'kendine güven' duygusunun en önemli kazanımımız olduğunu düşünüyorum. Ekonomik koşullarımız kötüye de gitse, halimizden memnunuz çünkü artık kimliğimizi rahatlıkla ortaya koyabiliyoruz. Bizim için şu anda önemli olan bu. Uzun dönemde ekonomik koşulların da düzeleceğini, DEP'in bu alanda da önemli çalışmalar yapacağına inanıyoruz. Bunun için barışçıl bir ortama ihtiyaç var.

- DEP'in Bosna dışında örgütlenmesi var mı?

- Evet, cumhuriyetlerin hepsinde DEP'in teşkilatı var. Fakat Sancak ve Karadağ dışında herhangi bir gücü bulunmamaktadır.

- Bu cumhuriyetlerin parlamentosunda DEP'in temsilcileri var mı?

- DEP Sırbistan ve Karadağ'da az sayıda da olsa parlamentoya temsilci yollamayı başarmıştır.

- DEP'in seçmenleri arasında gayri müslimler bulunuyor mu?

- Çok çok az, sembolik sayılacak ölçüde. Bu çok doğal, çünkü Yugoslavya'da partiler programlarına göre değil, dayandıkları milliyet ve din esasına göre oy alırlar.

- Komünist rejimin yıkılması öncesindeki dönemde DEP'in örgütlenme ve hareket stratejisi hakkında bilgi verebilir misiniz?

- Resmen parti üyesi olmadığım için bir gözlemci olarak intibalarımı aktarabilirim. 1990 Kasım seçimlerinde alınan sonuç DEP için gerçekten büyük bir başarı idi. Seçimlere hazırlanmak için çok kısa bir zaman vardı. 1990 Haziran'ında Sarayova'daki anayasa mahkemesi din veya etnik temel üzerine parti kurulabileceği yönünde bir yargıya varmıştı. Bu durum daha evvel yasal değildi. Bu engelleme zaten uluslararası hukuka ve dünyadaki bir çok ülkenin pratiğine de uygun değildi. İşte DEP seçimlere Haziran ile Kasım arasındaki bu çok kısa zaman diliminde hazırlandı. Partinin kurulması, programının hazırlanması ve kamuoyunca benimsenmesi yalnızca bir kaç aylık bu süreye sıkıştırılmak zorundaydı. Bence DEFin başarısı çok iyi tasarlanmış bir örgütlenme temelinde aranmamalıdır. Partinin başarısı müslüman halkın hissiyatında yatmaktadır. Bosna ve Sancak'ın müslüman halkı yalnızca Parti'nin liderinin kim olduğunu, bu liderin dünya görüşünün ne olduğunu ve geleceğe nasıl baktığını çok iyi bilmekteydiler ve lidere oy verdiler.

- Begoviç'in dışında liderler kimlerdi?

- Bir takım isimler sayabilirim, fakat bu isimleri Begoviç'le kıyaslamak söz konusu değildir.

- Ulemadan tanınmış isimler var mı?

- Hayır, hayır. Tanınmış alimler yok. Ulemanın önde gelenleri politikadan uzak durmayı tercih etmektedirler. Yugoslavya İslam Cemaati'ni söz konusu edecek olursak, müslümanlar arasında ortaya çıkan değişik siyasal örgütler bulunduğu için Cemaat tarafsız bir tutum takınmayı tercih etmiştir. Cemaat aynı zamanda önde gelen ulemanın kesinlikle siyasal partilerden aday olmaması gerektiği yönünde bir karara da varmıştır. Alimlerden resmi konumlarını herhangi bir parti lehine kullanmamaları istenmişti. Bununla birlikte Yugoslavya İslam Cemaati Riyaseti, Cemaat üyelerinin kesinlikle politikaya ilgisiz kalmamaları gerektiğini, Cemaat üyelerinin vicdanlarına ve İslami prensiplere dayanarak seçimlerde oy kullanmaları gerektiğini de belirtmişti.

- Parti önderliğinin tamamen modern eğitimli aydınlardan oluştuğunu söyleyebilir miyiz?

- Evet, lider kadroyu tamamen aydınlar oluşturmaktadır.

- Partinin ideolojik programı nedir?

- Partinin ideolojik yapısı farklı unsurların bileşiminden oluşmaktadır. Örneğin anayasal açıdan bakıldığında, Parti Yugoslavya'nın egemen cumhuriyetlerden oluşan birliğini savunmaktadır. Yine ordunun asıl görevinin Yugoslavya'nın sınırlarını korumak olduğunu, ordunun iç politikaya tarafsız kalması gerektiğini savunmaktadır. Yönetim açısından da parti, güçlerin ayrımını; yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirinden tefrikini benimsemektedir. Bildiğimiz gibi önceki dönemde tüm bu güçler içice geçmiş ve Komünist Parti'nin inhisarı altındaydı. Din açısından bütün dinlerin özgürlüğünü ve çoğulcu devlet yapısını; ekonomik açıdan da serbest teşebbüsü ve serbest pazar ekonomisini; kültürel açıdan Yugoslavya halkının kültürel zenginliğinin geliştirilmesini; dış ilişkiler açısından da tüm bağlantısız ülkeler ve Avrupa Topluluğu üyesi ülkelerle iyi ilişkiler kurulmasını ve uluslararası alanda da uluslararası hukukun üstünlüğü ve insan hakları ilkesine bağlılığı savunmaktadır. Görüldüğü gibi, Parti'nin yapısı ılımlıdır.

- DEP'in programına baktığımızda tipik bir liberal, demokratik ve bir anlamda Batılı bir parti görüntüsü ile karşılaşıyoruz. Öyleyse, Parti'nin İslami karakteri açısından DEP'i Yugoslavya'nın diğer liberal, demokratik partilerinden ayıran nedir?

- Yugoslavya'deki partileri temelde birbirinden ayıran nokta sahip oldukları programlar değil, taraftarlarıdır. Her parti kendi etnik tabanına ve alt yapısına dayanmaktadır. Genel anlamda DEP tüm Yugoslavyalı vatandaşların katılımına açık bir partidir. Fakat realitede DEP müslümanların partisidir. DEP'e İslami karakterini kazandıran unsur bu partinin müslüman kökenli tüm Yugoslavya vatandaşlarının çıkarları ve kanuni haklarını savunmasıdır. Bu noktada DEP yalnızca Bosna-Hersekli müslümanları değil, Arnavut ve Türk asıllı müslümanları da temsil etmektedir. Bu müslümanların bireysel ve kollektif haklarını korumaya, geleneksel ve ahlaki değerlerini geliştirmeye, örneğin müslümanların tüketimi için 'helal et' temin etmek gibi, İslami hicaba uygun giyinen müslüman hanımları korumak gibi, bir takım alanlarda müslümanların çıkarlarını korumaya çalışmaktadır.

- Bu noktada Yugoslavya örneğindeki gibi müslümanların azınlıkta bulundukları bölgelerde faaliyet gösteren İslami örgütlerin müslüman ülke olarak adlandırılan ülkelerdeki İslami örgütlerden önemli bir farklılaşma gösterdikleri söylenebilir sanırız. Örneğin DEP ve benzen konumdaki İslami örgütler toplumun tümüyle değiştirilmesi, dönüştürülmesi hedefinden farklı olarak ancak temsil ettikleri kesimin haklarını korumak, kültürel kimliğini devam ettirebilmek hedefi ile sınırlı bir konumda faaliyet göstermektedirler. Bir anlamda savunma pozisyonunu benimsemek durumundadırlar.

- Evet, böyle olduğu içinde Yugoslavya örneğindeki DEP'i ancak, müslümanların azınlık statüsünde bulunduğu başka ülkelerle karşılaştırabiliriz. Müslümanların çoğunluğu teşkil ettiği ülkelerle kıyaslamak doğru olmaz.

- Bazı müslümanlar arasında zaman zaman, Bosna'daki gelişmeleri muhtemel bir Bosna İslam Cumhuriyeti'nin ayak sesleri olarak duyma eğilimi görülüyor. Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bosna'da Bosna'yı bir İslam devletine dönüştürmeyi amaçlayan ne bir örgüt, ne bir hareket, ne de ciddi bir şahıs bulamazsınız. Bosna'da İslam devleti sloganı bir ütopyadır. Üstelik ilginç olan, bu sloganın Avrupalı ülkeleri bize karşı kullanmak için düşmanlarımız tarafından kullanılmasıdır. Gayri müslimler için bir tehlike, bir tehdit oluşturduğumuz şeklinde bir anlayışı yaygınlaştırmak amacıyla propaganda edilen bir yaklaşımdır bu.

- Ümmetin bir parçası olarak Yugoslavyalı müslümanların ve özelde DEP'in İslam dünyasıyla ve dünyadaki İslami örgüt ve hareketlerle ilişkilerinden söz edebilir misiniz?

- Yugoslavya İslam Cemaatinin İslami kuruluşlarla örneğin Rabıta, (Libya) İslam'a Davet Cemiyeti gibi kuruluşlarla ilişkileri vardır. Fakat bu ilişkiler seyrek ilişkilerdir, zaman zaman karşılıklı temsilciler göndermekle sınırlıdır, fakat, Yugoslavya İslam Cemaati Riyaseti bu ilişkileri güçlendirmek arzusundadır. Cemaat adına görüşmeler yapmak amacıyla bir heyet olarak İslam Konferansı Örgütü toplantısına katılmak için İstanbul'a gönderilmemiz de bu arzuyu yansıtmaktadır. Yugoslavya İslam Cemaati resmi üyelik başvurusuyla bu toplantıya ilk defa katılmıştır. Bu toplantıda yine çok yakın bir zamanda İslam Konferansı bünyesinde üye olmayan ülkelerde yaşayan müslüman azınlıkların sorunlarıyla ilgilenecek yeni bir komite oluşturulacağını öğrendik. Bosna Cumhuriyeti'ne gelecek olursak, Bosna Cumhuriyeti bir çok müslüman ülkeyle temaslar kurmaktadır, fakat bu temaslar İslam dünyası ile sınırlı olarak algılanmamalıdır. Aynı şekilde Avrupa Topluluğu üyesi ülkelerle de ilişkiler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bu noktada, Bosnalı müslümanlar hem müslüman olarak İslam Ümmeti'nin bir parçasıdırlar, hem de Avrupalı kimliğini taşımaktadırlar. Yugoslavya'da bir yaşam mücadelesi verdiğimiz göz önüne alınacak olursa Avrupa Topluluğu'nun bizim için hayati önemi anlaşılacaktır.

- Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'nin bazı müslüman ülkelerle olan iyi ilişkileri sizin için bir engel oluşturuyor mu?

- Hayır, bu ilişkileri bir engel olarak görmüyoruz. Federal Cumhuriyetin müslüman ülkelerle iyi ilişkiler içinde olması bilakis bizim arzuladığımız bir husustur. Fakat son zamanlarda Doğu Bloku'ndaki diğer ülkelerde de görülen bir eğilim olan İsrail ile yakınlaşma konusu Yugoslavya'da da belli merkezler tarafından propaganda edilmektedir. Bildiğiniz gibi, Tito'dan beri Yugoslavya'nın geleneksel politikası Arap ülkelerini İsrail'e tercih etmektir. Yugoslavya'da şu anda belli çevreler bu politikayı eleştirmektedirler. İsrail ile iyi ilişkiler kurulması gerektiğini, Avrupa Topluluğu ile olan ilişkilerin de bunu gerektirdiği, İsrail ve AT ile olan ilişkilerin birbirine paralel ilişkiler olduğunu savunmaktadırlar. Bu noktada Yugoslavya'nın "Papa'dan daha Katolik" olmasının gerekmediğini, Mısır İsrail ile tam diplomatik ilişkiler içindeyken, Yugoslavya'nın bundan kaçınmasının yanlış olduğunu söylemektedirler.

- Türkiye ile olan ilişkilere nasıl bakıyorsunuz?

- Türkiye ile ortak bir tarihsel kültür mirasımız var. Yugoslavyalı müslümanlar İslam'ı Osmanlılar'la tanımışlardır. Aramızda mezhepten tutun, adetlerimize kadar çok yakın bir beraberlik bulunmaktadır. Bu yakınlık mantıksal olarak Yugoslavyalı müslümanlar ile Türkiye'nin çok sıkı ilişkilerinin olmasını gerektirmektedir. Özellikle Yugoslavya'nın yaşadığı siyasal kriz göz önüne alınacak olursa Türkiye'nin moral ve siyasal açıdan Yugoslavyalı müslümanları desteklemesi daha bir önem kazanmaktadır.

- Bu noktada belki de konumlarımızın farklılığı nedeniyle Türkiye'yi değerlendirmede ciddî bir farklılık gösteriyoruz gibi geliyor. Şöyle ki, her yönüyle Batıcı, laik, emperyalist güçlerin kuklası bir rejimin kuşatması altında yaşayan müslümanlar olarak bizim Türkiye'ye bakışımız ile örneğin Yugoslavya'da bir azınlık statüsünde yaşayan müslümanların Türkiye'ye bakışları arasında önemli bir farklılık var. Yugoslavyalı müslümanların gözündeki Osmanlı ile mevcut Türkiye arasında dağlar var. Bu noktada beklentileriniz ne ölçüde gerçekçi?

- Hemen şunu belirteyim ki, bizim Türkiye'den beklentimiz bizi kurtarması, bize sahiplenmesi gibi bir misyonu yüklenmesi değil. Biz kurtuluşun ancak kendi gücümüzle olacağını çok iyi biliyoruz. Bu noktada dayanılacak tek gücün de Allah olduğuna iman etmekteyiz. Bizim beklentimiz, Türkiye'nin siyasal destek vermesidir, yalnızca Yugoslavya'daki etnik Türk azınlığın değil tüm müslümanların sorunlarına ilgi göstermesidir.

- Bir çok ismi müslüman ülke gibi, Türkiye de ideolojik açıdan ırkçı karaktere sahip bir ülkedir. Halen Türkiye'de rejim laik yapısından kaynaklanan ciddi bir etnik problemle boğuşmaktadır. İçeride bu durum söz konusuyken, Türkiye'nin bir başka ülkeden talepte bulunması tutarsızlık olmaz mı? Evvel ki sene yaşanan Bulgaristan'dan zorunlu göç olayında da rejimin bu niteliği çok net bir biçimde görülmüştü. Bulgar rejiminin zorla yolladığı Türkler'e açılan kapılar Pomak asıllı müslümanların girişi söz konusu olduğunda hemen kapanıvermişti. Bu olay Türkiye'nin Balkanlar'a yaklaşımı hakkında bazı ipuçları verebilir.

- Tekrar söylemek isterim ki, biz dayanacak güç arayışında değiliz. Biz yalnızca moral ve siyasal destek peşindeyiz.

- Balkanların siyasal geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yükselen milliyetçi dalga Balkanları nasıl etkileyecek?

- Balkanlarda ortaya çıkan milliyetçi hareketler komünist dönemde yeni bir kimlik oluşturulması amacıyla bastırılan milli kimliklerin adeta patlamasından doğmuştur. Şu anda Balkanlar bir geçiş dönemi yaşamaktadır. Balkan ulusları, Avrupa Topluluğu'na katılmak arzusundadırlar. Dolayısıyla bu sorunun nihai çözümü Avrupa Topluluğunun ölçüleriyle belirlenecektir. Bu itibarla milliyetçi tansiyonun düşeceğini sanıyorum. Bu dönemi bir nevi çocukluk hastalığı olarak görüyorum.

Şunu da ekleyeyim ki bu ay (Ağustos) içinde Viyana'da Balkanlar'da yaşayan müslüman toplulukların temsilcilerinin katılımıyla Balkan ülkeleri İslami Cemaatler Birliği adıyla yeni bir girişimin ilk toplantısı düzenlenecektir. Bu girişimin Balkan müslümanları açısından olumlu sonuçlar doğuracağını umuyorum.

 

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR