Yaklaşan Son Saat
Artık değişmeyen bunaltıcı günlerin birinin sonunda yazıyorum bu mektubu sana.
Hiçbir şey eskisi gibi değil ve asla da düzelecek gibi görünmüyor. Yüzlerimizde mutluluk belirtisi yok. İnsanlar sonlarını bekleyen hastalardan farksızlar. Aslında hepimiz hastayız, ölümümüze her gün daha çok yaklaştığımızın bilincindeyiz. Etrafımızda her gün birileri ölüyor, biz de onları defnediyoruz. Kimse kimsenin acısına kendinden fazla üzülemiyor. Bütün dengelerimiz alt üst oldu. Bir konuşana, bir gülene rastlamak neredeyse imkânsız.
Boğucu sıcaklardan başka bir şey kalmadı dünyamızda. Puslu bir havayla karşılaşmak sabah pencereyi açtığımızda kaçınılmaz kaderimiz oldu adeta. Çocukluğumda kapalı havalara uyandığımda içimi, tarifi mümkün olmayan bir keder kaplardı. O gün sanki hayata küser, hiçbir şeyden zevk almazdım. Köyümüzdeki evimizin etrafını çevreleyen ağaçlardaki kuşların cıvıldadığı, güneşin masmavi gökyüzünde gülümseyen yüzüyle yükseldiği günleri bir rüya gibi hatırlıyorum şimdi. Gece ne kadar geç yatarsam yatayım temiz havanın ve kuş cıvıltılarının etkisiyle mutlaka dinç bir şekilde erkenden kalkardım. Evet, bir rüyada yaşamışım sanki…
Basık hava bizleri boğuyor burada dostum, oralarda da farklı değildir elbet. Kendi ellerimizle dünyanın sonunu getirdik. Ağaçlar artık zamanında yaprak açmıyorlar. Her biri takvimlerini karıştırdı. Kimi bir ay evvel yapraklanıyor, kimi iki ay geç. Yaprakların renkleri de kayboldu. Yapraklar yeşil renklerini kaybedeli ne kadar zaman oldu hatırlayamıyorum. Bütün renkler gibi ağaçların yaprakları da neredeyse tamamen grileşti. Hayatımıza tamamen gri rengi hakim olacak bu gidişle. Ağaçların ne zaman kuruyacağı da belli olmuyor. İnsanlar kuruyan ağaçlarını kesmiyorlar bile. Sokaklarda, bahçelerde kuru ağaçlardan geçilmiyor. Eskiden ziyaret için köyümüze gittiğimde babam bana meyve ağaçlarını, fidanlarını gösterir, onlarla gurur duyardı. Elma, kiraz, şeftali, fındık, armut, ayva ağaçlarıyla dolu bahçesini herkese gezdirmekten zevk alırdı. Bazen dolaşmak istemez, babamız için yine de onunla beraber gezerdik. Şimdi babamı ve onun meyve ağaçlarını ne kadar özlediğimi tahmin edersin.
Şehrin kenar semtlerinde başıboş dolaşan birçok hayvan görmek mümkün. Bazen şehrin içerilerine kadar gelebiliyorlar. Hepsi şaşkın, hepsi şaşırmış vaziyetteler. Nereye gideceklerini bilemiyorlar. İçecek bir su bulma umuduyla dolaşıp duruyorlar. Bir deri bir kemik vücutları beklenmedik bir anda bir köşeye yığılıveriyor. Geçen gün açlık ve susuzluktan ölen hayvan cesetlerini toplayan belediye görevlileri şehrin dışında koca bir hayvan çöplüğü oluştuğunu söylüyorlardı. Aç kalan köpekler ise büyük bir tehlike haline geldi dostum. Eskiden insanların yoldaşı olan köpekler açlık ve susuzluk yüzünden birer canavara dönüşmüş haldeler. Birkaç gün önce yaşlı bir hanım komşumuz, elindeki ekmeğin kokusunu alan köpeklerin saldırısına uğradı. Komşumuz iki hafta hastanede yatmak zorunda kaldı. Şehrin her tarafında, aç kalan köpekler tarafından parçalanan insan hikayeleri duymak bizim için sıradan bir hadise haline geldi.
İçecek su bile bulamıyoruz sevgili dostum, içecek su bile yok. Musluklarımızdan nadiren su akıyor. İnsanlar suyu ölçerek, bardak bardak kullanıyorlar. Eskiden komşulardan gerektiğinde ödünç yumurta, yağ, un isteyen insanlar şimdi bir bardak su istiyor. Geçen ay boyunca musluklardan su akmadı. Belediye araçlarıyla mahalleye su getirildiğinde yaşanan çekişmeyi görmeliydin. İnsanlar birbirlerine girdiler. Kavganın önü zor alındı. Kafalar yarıldı. Hayvanlar gibi insanlar da açlıktan, susuzluktan ne yapacaklarını bilemiyorlar, en ufak bir paylaşım durumunda bile birbirlerine girebiliyorlar. Susuzluktan çamaşırlar yıkanamıyor. Hastalıklar her tarafı sarmış durumda. En çok da çocuklara üzülüyorum. Renkleri kaybolmuş, gözlerinde bir sevgi parıltısı yok. Anneler hastane köşelerinde belki de doğarken kaybetmiş oldukları çocukları için gözyaşı döküyorlar.
Hastanelere uğramak bile bir işkence oldu dostum. Kim kimi iyi edecek bilemiyorum. İçecek su bulmakta zorlanan insanları tedavi edecek başka bir şey olabilir mi? Gençliğimizde televizyonlarda seyrettiğimiz çamaşır ve bulaşık makinesi reklamlarını hatırlıyorum. Şimdi bu makinelerin hepsi bir yana atılmış durumda. Kimse onlarla ilgilenmiyor. Deterjan reklamlarını seyrederken evde konuştuklarımızı hatırlıyorum. Evet diyorduk, bulaşıkları temizliyorsunuz ama toprağı, tabiatı ne kadar kirlettiğinizi neden anlatmıyorsunuz? İşte kirlettikleri tabiat onlara böyle bir oyun etti dostum, pişman olabilme şansı tanımadan.
Geçen gün ortak dostlarımızdan biriyle karşılaştım, geçmiş günleri yad ettik. Anılarımızı, çocukluğumuzda şahit olduğumuz güzellikleri paylaştık, sonra bugünü hazırlayan sebepleri sıraladık. Herkesin imrendiği teknolojiyi, o teknolojiyi üretenleri yargıladık. Batılıların dünya egemenliği hırslarının dünyayı sürüklediği felaketi konuştuk. Evet dostum, yeryüzünü fesada verdiler. Her bir coğrafyayı talan ettiler, nükleer silahları, övünüp durdukları teknolojileri bu sonu insanlığa armağan etti. Bombalanmadık, işgal edilmedik yer; yağmalamadık köşe bırakmadılar, acı götürmedik bir memleket bırakmadılar ama işte kendi bindikleri dalı da kestiklerini en nihayet anladılar. Onlar bizim ülkelerimizi işgal edip sömürürlerken kendi elleriyle yaptıkları yüzünden Rabbim onları cezalandırdı ve eriyen buzullar kendi memleketlerini sular altında bıraktı. Zalimlerin sonu gerçekten çok korkunç oldu.
Geçenlerde televizyonlarda onların birinin devlet başkanı konuşuyor ve dünyanın bu duruma gelmesinde en büyük sorumlunun kendi yanlışları olduğunu kabul ediyor ve insanlıktan özür diliyordu. Onları kim affedebilir dostum, ancak onlara duyulan öfkeyi daha da artırdı bu açıklamalar. Kitabımızın bildirdiği gibi, yeryüzünde iktidara geldiklerinde orayı fesada vermekten başka bir şey yapmadılar, lanet onların üzerine olsun.
Son pişmanlık fayda vermiyor dostum. Biz inandığımız şekilde emaneti korumak için elimizden geleni yapmaya çalıştık. İnşallah bu yüzden Rabbim bize azap etmez. Son saatin geleceğine inanan insanlarız. Dünya hayatı demek ki bu şekilde son bulacak. Yaşlı bedenimle seni bir daha görmeye gelebilir miyim bilemiyorum ama ahirette beraber olmayı diliyorum. Umarım senden cevap almak nasip olur.
- Kurtuluş Sahih Mesajın Gölgesinde!
- Çankaya Seçimlerinin Belirgin Kıldığı Olgu: Laik Duyarlılık Hukuku Boğuyor!
- Genelkurmay Muhtırası Askeri Vesayet Rejimini Sürdürme Telaşının Bir Yansımasıdır!
- Genelkurmay Muhtırası Birçok Şehirde Protesto Edildi!
- Darbe Tehdidi Hukuksuzluğun ve Tükenmişliğin İlanıdır!
- Muz Cumhuriyeti’nde Demokrasi Oyunu
- Çağdışı Kıyafetler, Alternatif Kutlamalar vs. vs...
- Darbe İfşaatı ve Utanç Verici Sessizlik
- Medya Askeri Brifinge Doymadı mı?
- Darbe Düzeni, “Nokta” Atışlarıyla Sürdürülüyor!
- Tandoğan Efsanesi ve Militarizm Olgusu
- Kendi Evlatlarını Kurban Eden Bir Düzen
- Malatya’daki Cinayetler Milliyetçiliğin Beslediği Şiddet Ortamının Neticesidir!
- Somali İntifadası Alevleniyor
- Afganistan’da Helman Eyaletinin Kontrolü Direniş Güçlerinde
- Hamas Ateşkesin Bittiğini Açıkladı
- Kafkasya’da Direniş Şehitlerle Sürüyor
- İşgalciler Bağdat’a Varşova Gettoları Kuruyor
- Onurlu Dış Politika Ne Ola ki?
- El-Kaide Kimin Tarafında?
- Gaybi Konularda Ölçü
- Kur’an’da Sünnetullah, Sabır ve Acelecilik
- İnsanlık Serüveninde Tevhidi ve Cahili Gelenek
- Rahmet Kapılarının Anahtarı: Besmele
- Üslubun Benzeşmesi ve Müslümanların Durumu