"Yeniden Milli Mücadele" Sorgulanmalıdır! -1
Siz 12 Mart 1971 askeri darbesinin kapattırdığı Mücadele Birliği(MB)'nin Genel Başkanı idiniz. Yeniden Milli Mücadele (YMM) mecmuası da bu teşkilat bağlılarınca çıkartıldı. Bize Mücadele Birliği'nin misyonu ve YMM dergisinin bu misyonu taşımadaki rolü hakkında kısaca bir açıklamada bulunur musunuz?
MB başlangıç itibariyle İslam'a gönül vermiş arkadaşlar tarafından kurulmuştur. Bu arkadaşlar hem ibadi, hem fikri, hem siyasi olarak İslam'a yaşamaya azmetmiş arkadaşlardı. İslam'ı anlamak ve anlatmakla kendilerini görevli sayıyorlardı.
Komünistlerin hücre, masonların loca faaliyetleri vardı. İslam'ı yozlaştırma amacını güden birçok kulüpler, gizli ve açık faaliyet gösteriyorlardı. Türkiye'de İslam'a düşman devletlerin ajanları faaliyet gösteriyorlardı. Türkiye'de insanların İslam'dan uzaklaşabilmeleri için birçok gayret gösteriliyordu. Bunların önüne çıkabilecek ve onlardan çok daha güçlü olabilecek bir faaliyetin yapılmasının gerekliliğine inanıyorduk. Ve Allah'a dayananların daha güçlü olacağı inancıyla hareket ediyorduk.
Hz. Muhammed küfrün göbeğinde, çok daha azgın olan insanların arasında nasıl çalışmışsa, nasıl başarıya ulaşmışsa biz de başarılı olup, cahiliyyeyi yenebilirdik. İşte arkadaşlarımızla bu ciddiyette bir çalışma yapmaya karar verdik.
Uzun müddet Kur'an-ı Kerim'in üzerinde çalıştık, ayetleri konularına göre tasnifledik. Hareket kabiliyetimizi geliştirecek bütün ayetleri ezberledik. Önemli hadisleri derledik. Konya'da birbirine çok yakın 4-5 arkadaş böyle bir çalışma içinde olduk. Sonunda o döneme göre yoğun bir bilgi birikimine sahip olduk. Etrafa etki edecek canlı bir bakışa ve hayatın içinde bir imana sahiptik.
Konya'da bu çalışmaları yaparken, İstanbul'da ve Türkiye'nin değişik illerinde bu çalışmalarımız yavaş yavaş duyulmaya başlandı. İrtibatlarımız arttı. Bu irtibatlarımızı ve birikimimizi bir dernek çatısı altında teşkilatlarına fikri gündeme geldi. Türkiye'deki, İslam dünyasındaki ve dünyadaki bu tür teşkilatlanmaların nasıl olduğunu, başarıya ulaşmış veya ulaşmamış çalışmaları gözden geçirdik. Sonuçta çalışmalarımızda bir adım olsun diye resmi bir kuruluş olarak Mücadele Birliğini 1967'de oluşturduk. Merkezini Konya'da açtık.
O dönemde İslam dünyasından gündeminize giren veya hakkında araştırma yaptığınız hareketler ve teşkilatlar oldu mu?
Biz Konya Yüksek İslam Enstitüsü'nde iken Şam'da, Bağdat'ta, Kahire'de okuyan arkadaşlarımız ve öğretim görevlilerimiz vardı. Mısır'da okuyan Abdülkadir Şener, Seyyid Kutup'tan bahsediyordu, İhvan-ı Müslimin'i tanıtıyordu. Şam'da Mustafa Sıbai'nin talebesi olarak okuyan Mustafa Kapçı arkadaşımız vardı. Bağdat'ta okuyan hocalarımızdan Hüseyin Küçükkılınç, Ali Ara, Şevket Meraki de bizleri o bölgedeki İslami hareketlerden ve fikri tartışmalardan haberdar ediyorlardı.
O zaman şu düşüncedeydik: Ekonomik, ideolojik, sosyolojik bütün sıkıntılar, buhranlar İslam'dan uzak kaldığımız için bizi kuşatmıştı. İslam'da ruhban sınıfı olmadığından herkesin İslam'ı anlaması ve anlatması gerekmekteydi. Bunun için ciddi bir gayretin, takibin içindeydik. Allah'tan uzaklaşıldığı, Kur'an'dan uzaklaşıldığı için insanlarımızın buhran içinde olduğuna inanıyorduk.
Bu konuları konuştuğumuz arkadaşlarla o zaman Konya Yüksek İslam Enstitüsü Talebe Cemiyeti adına "Yeni Ümit" dergisini çıkartmıştık, Bu dergide yazı yazmaya alışan birçok arkadaşımız oldu. Bu dergi çevresinde yapılan çalışmalarda bulunan arkadaşların birçoğu fikir ve kültür hayatında önemli roller aldılar. "Yeni Ümit" dergisi bizim için İslam'ı anlatmada topluma açılış kapısı oldu. Mevdudi'nin, Seyyid Kutub'un kitaplarının tesirindeydik. Adana'dan beri arkadaşımız olan Abdülkadir Şener o zaman "Yoldaki İşaretler" kitabını çevirdiği için yargılanmış ve hapsedilmişti.
Afyon'da Aykut Edibali ve Yavuz Arslan Argun da bu tür çalışmalar yapıyorlarmış. Onlarla da Mevlut Baltacı, İrfan Küçükköy aracılığıyla tanıştık. Mevlut Baltacı, Kemal Yaman, Mevlüt İslamoğlu, İrfan Küçükköy Konya'da birlikte olduğumuz arkadaşlardı. O sırada Konya Milliyetçiler Derneği Şubesi'ni bize verdiler. Orada bildiriler neşrettik. Örneğin Konya'da Hz. Aişe'ye saldıran bir filmin oynatılamayacağı hakkında veya Hizbu't Tahrir aleyhinde ve benzeri bildirilerdi bunlar.
Hizbu't Tahrir hakkında bilgileriniz neye dayanıyordu?
Aslında Hizbu't Tahrir hakkında çok fazla bir bilgimiz yoktu. Afyon'da, İstanbul'da çalışan arkadaşların temasları ve İslami çalışmaları oluyormuş. Afyon'da Rasim Hancıoğlu, Dr. Haluk Nurbaki ile Aykut Edibali ve bazı arkadaşlarının Hizbu't Tahrirle temasları varmış.
Hizbu't Tahrir hakkındaki kanaatinize Afyon'daki arkadaşların aktarımı ile mi sahip olmuştunuz?
Afyonlu arkadaşlar yaz aylarında Konya'ya gelmişlerdi ve Hizbu't Tahrir hakkındaki bilgileri de bizlere onlar aktardı. Zaman zaman Mehmet Emin Alpkan da İstanbul'dan Konya'ya geliyordu. Ve Hizbu't Tahrir aleyhinde birçok malumatlar rivayet ediyorlardı. Böylece Milliyetçiler Derneği, Hizbu't Tahrir faaliyetleri aleyhinde bir bildiri neşretti. Öyle sanıyorum ki bu bildiri, Afyon ve İstanbul'dan tanıştığımız arkadaşların Hizbu't Tahrir ile yaptıkları çalışmaları terk ettiklerinin bir ilanı yerine geçmişti. Bu kanaate de daha sonraları ulaştık. Yoksa bizim doğrudan bir bilgimiz olmadı.
İşte MB bu tür çalışmaların ve ilişkilerin neticesinde kuruldu. Bir müddet sonra da kültürel birikimlerimizi yansıtacağımız, görüşlerimizi gündeme sokacağımız ve hareket olarak aleyhimizde üretilen dedikoduları cevaplayacağımız bir dergi çıkartma ihtiyacı içine girdik. Tahir Büyükkörükçü gibi bazı müftüler doğrudan aleyhimizde kampanyalar açıyorlar; cami cemaatini komünistlerle değil o dönem "kadizadeler" diye suçladıkları bizlerle uğraşmaya davet ediyorlardı.
YMM dergisi nasıl bir karar aşamasından sonra çıkartıldı?
MB İstişare Heyeti olarak bir dergi çıkartmaya karar vermiştik. Dergi İstanbul'da çıkacaktı. Teknik düzenlemesini İstanbul'daki arkadaşlara bırakmıştık. Çok dar maddi imkanlar içindeydik. Ancak finansmanı kendi harçlıklarımızla, hanımlarımızın bozdurduğu bilezikleriyle, maaşlarımızla sağladık. Sonra arkadaşlarımız bu dergiyi, çıktıktan sonra bulundukları bölgelerde satmaya başladılar. Çok dergi satılıyordu.
Bilgi ve arşiv birikimimiz dergide değerlendiriliyordu. Geniş çapta basını takip etmiş, binlerce dosya oluşturmuştuk. Bu dosyalar YMM dergisinin beslenme kaynağı oldu.
3 Şubat 1970 tarihinde çıkmaya başlayan YMM mecmuasının yayın politikasına bugünden baktığımız zaman -her ne kadar bu dergiyi çıkartanların İslami bir mücadele hedefi güttükleri ifade edilse de- sanki İslami kimlik gizleniyormuş gibi gözüküyor. Bu açıdan baktığımızda gerçekten YMM dergisinin yayın politikasında İslamcı bir çizgi mi, yoksa o günlerin İslami birikim yetersizliği dolayısıyla içinden sıyrılamayan Türk-İslamcı çizgi mi ağırlığını hissettiriyordu?
Haddizatında daha sonraki hal ve hareketlerimize bakıldığında, birlikteliğimizin fikri planda bir potada eriyip, kaynaşmamış olduğu görülüyor. Mesela biz İslam üzere olalım, bütün müslümanlarla kaynaşalım diye yola çıkmışız; bunun içinde hiç bir kavmi rahatsızlığı olmayan bir teşkilat olsun gayesiyle MB'yi kurmuşuz. Ama daha sonra milli kokular cemaati rahatsız etmiştir. Arkadaşlardan bazıları kendi ırki saplantılarına dönmüşlerdir.
Yalnız bu konuda başka önemli bir örnek daha var. YMM hareketinin ve derginin temel politikasını belirleyen ve derginin ilk sayılarından itibaren tefrika edilen "İlmi Sağ" isimli teorik bir tez söz konusu. Bu teorik yazı diğer görüş ve yazılarda da görüldüğü gibi, YMM anlayışını fikri ve siyasi planda belirleme iddiasında "İlmi Sağ"da dünyadaki ideolojik çatışmalar ikiye bölünüp komünizm ve kapitalizm gibi insan fıtratına uymayan tüm anlayışlar sol ideoloji, insan fıtratına uygun ve yaratıcımızın bildirimlerine uyan anlayışa da sağ ideoloji denmektedir. Yazılı metin böyle. Ancak bu metin şifahi olarak değerlendirildiğinde "sağ ideoloji'nin İslam olduğu bildiriliyordu. Şimdi İslam ıstılahında "sağ" ve "sol" gibi herhangi bir kavram olmamasına rağmen, niçin bu kavramlar "İslam" ve "küfür" yerine kullanılmıştı?
Beraberliğimizi istişari temel üzerine oluşturmuştuk. MB'de şahısların belirleyiciliğinin olmadığı kesin bir prensipti. Fikrin ve imanın belirleyiciliği vardı. Kullar faniydi. Liderlik kişisel değil, fikri idi. Dolayısıyla kişilerin tasallutu bizim düşüncemizde olamazdı. Cemaatlerin, partilerin, diğer teşkilatların başındaki cuntaları tenkid ediyorduk ve bu tutuyordu. İslam'da liderlik cuntası yoktur, İslam'da istişare vardır; fikir liderdir, iman liderdir düşüncesi bizi başarıya götürüyordu.
Ne zaman ki fikri liderlik, ferdi liderliğin tasallutu ve ihtiraslı düşüncelerin egemenliği altına girdi, ki bu önde gelen arkadaşlar arasında temayüz etmeye başlamıştı, rahatsızlıklar uyanmaya başladı. Bu tavır içinde olan arkadaşlar kendi indi düşüncelerini teşkilatın prensipleri ve düşünceleri şeklinde takdim etmişlerdir. Böyle olunca da arkadaşlar arasında rahatsızlıklar ve düşünce ayrılıkları baş göstermiştir. İşte o dönemde İstanbul'da bulunan ve fikri çalışmalarda belirleyici rol üstlenen Aykut Edibali indi düşünceleri "İlmi Sağ" başlığı altında dayatmıştır. Ve bu düşünceler teşkilata mal edilmeye çalışılmıştır. Oysa İslam, ne "İlmi Sağ" denilen ve sonunda ilmilik iddiasıyla saptırılan indi düşüncelerle, ne de İslami görüşümüz budur diyerek milliliği öne çıkartan tavırlarla ifade edilemezdi. Bu yanlışlık dolayısıyla da zaten bir çok arkadaşımız tedrici olarak kopmaya başladı ve teşkilatın dağılmasına sebep oldu.
Ancak YMM mecmuası çıkarken bu "İlmi Sağ" tefrikası uzun haftalar devam etti. Bildiğimiz kadarıyla hareket kadroları da sağcılık kavramını içselleştirdi. YMM dergisi yazarları fikri ve siyasi yorumlarında bu kavramı sık sık kullandı. O zaman bu tarz yanlış veya kasıtlı kavramların kullanılmasına herhangi bir tepki gösteriliyor muydu?
O zaman üst düzeyden gelen bir tepki yoktu. Bu teşkilat zor kurulmuştu. Prensip olarak arkadaşların bir araya gelmeleri gerçekten çok zor olmuştu. Gerçekten çok güçlüklerle bu teşkilat kurulmuştu. Resmi halinden önce veya sonra çok büyük eziyetler çekilmişti. Olumsuzluklar vardı ama izana, insafa gelinir mi düşüncesi farklı olan veya farklılaşan arkadaşlarla aynılaşılır mı düşüncesi ve teşkilatı dağıtmama endişesi birçok arkadaşımızı tehir edici duygulara hapsediyordu. İlmi Sağ, ideolojik bir izah tarzı olarak kabul edilse de öncü olan arkadaşların çoğu nezdinde kabul görmüyor; ama sabrediliyordu.
Ancak burada ilkeler yerine maslahatlar ön plana çıkmış gibi. Mesela sizin ifadelerinizden de anlaşıldığı gibi, 196O'lı yıllarda dünyadaki İslami hareketlerin birikimi sözlü ve yazılı olarak Türkiye müslümanlarına aktarılmaya başlandığında, duyarlı müslüman genç kuşaklarda önemli bir İslami potansiyel ve İslami uyanış hamlesi oluşmuştu. Ancak bu potansiyeli bir harekete dönüştürme iddiasında olan MB, daha sonra apolitik olmamak, ama İslam'dan da uzaklaşmamak düşüncesiyle bazı kavramlar buluyor ve kullanıyordu. Millet, Millet ideolojisi, İslam tarihi gibi. Ama daha sonra bu terim ve ifadelerin yerini Büyük Türk Milleti, Büyük Türk Kültür Sistemi, Beşbin Yıllık Türk Tarihi gibi kullanımlar almaya başladı.
Temel çizgiden sapmanın belirgin ifadeleri olan bu kullanımlar, YMM dergisinin 2., 3., ve 4. yıllarından sonra ciddi olarak ön plana çıkmıştı. Fakat bu aykırılığa rağmen Mücadele teşkilatında ve YMM dergisi çevresinde ciddi bir muhalefete rastlanmıyordu.
Bu noktada şunu diyebilir miyiz? Teşkilatçılık fikrin emrinde olması gerekirken; inanç bağı, fikir bağı, ideolojik bağ, teşkilatçılık bağına feda ediliyordu.
Biz millet kelimesini "ümmet" anlamında kullanmıştık. Yani Türk milleti veya Arap milleti yahut herhangi bir milleti ayırmamak şartıyla kullanmıştık. Birçok Türkçü'nün, ülkücünün bu konuda hücumlarına uğradık. Diyorlardı ki, neden siz Türk milleti demiyorsunuz da, millet diyorsunuz? Biz de onlara İslam'da bir ümmet vardır. Onun dışında kavimler vardır. Ama hepsini toparlayıcı olan ümmet anlamına gelen millettir. Millet kavramı gerçekten herkesi toparlayabiliyordu. Kur'an-ı Kerim'de geçtiği gibi hanif olan İbrahim milletine inanıyorduk ve bunu politika olsun diye de söylemiyorduk. Milleti ümmet manasında kullanmak sevaptı. Millet kavramını kullanmak da günah değildi. Her ikisini de aynı anlamda kullanıyorduk.
Daha sonra millet yerine başka terimler kullanılmaya başlandı. Mesela iman terimi yerine ideoloji kelimesini kullanıyorduk. Ben bu kelimeyi hutbelerimde de kullanıyordum. Haddizatında ideoloji kelimesini kullanmayı normal görüyorduk. Zira muhtevası itibariyle bir hayat görüşü anlamında bizim "din" kavramını karşılayabiliyordu. O zaman toplumda ve entellektüel planda "din" dar anlamda kullanılıyordu. Bizim dinimizin sadece bir inanç sistemi değil, bir dünya görüşü olduğunu, ideoloji kelimesiyle anlatabiliyorduk.
Mesela bir çok subay, hakim, savcı, bürokrat, polis Konya Sahip Ata Camii'nde verdiğim hutbeleri dinlemeye geliyorlardı. İstihbarat için mi geliyorlardı, izlemek için mi, öğrenmek için mi geliyorlardı? Ama geliyorlardı ve ben de orada ideolojiyi hangi anlamda kullandığımı ve İslam'ı bütün boyutlarıyla anlatıyordum.
Daha sonra sizin de dile getirdiğiniz gibi Türk milleti, Türk milliyetçiliği gibi ifadeler kullanılmaya başlandı. Oysa biz Allah ve ümmet için çalışan insanlardık. Toplumun yanlış İslam anlayışlarını tashih etmeye çalışıyorduk. İçinden pazarlıklı insanlar olabilirdi, ama arkadaşlarımızın geneli böyle düşünüyorduk. Ancak özellikle İstanbul'da kendilerine yetki verilen insanlar kimlerle görüşüyordu, kimlerin etkilerinde kalıyordu bilmiyoruz, ama bilinen bir şey 1973'de çıkmaya başlayan üç aylık Gerçek dergisindeki fikirlerden sonra YMM hareketi adeta bir milli hareket haline gelmişti.
İşte o zaman bomba patladı. Kürt olan, Çerkeş olan veya Türk olmayan arkadaşlarımız hassasiyet göstermeye başladılar. Ben de hala nasıl diyordum? MB İslam'a hizmet eden bir teşkilattır. Aykut Edibali ne yazarsa yazsın kahır ekseriyetteki arkadaşlarımızın gönlünde İslam var. Zaten bunun içinde Türklük vurgusu yapan ifadeleri onlar ırkçılık anlamında anlamadılar. Bu kullanımları İslam'la telif ettiler.
1973 senesinde YMM ekibince çıkartılan Gerçek dergisinde artık Türk milleti, Türk milliyetçiliği ifadeleri bir ideolojik kalıba dökülüyor ve "Büyük Türk Kültür Sistemi"nden bahsediliyordu. Bu "Büyük Türk Kültür Sistemi"nin alternatif bir ideoloji olduğu ortaya konuluyordu. İslam bu sistemin bir alt kültürü haline indirgeniyordu.
Onu bilemiyorum. Nedense Kemal Yaman, Halil Bayrakçı gibi bazı arkadaşlar böyle şeyler yazdılar.
Ancak bu fikrin teorisini yazılarıyla Aykut Edibali dokudu. Diğer arkadaşlar bu doğrultudaki yazılarım sonra kaleme aldılar.
Sanırım 12 Mart askeri darbesi Aykut Edibali ve bazı kişilerin üzerine tesir oluşturdu. Ve bazı reveranslar oldu.
Darbe deyince çok daha önemli bir konuyu hatırlayabiliriz. YMM dergisinde Komünist İhtilale Karşı Tedbirler adlı bir yazı dizisi vardı. Sonra bu diziyi Aykut Edibali kitaplaştırdı. Bu kitap 12 Mart askeri cuntası iktidardayken çıkartıldı. Ve kitapta devlet güvenlik mahkemelerinden bahsediliyor hatta cuntacılara DGM'lerin kurulması teklifinde bulunuluyordu.
Doğru. Bu kitap 12 Martçı paşalara ve subaylara gönderildi.
Burada DGM söz konusu olunca "Devlet" kavramına bakılmalı. Şimdi devlet kavramını inceleyen ve YMM dergisinin ilk sayısından itibaren tefrika edilen "İnkılap İlmi" adlı yazıda, devlet şöyle tanımlanıyor. Devlet hakim ideolojinin iktidarıdır. Daha doğrusu hakim olan ideolojinin iktidar aracıdır. Ve Türkiye'deki hakim ideoloji nedir? Bu da belirtiliyordu. fudeo-Grek menşeli kapitalist sistem. Dolayısıyla Türkiye'deki devlet kapitalist sistemin iktidar aracıdır. Fakat daha sonra bu devlet, bir nevi milli devlet nitelemesiyle içselleştiriliyor ve devleti savunmak için DGM'lerinin kurulması öneriliyordu. Hatta bu konuda Konya 'da bir miting dahi yapılmıştı.
Maalesef, maalesef. Haddi zatında Mondros ve Sevr anlaşmalarından sonra Avrupa'nın, Amerika'nın Türkiye'deki insanları hıristiyanlaştırmak, batılılaştırmak emeli müşahhas olarak belirdi. Türkiye'de kurulan Lozan icazetli devlet Avrupa'nın müsamahasıyla kurulan bir devletti. Ve Türkiye insanını 50 yılda batılılaştırmayı hedeflemişti. Daha doğrusu Avrupa'nın hedefi bu idi. Türk devleti bu hesaplar çerçevesinde kuruldu. Atatürk Avrupalılar'ı, Avrupalılar Atatürk'ü idare ederken Türk devleti kurulmuş oldu.
Türkiye'deki devletin devamı hıristiyanlaşmamıza, batılılaşmamıza bağlıydı. Bu hedef doğrultusunda gidilirse sorun olmayacaktı. Yoksa bizi ortadan kaldıracaklardı. İşte bugün Fener Patrikhanesi konusunda, Kıbrıs meselesinde verdiğimiz tavizler. Ve her zaman Batı'ya ekonomik olarak muhtaç halde tutulmamız için ülkede çoğu zaman hiç yoktan oluşturulan ekonomik krizler. İşte bu yıl Türkiye'yi bile bile ekonomik krize ittiler. Bakıyorsunuz bugünkü politik mecrayı elinde bulunduran insanlar gidiyorlar Merkez Bankası'ndan tomar tomar dolar alıyorlar. Üç gün sonra da 16 bin liraya aldıkları doları 44 bin liraya geri satıyorlar. Devletin dövizi anında eriyor. Ekonomi durduğu yerde krize giriyor. Bile bile. Turgut Özal'ın oğlu benim çocuklarımın yaşında, bankası var. Televizyonu var. Nereden buldu? Babası dışarıdan aldığı borcu oğluna verdi. Bu sadece bir örnek. Şimdi dışarıdan alınan borçların altında toplum inliyor. İktisadi hayat bile bile çökertiliyor. Bankalarda yaşanan soygunlar tüm devlet ricalinin malumu. Ciddi hiç bir takibat yapılmıyor. Borç olarak gelen döviz, komisyoncular aracılığıyla hiç bir yatırıma dönüşmeden tekrar sahibine dönüyor. Bu oyun Batılıların oyunudur. Ancak Batılıların oyunu karşısında bir de Allah'ın isteği vardır.
Her ne kadar Türkiye Batı'nın ipoteği altında da olsa, burası bir Bosna, bir Azerbaycan olmaz. Türkiye'de müslümanlar daha canlıdır. Allah ile daha irtibatlıdır.
DGM'ye gelince. Bazen büyük yanlışlara düşüyoruz. O dönemde komünistlerin baskısı ve teröri çok ön plana çıkmıştı. Sahur yemeğine kalkan insanların evlerinin tarandığı oluyordu.
Yani gündemi işgal eden konu, hareketin stratejik hedeflerini saptırdı mı?
Evet. Dikkatini başka konulara çekti.
YMM dergisinin 25. sayısında Aykut Edibali, Türkiye'deki milletin, ittifaklar kurması gerektiğini, ilk ittifakın da İslam ülkeleriyle oluşturulması lazım geldiğim; ancak bu ittifakın Türkiye'ye fazla bir kazanç sağlamayacağım belirtiyordu. Ve en önemli ittifakın kapitalist ABD ile kurulması gerektiğini belirtiyordu. Edibali, bu tesbiti yaparken, dergide işlenen işçi sorunları, ekonomik sorunlar, İslam dünyasının sorunları ile ilgili güncel sorunların yerini de sol hareketler ve komünist tehlike edebiyatı alıyordu.
Şimdi gerek MB'yi kuran gerekse YMM dergisinde yazı yazan arkadaşlarımız çok genç arkadaşlardı. Yeterince olgunlaşılmamıştı.
Bir faaliyetin tutarlılığı ve olgunluğu, tecrübeye dayanır. Genç yaşta bir şeylere karar veriliyor daha sonra daha parlak veya daha cazip bir fikir veya şekil görülüyor, bu sefer ona temayül ediliyor. Tecrübesizliğin verdiği tutumlarla, yanlış kararlar ve hareketler ortaya konabiliyor.
Mesela İslam'ı anlatacağımız yerde, komünistlerin faaliyetlerini anlatarak adam toplama ve çoğaltma tavrına yöneldik. İslam'ı anlattığımızda daha güzel insanlar gelecekken, komünistlere düşman insanlar derleyip toparlamışız. Bu yanlış bir tutum.
Bugün tezimizi, fikrimizi, tevhidi anlatarak adam toplayacağımıza, öncelikle Atatürk'e söverek veya laiklere söverek adam toplamanın yanlışlığı gibi bir şey. O zaman sadece tepki dolu insanları topluyorsunuz, sistem anlayışını veremiyorsunuz ve ipin ucu kaçıyor.
Ben arkadaşlar arasında şunların konuşulmasını hiç unutmuyorum: Komünistlerin aleyhinde ne kadar çok konuşursak o kadar fazla adam gelecektir. Çok soğuk, çok sathi bir İslam anlayışı. Buz gibi bir şey. Ateistlerin, komünistlerin taşıdıkları kötülükleri anlatmak gerekiyordu. Ama sadece komünistleri anlatarak insan toplamak yanlış bir düşünce idi. Bunlar yaptığımız yanlışlar içinde olabilir. Mesela geniş çapta İslam'ı anlatacağımız yerde, İslam'a karşı yanlışlıklar yapan insanları hedef alan konferanslar vermişiz. Komünizmi, masonluğu, yahudiliği anlatmışız. Yahudiliği çok anlatmışız. Oysa yahudilik düşmanlığı bir nevi din olmamalıydı.
Önplana çıkartılan siyonizm düşmanlığı aslında çok görülen bir düşman, çok fazla hissedilen bir sömürgeci güç olan ABD'nin varlığını perdeleyen, onu gizleyen bir söylem olmuyor mu?
Şöyle düşünüyorduk. Amerika'da birçok tüccar ABD politikasını çizmektedir. Mesela Wall Street'deki Shüler, Rockfeller, Mandelson, Ford, Dreyfust gibi Yahudi şirketleri Amerika'daki seçimleri etkiledikleri gibi, dünyada da birçok ihtilalin veya siyasi olayın arkasındaydılar.
Şimdi Türkiye'de insanlarımıza İslam kültürünü, İslam akaidi, tevhidi görüşü iyi yerleştirmemiz lazım. Çünkü Türkiye'de İslam adına Atatürk veya laiklik düşmanlığı yetiyor. Bir de Yahudi düşmanı olundu mu, tam müslüman olunduğu zehabına kapılanların sayısı az değil. Bunlar yanlış şeylerdir.
Maalesef tevhidin fikri ve siyasi çerçevesi yok. Bunların anlatılması lazım. Müslümanlara İslam'ın tevhid anlayışının la ilahe illallah'ın anlamının anlatılması lazım. Ve müslümanların İslam kültürü ile donanmaları lazım.
Müslümanları insanlara tapınmaktan, insanlara tabi olmaktan kurtarmalıyız. İnsanımızı vakıf başkanlarından, parti başkanlarından, şeyhlerden, ahilerden kurtarmalıyız ve İslam'ı yaşar ve düşünür hale getirmeliyiz. Ondan sonra yan yana gelinmeli. İstişareden önce istişare etme gücü olmalı müslümanların.
Devamı gelecek sayıda
- Memleket Bu Hale Nasıl Geldi?
- İslami Yükselişin Sağlıklı Yolu
- Amerika'nın Yeni İslam Politikası
- Cahiliyyeden Kopuş veya Hicret
- DGM’den Dergimize 75 Milyon Liralık Hüküm
- Gazze-Eriha: Orta Doğu'nun Hong Kong'u veya En Büyük Hapishanesi
- Filistin Günlüğü
- Bize Kelimeleri, Siyonistlere Filistin'i Sattılar!
- Yemendeki İç Savaş Kime Yarar?
- Ruanda Denklemi
- Bosna İslami Hareketinin Tarihi
- Dünyadan Haberler
- Mega-Laisizm ve Hukuk Çokluğu
- Çözüm Eğitimde, Çözüm İslamlaşmada
- İslami Hareketin Saptırılma Tehlikesi
- Karun Sistemi İslami Sistem
- Ulemanın Konumuna Dair Mülahazalar
- Kur’an’ın Kaynağı Olarak Vahiy
- Salih (a) ve Semud Kavmi
- Yeniden Milli Mücadele – 1
- "Yeniden Milli Mücadele" Sorgulanmalıdır! -1
- Hasan el-Benna’nın Siyasi Düşüncesi -1
- Tesettür Modası ve Ulema
- Yeni İstihbarat Birimi KGM ve CIA - FBI İlişkileri
- Laik Zorbalık ve Kurban Derisi Meselesi