Yeni Muhtıra ve Süngünün Ucu
Nurtopu gibi bir muhtıramız daha oldu. Ancak bu sefer hedef, hükümet değil halkın bizzat kendisi, meclise yansıyan iradesi idi. Hükümetse Amerika'nın darbeci "bizim çocuklar"ı tarafından desteklenerek bir nevi "bizim torunlar" haline dönüşmüş oldular...
Bu son muhtıra sonrası gerçekten çok ilginç bir tablo ortaya çıktı. Herşeyden önce Genelkurmay'ın açıklamasının, demokrasinin yerleştiğinin "güzel bir ifadesi" olarak nitelendirilmesi çok hoştu doğrusu. İktidarın, muhalefetin ve meclis başkanının ortak vokalleri de başarılı bir takım çalışmasını gösteriyordu. Fakat altı çizilmesi gereken vak'a halkın taleplerinin taşıyıcısı olan bir siyasal hareketin yaşadığı ani ray değişimi idi. Türkiye siyasal tarihi açısından kesin bir kırılma olan bu netice; ülkenin "millere bırakılamayacak kadar önemli ve devletle bitişik tanımlandığı ve devletin "millet" unsuruna hiç yer bırakmayacak kadar genişletildiği bir iktidar perspektifine karşı halkın kitlesel itirazını örgütleyen bir siyasal hareketin geldiği nokta olması hasebiyle özellikle tahlile muhtaç...
28 Şubatla başlayan ve 11 Eylül küresel 28 Şubatı'nın güçlendirdiği rüzgar, silahlı bürokrasinin "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüme bilfiil el koyması sonucunu verdi. İki de bir darbe yapıp sonra herşeyi yine berbat etsinler diye (!) meydanı sivillere bırakmak yerine gerekli olan aktörleri (örn: politikacı, akademisyen, stö, thinkthank, vb.) kendi bünyesinden üretmek ya da işbirliğine yatkın olanlara imkan (!) tanımak şeklinde ortaya çıkan "consept" işte bu...
28 Şubat'tan ders alarak yeniden yapılanan bir hareketin "yeni" ile neyi kasdettiğini de böylece öğrenmiş olduk. Verilen ders açıktı. Siyaset yapmak istiyorsanız patronun koyduğu kurallara uyacaksınız. Bu yeni siyaset tarzına emekli haki yeşil ruhaniler ilham vermekte; hâki yeşil üniversite, hâki yeşil stö'ler, hâki yeşil sermaye, hâki yeşil strateji uzmanları, dergiler, gazeteler, tv'ler... ise teşriki mesai etmekteler. Ancak bu filmde tepkisini meclise taşıyan halka, kadraja kafasını sokup el sallayan davetsiz misafir rolünden fazlası düşmüyor. Halkın yani türdeş olmayan bu kitlesel tepkinin merkezinde, Anadolu'nun bağrından doğan (!) kendi tabii mecrasında ve aşağıdan yukarı gelişen özgün bir modernleşme tecrübesi ve onun yedeğinde getirdiği İslami motifler dolayısıyla "İslami kesim" olarak adlandırılan hassasiyetler toplamını gördük. 28 Şubat sonrası bu dalganın "köyden geldim şehre" neşesi içindeki yolculuğu Ankara'nın kurşini duvarlarında parçalandı ve doğal olarak kendi içinde de bir ayrışma yaşadı. Kabaca sistemin nimetlerinden faydalananlar (ya da kendini bunlara çok yakın hissedenler) ile birgün sistemin külfetini omuzlayanlar olarak tasnif edebileceğimiz bu yapı muhtemelen farklı gerekçelerle (ve son kez) 3 Kasım seçimlerinde birleşik bir tavır sergilediler. Geçen dört ayda oldu olacak derken yeni bir muhtıra (5 Mart) bu üstü kapalı ayrışmayı da gün yüzüne çıkardı. Hükümet tercihini egemenlerden yana kullanarak aslında seçmen tabanından sadece nimet kaygısı taşıyanların sözcüsü olduğunu gösterdi. Açlık sınırında yaşayan milyonların ve bunlara hergün binlerce katılan eğitimli işsizlerin; başına gelecekleri düşünmemeye çalışarak üniversite kapılarında ya da koridorlarında zaman öldüren yüz binlerin payına ise belki de henüz şaşkınlıktan fark edemedikleri bir aldatılmışlık hali kaldı. Herşeye rağmen yıllarca İslami hassasiyetlerini arsızca talan eden devletçi-muhafazakar siyasetlerin murdarlayarak bıraktığı geniş bir halk kesimi, Anadolu'nun Müslüman halkları inatla tutunacak bir dal aramaya devam ediyor. "Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayanlar çözümü inadına İslam'dan bekliyorlar. Bu çerçevede düşünüldüğünde ABD emperyalizmine maşalık etmek için bu halkı çiğnemenin affedilmez bir ahlaksızlık olacağını görmek lazım. Kendisini iktidara taşıyan kitle ile bu denli keskin, ani ve bu denli pervasızca yabancılaşan ikinci bir siyasal hareket tarihte görülmemiştir. Ak Parti hükümeti, 5 Mart tarihi itibariyle halkla olan irtibatını yitirmiştir. Ekonomisini IMF'ye, iktidarını askere teslim etmiş ve tarihsel misyonunu tamamlamıştır. Halkla sistem arasında hızla büyümekte olan uçurumun, egemenler kıyısındaki edilgen bir tarafı haline dönüşmüş ve sistemin, ABD'nin işbirlikçisi siyasetinin maşası durumuna gelmiştir. Kendisine bağlanan ümitleri, yakıştırılan "bizim" kurtarıcımız algılamasını daha fazla lekelememesi için yapacağı en akıllıca hareket kendisini feshetmesidir. Zira kısa süre sonra gücü buna bile yetmeyebilir. Yukarıda hükümet derken Ak Partili milletvekillerini daha doğrusu tezkereye 'hayır' demiş olanları ayrı tutmamız, bunlara da hakça bir tavsiyemiz olduğundandır. O da şudur ki; halkın siyasetini üretemiyorsanız en azından taleplerini doğru yansıtın. Taşıyamayacağınız bir vebale onurunuzu ipotek etmeyin.
- Umudumuzu Satacak mıyız?
- Ya "Savaşa Hayır" Demenin Onuru, Ya İşbirlikçilik Günahına Ortaklık!
- Tayyip Erdoğan'ın Seçim Zaferi (mi)?!
- Küresel Emperyalizm ve Tarihi Utanç
- Savaş Yalanları, İşbirlikçilik Çarkının Hizmetinde
- Türkiye Savaşa Girmelidir!
- ABD Hegemonyasının Son Demlerinde!
- Kürt Sorunu Yeni Bir Döneme Girerken Kuzey Irak'ta Neler Oluyor?
- ABD Meclis'ten Tezkere İstiyor; Sokaklar, "Suça Ortak Olma" Diyor!
- Savaş Karşıtlığı Karşısında Kafa Karışıklığı
- Medyanın Şahinler Kanadı
- "Küresel Utanç" Paneli'nde Ak Parti'ye Çağrı: Katliâma Ortak Olmayın!
- Bizim Adımıza Hayır! (Not in our name)
- Canlı Kalkan Olmak ya da Olamamak
- İslam Dünyası'ndan Tepkiler
- Yeni Muhtıra ve Süngünün Ucu
- Stratejik Ortaklık ya da “Yılanla Çuvala Girmek"!
- Savaş ve Kadın
- Tecrit Öldürüyor, Görmüyor musunuz?
- Afganlar Direnişi Sürdürürken Amerika'nın Kayıpları Artıyor!
- Her Şeye Rağmen Yükselen İntifada
- İslami Hareketlerin Müslüman Ülkelerdeki Sorunlara farklı Yaklaşımları
- Terör ile Cihad Arasındaki Fark
- Siz Gerçek Hacılar...
- Güneşe Yürümek