1. YAZARLAR

  2. Murat Ural

  3. Yerliliğin Menüsü: Lahburger

Yerliliğin Menüsü: Lahburger

Mart 1999A+A-

Barış Manço'nun ölümü ile ilgili haberler, gündemin olanca yoğunluğuna rağmen günlerce haber bültenleri ve gazete sayfalarında ilk sıralarda yer aldı. Gazeteler, hakkında yüzlerce yazı yayınladı. TV'ler anma programlan düzenledi. Cenaze töreni manşetlere çıktı, haber bültenlerinde ilk haber oldu. Radyolar gün boyu şarkılarını yayınladılar, dinleyiciler ve DJ'ler canlı yayında hıçkırıklara boğuldular. Kısacası son yılların en popüler ölümlerinden biri oldu Barış Manço'nun ölümü.

Hayatının özellikle son bölümü düşünüldüğünde Manço'nun ölümünden sonra çok daha popüler olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumun klasik bir "sonradan anlaşılan değer" açıklamasıyla geçiştirilemeyeceğini düşünüyoruz. İnsanlarla iyi ilişkiler kurmayı başarabilmiş, hayranlık uyandıran işler gerçekleştirmiş, gitgide artan bir yozlaşmanın içinde kendisi kalabilerek nitelikli ve uzun soluklu eserler ortaya koymuş bir kişi oluşu, ölümünden sonra O'na gösterilen yoğun ilginin sebepleri arasında sayılabilir. Ancak bunlar ela olayı açıklamakta yetersiz kalır,

Barış Manço'nun temsil elliği değerlerin anlaşılmasının yanı sıra toplumun O'nu algılayışına ilişkin bazı gözlemlerin, gösterilen yoğun ilginin çözümlenişine yardım edeceğini düşünüyoruz. Barış Manço'nun ölümünden sonra ortaya çıkan tabloya eleştirel yaklaşan nadir yazarlardan biri olan Ali Bulaç, olayı "Diana Sendromu" olarak niteledi. Prenses Diana'nın ölümünden sonra Avrupalıların gösterdiği abartılı, duygusal tepkiyle Barış Manço'nun ölümünden sonra yaşananlar arasında bir benzerlik kuran yazar, herhalde çağdaş prenses masalının yerli versiyonuyla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmekleydi.

Özellikle radyolarda günlerce süren ağlamaklı konuşmaları, üzüntüden depresyona giren hayranları düşündüğümüzde bu yaklaşıma hak vermemek pek mümkün gözükmemekte. Ancak kanaatimizce toplumun çeşitli kesimlerinin ortak bir payda da birleşmişçesine gösterdiği yoğun ilginin en genel açıklaması "Toplumsal Histeri" başlığı allında yapılabilir. Tabii yollardan dışa vurulamayan duygusal gerilimler kendilerine boşalabilecek bir kanal bulduklarında işte böylesi abartılı histeri tablolarını ortaya çıkartmaktalar. Tabii ifade kanallarının tıkandığı, yapılan çok yönlü baskılarla duygusal gerilimlerin arttığı bu dönemde, toplumun çeşitli kesimlerinde histerik tarzda tepkileri dışa vurmanın da yaygınlaştığını gözlemlemekteyiz. Şüphesiz toplumsal histeri bağlamında Barış Manço olayı için çok şey söylemek mümkün. Ancak biz yazımızda genel toplumsal histeriyi bir ölçüde paylaşan ama diğer kesimlerden farklı bir biçimde olaydan etkilenen, İslami hassasiyetlere sahip kesimin medyası açısından durumu değerlendirmeyi hedefliyoruz. Bu sebeple önce toplumsal histerinin mezkur kesimdeki özel karşılığına kısaca değindikten sonra Barış Manço'nun ölümüyle O'nun şahsında somutlaşan ve sembolleşen bir yaklaşımı, "yerlilik anlayışını" masaya yatıracağız.

Yoğun bir kuşatma altında olan ve çevresindeki çember gittikçe daralan, değerleri hor görülen, zenci muamelesine tabi tutulan insanlar en azından bazı değerlerine saygılı gördükleri Barış Manço'yu ölümünden sonra abartılı biçimde sahiplenerek bir anlamda duygusal gerilimlerini boşaltma imkanı bulmuş oldular. Ölümünden önce, kimi şarkıları beğenilmekle birlikte aristokrat yaşam tarzı, giyim ve saç biçimiyle itici bulunan, 8 yıllık eğitime destek için yaptırdığı ilköğretim okulu sebebiyle olumsuz bir imajı bünyesinde barındıran Manço, ölümünden sonra Yeni Şafak ve Akit gazetesi yazarlarına göre "Bizim türkümüzü söyleyen", "Türk halkının bin yıllık tarih ve kültürünü temsil eden", "Anadolu insanını hor görenlere ölümüyle ders veren", "Çağdaş bir sufi havası olan", "Uzun saçları bu toprakların rüzgarıyla havalanan" birisi, "bizden biri" oluvermişti. Hatta Zaman Gazetesi yayın yönelmeni Hüseyin Gülerce'ye göre '"belki de o Allah'ın gizli askerlerinden biriydi".

İslami hassasiyete sahip olma iddiasındaki basın yayın organlarında gözlemlediğimiz bu abartılı ve anormal sahipleniş içinde ön plana çıkan bir vurgu var ki bunu sadece duygusal boşalımla izah etmek mümkün gözükmemekte. Buralı olmak, bu topraklara ait olmak ya da kısaca "yerlilik" vurgusu Manço'nun ardından yazılıp çizilenlerin içinde dikkati çekmekte. Son yıllarda gitgide ivme kazanan yerlilik anlayışı ölümünden sonra Barış Manço'yu da içselleştirerek etkinlik alanını biraz daha genişletti diyebiliriz.

O'nun ölümünün ardından gördüğü yoğun ilgi '"yerli sesleri tarih ve toprakla barışıklara" gösterilen ilginin bir örneği olarak değerlendirildi. Hayatı boyunca gelenek ve çağdaşlığın bir sentezini yapmaya çalışan Manço, mezkur kesimin gazetelerinde, ekranlarında yediliğin, buralı oluşun somut bir sembolü olarak sunuldu. Aslında bu oklukça iyi oldu, çünkü pratik açıdan biraz muğlak bir anlam taşıyan yeri ilik kavramını Barış Manço'nun şahsında somutlaşmış biçimde gözlemleme ve çözümleme fırsatını yakalamış olduk.

Manço'nun oluşturmaya çalıştığı sentezin yakın geçmişteki uzantılarını belki Turgut Özal'a kadar götürmek mümkün. Hem batılı "çağdaş, evrensel" değerlere açık hem de bu toprakların değerlerine bin yıllık kültürel birikimine saygılı insan tipinin ideal örneklerinden biriydi Özal. Bu anlamda Özal'a da yediliğin somut sembollerinden biri olarak bakabiliriz. Ölümünden sonra Manço ve Özal arasında kurulan benzerlik bu düşüncemizi desteklemekte.

İçinde bulunan dar zamanda, Özal ve Manço modellerinin temsil etliği yerlilik anlayışı, bir çözüm önerisi olarak ortaya sürülmekte. "Ayni gemideyiz" edebiyatının farklı bir versiyonu olan yerlilik, egemen güçler tarafından "kabul edilişin" geçerli bir vasıtası olarak görülmekte. 28 Şubat sonrasında yaşanan gevşeme ve savrulma sürecinde yerlilik, toprak merkezli yeni bir milliyetçilik anlayışına eşlik eden bir yaklaşım olarak da varlığını pekiştirmekte.

Manço'nun gelenek ve çağdaşlık arasındaki sentezci tavrı Abdurrahman Arslan'ın yediliğe ilişkin "hem tepki yüklü oluş hem de tepki duyduğuna karşı derin bir adaptasyon isteği taşıyış" tesbitini daha anlaşılır kılmakta. Bu noktadan hareketle Manço'nun yerliliğinden yola çıkarak "yerliliğin" pratikle ne anlama geldiği daha sarih bir şekilde kavramaya çalışabiliriz.

Manço, sentezini adeta formüle eden "lahburger" isimli şarkısında doğulu ve batılı değerler arasındaki çatışmayı, lahmacun ve hamburger ile sembolize ederken ne lahmacundan ne de hamburgerden vazgeçmeksizin yeni bir ürün önermekteydi: "Lahburger". Bu toprakların kültürünün bir parçası olan lahmacun, muhalifi olan batılı hamburgere tepki duyarken bir yandan da ona adapte olma isteği taşımaktaydı. Çünkü lahmacun yerel, hamburger ise "çağdaş ve evrensel" olanı temsil etmekteydi. Sonuçta yerli yaklaşım, yine Abdurrahman Arslan'ın deyişiyle "hem muhalifine adapte olmayı hem de ondan farklı olmayı" temsil eden lahburgeri üretecekti.

Sonuç olarak yerlilik anlayışının idealize ettiği insanın Barış Manço olduğunu düşünürsek buralı olmayı önemseyen yediliğin menüsünde, bu topraklara ait olmayan hamburgere özenen "lahburger" olduğunu söyleyebiliriz. Ne diyelim, afiyet olsun.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR