Yeni Dönem Muhasebesi Bağlamında AK Parti ve Müslümanların Geleceği
Dönüşü Olmayan Yola Girerken…
Türkiye’nin 6-8 Ekim’de Rojava/Kobani üzerinden içine sokulduğu cinnet hali, yine Rojava bağlamında gerçekleşen Suruç hadisesi sonrası yaşanan gelişmelerle yeni boyutlar kazanarak kelimenin tam anlamıyla bir şiddet atmosferine dönüştü. Nicedir ülkenin kaosa boğulup kendisi ile uğraşmasına can atan şer odaklarını haddinden fazla sevince sürükleyen bir dizi gelişme daha yaşandı. Öyle ki; bu gelişmeler, artık geri dönülmesi mümkün olmayacak düzeyde yeni bir sürecin işareti olarak öne çıkıyor. 7 Haziran seçiminin doğurduğu HDP’nin barajı aşması sonucu ve AK Parti’nin tek başına iktidar olamayacak kadar bir gerileme yaşamasının yol açtığı mutluluğun sarhoşluğuna kapılanlar, Suruç hadisesi sonrası zaten nicedir uçurumun kenarında olan çözüm süreci treninin devrilmesinin sevincine gark oldular.
Ülke aslında bir süredir elverişli zemininin yeterince oluştuğu zor bir süreci yaşıyor. Hükümet her ne kadar dirense ve sürdürme kararlılığını ortaya koysa ve hatta bunun için kamu güvenliğini elden çıkarmayı bile göze alacak kadar maslahatını savunsa da çözüm süreci, PKK’nin ölçüsüz ve barbarca tedhişi sonucunda zaten tek taraflı olarak bitirilmişti. Suruç hadisesi sonrası girilen yeni atmosfer, hükümetin tek taraflı olarak sürdürdüğü bu sürecin artık resmen bittiği anlamına geliyor. 7 Haziran sonrası derinleşen belirsizlikler sarmalı, çözüm sürecinin iflasıyla beraber daha bir artmış vaziyette. Çözüm sürecinin bu gediği de aşıp kendisine yol bulacağı yönünde kamuoyunun belirli kesimlerinde iyimser bir hava olsa da gerek HDP/PKK’nin öne çıkardığı ve aslında ‘Dolmabahçe Mutabakatı’nda da yeri olmayan talepler gerekse de hükümetin harekâtın durdurulmasının ilk koşulu olarak öne sürdüğü “silahların teslimi” gibi gerçekliği olmayan türden beklentiler içerisine girilen yolun kolay kolay dönüşünün olmadığını ortaya koyuyor. Müthiş bir sıkışma hali yaşanıyor. Ve bundan sonra nelerin yaşanacağını, dolayısıyla sürecin ne tür gelişmelere gebe olduğunu kestirmek neredeyse mümkün değil.
Şiddet Sarmalının Temel Bahanesi: Rojava Ateşi/Aşkı
Türkiye’de Suruç hadisesiyle birlikte yaşanan gelişmelerin de bu gelişmeler özgülünde PKK’nin çözüm süreci trenini devirmesinin de temel olarak güçlü bir Rojava bağlamı var.
PKK’nin Yeni Yol Haritasında da Rojava faktörünün müthiş bir etkisi var. Bununla ilgili olarak özetle şunlar söylenebilir: PKK, Suriye’de yaşanan iç savaşta Rojava’da elde ettiği statüyle hem Kürt milliyetçiliği ve IŞİD karşıtlığı ile itibar yakalamaya çalışıyor hem de ilk defa bir bölgede etkinlik kuruyor. Rojava’daki statünün devamı örgütün genel stratejisinde temel öncelik. Bu nedenle Rojava’daki statünün devamı için Esed rejimi ve İran’ı asla karşısına almak istemiyor. Ve yine tam da bu nedenle dünün emperyalist dediği ABD’si ile ittifak yapmaktan da Lübnan Hizbullahı gibi daha düne kadar “gerici” addedip dışladığı güçleri rol-model almaktan da son süreçte görüldüğü gibi çözüm sürecini ateşe atmaktan da ve ek olarak bütün bir ülkeyi baştan sona yangın yerine döndürmekten de geri durmuyor.
HDP’lileşme sürecinde de olduğu gibi yine Rojava bağlamında da kendisini yalnız bırakmayan eli silahlı müttefikleri var! MLKP’nin başını çektiği örgütler “Rojava Devrimi”ni kendi kazanımı görmekte ve PKK ile bu paydada sonuna kadar dayanışma içerisinde olacakları izlenimi vermektedirler. Şimdi bu ortak payda temelinde Suruç hadisesini bahane ederek PKK ülkenin doğu vilayetlerini, müttefikleri DHKP/C ve MLKP de batı vilayetlerini harap etmekte. Başka bir deyişle AK Parti özelinde “gerici” addedilen Müslümanları tepeleme ortak paydasında HDP ismi altında birleşen “ilerici güçler”, şimdi de Rojava aşkıyla birleşerek yakıp yıkmakta ve böylece AK Parti’nin ülkeyi yönetemez hale gelmesini, Suriye direnişinin daha fazla yalnızlaşmasını ve ülkedeki siyasal iklimin İslamcılardan arındırılmasını amaçlamaktadırlar.
Bu kirli ittifakta bir aktör daha var ki onun özellikle de istihbarat ve lojistik destek sunmadaki mahareti göz dolduruyor. Kim bu aktör? Elbette ki Paralel İhanet Çetesi! Dolayısıyla hükümetin özellikle de bölge illerinde kamu güvenliğini sağlamadaki acziyetinin temel nedeni de bu faktör olsa gerektir. Dün şark vilayetlerine sürme marifetiyle pasifize olacağı umulan Paralel Çetenin emniyetteki lejyonerlerinin bugün kamu güvenliğini sağlama noktasında hükümetin başını fazlasıyla ağrıttığı açık olan bir husustur.
Gelinen noktanın izahı özetle şu olabilir:
HDP veya kurucu unsuru olan Kandil, Rojava Statükosunu ve Türkiye Kürdistanındaki paralel devleti bünyesindeki diğer bileşenlere ve ek olarak arkadaki İran, Rusya, ABD, Esed gibi şer unsurlarına büyük ihtimalle kabul ettirdi. Çözüm Süreci bu nedenle PKK için uzun zamandır yalnızca bir oyalama taktiği fonksiyonunu icra ediyordu. Arka plandaki hesabı her ne olursa olsun AK Parti ise Müslümanların aleyhine olan ne Rojava statükosu ne de Türkiye Kürdistanındaki paralel devlet dayatmasını kabul etmedi. Adil olmak lazım; çözüm sürecinin maslahatı adı altında başta kamu güvenliğinden taviz olmak üzere iyi niyetten de olsa çok yanlışlar yaptı ama PKK’nin samimiyetten uzak ve köşeye sıkıştırmayı amaçlayan şantaj siyasetine -son süreçte de görüldüğü gibi- teslim olmadı. Çözüm süreci 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra İmralı heyetinin açıklamasındaki “çatışmasızlık durumu devam etsin” vurgusundan da anlaşılabileceği gibi PKK için yalnızca “çatışmasızlık durumu”nun sürmesi bağlamında bir anlam ifade ediyordu. Örgütün buradaki niyetinin ise dürüst olmadığı ve Kürt halkının menfaatini merkeze almadığı çok açıktı. Eğer öyle olsaydı kendi tabanından olmayan Kürt halkının farklı kesimlerine karşı 6-8 Ekim olaylarında da görüldüğü gibi bunca kıyıma girişmez, 7 Haziran seçim sürecinde bölge halkının tepesinde sopa sallamazdı.
PKK “çatışmasızlık durumu” sürsün istiyordu; çünkü bundan nemalanıyordu! Çatışmasızlık süreci boyunca nicedir yatırım yaptığı “demokratik özerklik” isimli paralel devlet inşasını alabildiğine olgunlaştırmış, şehir yapılanmasını tamamlamış, olabildiğince güç biriktirmiş ve çatışmasızlık sayesinde tüm örgütsel mevcudiyetini ve silahlı gücünü Rojava’ya yığmıştı. Çatışmasızlık durumu sürsündü; çünkü hem Rojava hem Türkiye cephesinde eşzamanlı savaşmasının imkânı yoktu. Dolayısıyla çatışmasızlık da dâhil her yönüyle çözüm süreci PKK için yalnızca bir oyalama taktiğinden ibaretti. Özellikle de HDP’nin kurulması ve 7 Haziran sonrası İmralı’nın neredeyse tasfiye edilmesinden sonra bu olgu daha net anlaşılmaya başladı.
Sonuç olarak HDP/PKK Türkiye toplumu için büyük umutla büyütülen çözüm sürecini rahatlıkla çöpe attı. Çünkü kendince Rojava Statükosunu ve Türkiye Kürdistanındaki paralel devlet inşasını temel önceliği AK Parti’yi yok etmek olan yerel ve küresel güçlere pazarlayarak kabul ettirmiş ve bunu daha cazip bir örgütsel çıkar olarak kabul etmişti. Aslında PKK bugün güya ikna olmuş gözüken güçlerin yarın Suriye’de ihtiyaç kalmadığında Rojava desteğini geri çekeceğini ve ek olarak Türkiye Kürdistanındaki paralel devlet inşasını ona yedirmeyeceğinin her zaman ihtimal dahilinde olduğunu bilmiyor değil. Aksine bu desteğin her yönüyle bir çıkar örtüşmesinden kaynaklandığını ve de konjonktürel olduğunu iyi biliyor. Ama buna rağmen reel olarak işine gelen bu olduğu için dört koldan sarılıyor. Şer cephesi ise AK Parti kalesinde gedikler açıldığının farkında ve bu gedikleri sonuna kadar genişletme ve böylece binayı sahibinin üzerine yıkma çabasında. PKK/HDP ise mevcut haliyle bunun için eşsiz bir fırsat sunuyor.
Girilen Yeni Sürecin Zorlukları ve Muhtemel Akıbeti
AK Parti’nin Suruç hadisesi üzerinden kotarılan fırtına karşısında ilk önce sendelemekle birlikte hemen sonra gerek içte gerek sınır ötesinde başlattığı harekât tam da bu noktada dikkat çekici olmakta. AK Parti hükümetinin girdiği yol çok çetin olmakla birlikte içte ve dışta giriştiği aktif harekâttan başka da seçeneği kalmamış görünüyor. Dolayısıyla sürdürülebilirlik noktasında uzun vadede çeşitli belirsizlikler içermekle birlikte mevcut harekâtın ilk elde mesajının çok açık olduğu ve bunun yerini bulduğu anlaşılıyor. Galiba kısa vadede AK Parti bu harekâtla iç ve dış güçlere henüz her şeyin bitmediğini, kararlı olduğunu ve kurdukları oyunlara ve yaptıkları şantajlara kolay kolay teslim olmayacağı mesajını vermek istiyor.
Bununla birlikte bunun çok zorlu ve risklere gebe bir yol olduğu da kabul edilmeli. Ve her şeyden önemlisi bugün AK Parti’ye gönül bağlayan kadro ve kitlelerin, girdiği yeni yolda kendisinin arkasında sonuna kadar durup durmayacağı sorusunu sormak gerekiyor.
Ama bundan da önce şunu belirtmek lazım; çoğu kimse böyle düşünmese de mevcut durumun aslında en büyük muhatabı AK Parti özelinde onun iktidar olmasında temel rol oynayan dindar kamuoyu ve Türkiye’deki örgütlü Müslümanlardır. Gelinen noktada PKK-MLKP-DHKP/C’nin saf tutmuşluğu sonucunda ülkenin yalnızca Kürdistan yakası değil baştan sona tümü şiddet sarmalına gark olmuş olup aynı belirsiz geleceğe yol almış vaziyettedir. Var olmayı veya var kalmayı ve eldeki mevcut kazanımların korunmasını alabildiğine zorlaştıran; manevra alanımızı daralttıkça daraltan günlerden geçiyoruz. Çatışma ve ölümlerin, kaos ve şiddet sarmalının ülkeyi baştan sona kasıp kavurduğu şu günlerde tehdidin odağındaki Müslümanlar olarak ne/ler yapacağız? Gelinen durumu nasıl tanımlamamız lazım? Hükümetin can-mal güvenliğimizi sağlamakta yetersiz kaldığı mevcut ortamda varlığımızı sürdürmek için ne tür tedbirler alacağız? Mevcut İslami varoluşu yeni süreçte ne tür tehditler bekliyor? Mevcut durumun sürmesi halinde her alanda namluların üzerimize doğrulması muhtemel. Hükümet güvenliğimizi sağlayamayacaksa -ki sağlayamıyor- zorunlu bir seçenek olarak nefsi müdafaa çerçevesinde silahlanıp karşı cenahın yaptığı gibi kendi “özsavunma” gücümüzü mü inşa etmeliyiz?
Mevcut durum Müslümanlar olarak var oluşumuzun devamını sağlamamız açısından bu ve benzeri daha birçok soruyu kaçınılmaz şekilde önümüze koyuyor.
Ancak kendimize dönük bu soruları cevaplamak ve hem vakıayı mutabık, hem ilkesel duruşumuzu zedelemeyecek hem de politik basirete gölge düşürmeyecek yaklaşım ve tutumlar geliştirebilmemiz için öncelikle hizipsel farklılıkların dar sınırlarını aşarak üst bir istişari süreç ve kolektif tercihler zeminini oluşturmamız Müslümanlar olarak bizim için aciliyet ifade eden anın vaciplerine dönüşüyor.
İkinci olarak soruları çoğaltmamız lazım…
Mesela Hükümet kamu güvenliği ile çözüm sürecinin maslahatı arasındaki dengeyi bir türlü sağlayamadı ve dolayısıyla yeni bir savaş atmosferine girdik. Üstelik bu savaş sadece Türkiye ile de sınırlı değil. İçeride Paralel İhanet Çetesi, YDG-H isimli tedhiş unsuru, şehirlerin sinir damarlarına sinmiş ve can-mal güvenliği açısından her an patlamaya hazır bir bomba işlevi gören sol şiddet örgütleri, yine IŞİD’in uyuyan hücrelerinden kamu güvenliğine yönelebilecek muhtemel saldırılar; dışarıda PKK dağ kadrosu, ek olarak da tüm bu kullanışlı unsurlar üzerinden devrede olan Amerika, İngiltere, Almanya, İsrail, Rusya, Esed, İran vb. bölgesel ve küresel aktörler… Bugün hükümetin içeride YDG-H, IŞİD unsurları, Paralel İhanet Çetesi ve sol örgütlere; dışarıda PKK ile IŞİD’e karşı açtığı cephe aslında bir noktada bütün bu saydığımız şer unsurlarını reel olarak karşısına almak anlamına geliyor.
Meseleyi haklı-haksız düzleminde ele almaya gerek yok. Çünkü AK Parti Hükümetinin bu savaşında haklı taraf olduğu su götürmez bir gerçek. Bununla birlikte meseleyi salt haklı-haksız düzleminde ele almak maalesef sadra şifa olmuyor. Dolayısıyla sürdürülebilirlik ölçüsünü burada mutlaka hesaba katmak gerekmekte.
Mesela şöyle soralım: Mevcut iktidar hali zaten geçici olan AK Parti tüm bu cephelerde start verdiği aktif mücadeleyi nereye kadar götürebileceğini düşünüyor? Bundan neleri amaçlıyor olabilir? Gerek muhtemel bir koalisyon iktidarının bir unsuru olarak gerekse de parti kimliği düzeyinde başta Suriye olmak üzere yüzü Müslüman halklara ve İslami hareketlere dönük olan mevcut Ortadoğu politikasını sürdürebilecek mi? Birçok cephede start verdiği sıcak mücadele ile istediği sonuçları alabilecek mi? Bütün bu cephelerdeki mevcut sıcak savaş ortamının sosyal, ekonomik ve kamu güvenliği alanlarında doğurabileceği risklerin üstesinden gelebilecek mi?
AK Parti’nin yeni politik ve askerîmanevraları gerek kendi akıbeti gerekse de Türkiye toplumu ve Müslümanların geleceği açısından galiba bu ve benzeri sorular kendisini daha fazla dayatacak. O halde zaman şapkayı önümüze koyup birlikte derin derin düşünme zamanıdır. Zaman mevcut durumu ve gebe olduğu muhtemel sonuçları birlikte muhasebe etme ve varlığımızın sürdürülebilirliği için etraflıca istişare etme zamanıdır. Zaman AK Partili veya AK Partisiz bir Türkiye’de mevcut kazanımlarımızı nasıl koruyabileceğimiz, fitili ateşlenen yeni savaş sürecinde halklarımız arasındaki barış ve kardeşlik iklimini nasıl sürdürebileceğimiz ve başta Suriye direnişi olmak üzere yalnızlaştırılmak istenen onurlu Ortadoğu intifadasıyla dayanışmamızı sürdürecek yollar ve imkânlar üzerinde kafa yorma zamanıdır. Zaman artık iktidar rehavetini aşarak silkinme ve kendine gelme zamanıdır!
- Ya Küresel Egemenlerin Çıkarları, Ya Müslüman Halkların Maslahatı
- Çözüm Süreci Nasıl Devam Edebilir?
- Türkiye’nin Derdi, ABD’nin Hesabı
- Yeni Dönem Muhasebesi Bağlamında AK Parti ve Müslümanların Geleceği
- AK Parti, IŞİD ve PKK’yı Desteklemiştir!
- İslamcılık Üzerinden İslam’a Ayar Verilebilir mi?
- Kim, Niçin İslamcılığı Konuşur?
- Hayalin Tenhasından Gerçeğin Karmaşasına Özgürlük
- Alevi Toplumu ve Suriye Krizi
- Eğitimde “Seviye Sınıfları” ve Sorunlar
- İbn-i Arabî'de Vahdet-i Vücûd Felsefesi
- Hz. Muhammed’in (s) Çocuk Eğitimi ve Gençlere Yaklaşımı
- Mucizeler Peygamberlere Gaybi Yardım İçindir
- Muhacirlerle Dayanışmada Mütevazı Bir Örnek: İstanbul Ensarları
- Şehrin Sütunları
- “Kemalizm’in İç Yüzü” Kitabı Üzerine
- Çin Zulmü
- Kendi Sesine Yabancı
- Ağu Ağacının Dibinde