1. YAZARLAR

  2. Fevzi Zülaloğlu

  3. Vesile Salih Ameldir

Vesile Salih Ameldir

Aralık 1995A+A-

Giriş

İnsan yapısal olarak Allah'a inanmaya meyilli yaratılmıştır. Zihinsel olarak O'nu inkara yeltenenler için sebepler zinciri bir noktada mutlaka sona ermektedir. Her insanın müşahede alanı içerisinde yer alan kevni-afaki ve enfusi ayetler fıtri yeteneklerle bütünleştiğinde Allah'a teslimiyet (müslüman oluş) gerçekleşmektedir. Fakat yaratıcı olarak Allah'ı inkar etmeye fıtratı elvermeyen nankör insan, ortaklar koşarak kendi özüne ve Allah'a ihanet etmekte, örtülü şirkle O'nu yaşamından uzaklaştırmaya yeltenmektedir.

Rabbimiz Kur'an'da insanın ortak koşmadan inanmama inadını şöyle haber vermektedir: "Onların çoğu Allah'a ortak koşmadan inanmazlar" (12/Yusuf, 106)

Ortak koşmanın çeşitli biçimleri vardır: Dua yapmada, ibadette, itaatte, sevgide, gayb biliciliğinde, hüküm koymada, ayrıca Allah ile kendisi arasına aracı koymada gerçekleşen ortak koşmalar en yaygın şirklerdir. Allah ile kendisi arasında aracı koymak şeklinde gerçekleşen şirk, masum gözüken, ama tevhid'in yeryüzündeki temel amacını, Allah'dan başkasına kulluğu engelleme amacını içten içe yok etmeye yönelik sinsi bir karakter arzetmektedir.

Biz bu araştırmamızda, insanın ortak koşmadan inanmama karakterinden dolayı tevhid üzerinde yapılan kültürel tahriflere dikkat çekeceğiz. Konu ile ilgili olarak vesile, şefaat ve veli kavramlarını Kur'ani düzlemde inceleyerek Allah'ın iradesine uygun bir şekilde anlamaya çalışacağız. Bu üç terim bazı kültürel ve itikadi tahriflere uğratılarak aracılık düşüncesini savunanlarca yanlış bağlamlar içinde kullanılmış ve tevhid'e zarar verici sonuçlara yol açan bir akidevi sapma meydana gelmiştir. Sahih İslam itikadının yegane kaynağı olan korunmuş, yakini, kesin ilahi bildirimi içeren Kur'an, her tür ifsada, bozulmaya, zihinsel ve pratik bulanıklığa karşı gönlümüzü ısıtan bir rehber olarak bu konuda da bize yol gösterecektir.

Vesile, Salih Ameldir

Vesile, kendisiyle bir amaca ulaşmak için yapılan yakınlaştırıcı ameldir. Birçok müfessir vesileyi yakınlık diye yorumlamıştır. Diğer bir ifadeyle vesile, yaklaşma vasıtası, Allah katında yakınlık kazandırıcı, sevaba nail kılıcı hususlardır. O halde Allah katında yakınlık kazandırıcı her güzel iş, O'na bağlılığı pekiştiren her amel vesilenin konusuna dahildir.

Vesile, Kur'an-ı Kerim'de iki ayette geçmektedir:

"Ey inananlar, Allah'tan sakının, O'na vesile arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz" (5/Maide, 35).

"O yalvardıkları da, onların (Allah'a) en yakın olan(lar)ı da Rabb'lerine yaklaşmak için vesile ararlar. O'nun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, cidden korkunçtur" (17/İsra, 57).

Bu ayet-i kerimelere göre insanların Allah'a yakın diye yarar umdukları, şefaat bekledikleri, hatta dua ile yönelip yalvardıkları varlıklar bile O'na yaklaşmak için vesile aramaktadırlar. O halde vesile salih amel yapmaktır. Yoksa yakınlık kursun diye Allah ile kendimiz arasında aracılar bulmak değildir.

Maide Suresi 35. ayette vesile arama'ya yapılan çağrının hemen ardından gelen "Allah yolunda cihad" bu kavramın en iyi tefsiridir. Yani Allah yolunda her tür gayret, vesilenin kapsamına girmektedir. Mü'minleri kendisinden sakınmaya davet eden Allah Teala takva'nın vesilelerini/yollarını da bu ve benzeri bir çok ayette göstermiştir. Mü'mini mü'min yapan, Allah'a dost ve yakın yapan mücerred iman değildir. Bizi müslüman yapan, Allah'tan layıkıyla korkmak, Kur'an ahlakına göre eylemlerimizi biçimlendirmek, kötü işlere, münkere bulaşmamak, iyiliği yaygınlaştırmaktır. Allah'tan sakınmak (takva) da soyut bir vicdan işi değildir. Muttaki olmak, eldeki tüm olanaklarla O'na yaklaşma vesileleri (yolları) aramaktan geçer. Her fırsatta yapılacak saiih ameller Allah ile olan yakınlığımızın teminatıdır.

Allah'a yaklaşmak, yakın olmak fiziksel değildir. Zaten Allah insana şahdamarından daha yakındır. O halde söz konusu yakınlık manevi ve değer açısından yakınlıktır. Allah dua ve isteklere cevap verme bakımından da insana yakındır. Nerede olursak olalım bizi işitir. O halde dua ve istekte bulunurken de aracı koymak anlamsızdır: "Kullarım, sana benden sorar(lar)sa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm. O halde onlar da bana yönelsinler, bana inansınlar ki, doğru yolu bulalar" (2/Bakara, 186)1

Allah ile insanlar arasında zaman açısından da uzaklık yoktur: "Allah'a göre, şu kimselerin tevbesi makbuldür ki, cahillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler. İşte Allah onların tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" (4/Nisa, 17)2

İnsanlara Allah katında ne zenginlik, 'ne evlat çokluğu bir yakınlık sağlamaz. Allah katında yakınlık sağlayıcı vesile, inanıp salih amel işlemektir. Sebe Suresi 37. ayette şöyle buyrulmaktadır: "Ne mallarınız, ne de evlatlarınız size katımızda bir yakınlık sağlamaz. Ancak inanıp faydalı iş yapanlar başka. Onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükafat vardır ve onlar saraylarda güven içindedirler"3

Burada tasavvuf erbabının vesile ve kurbet kavramları üzerinde yaptıkları tahriften söz etmeden geçmek doğru olmaz. Tasavvuf felsefesine göre, Allah'a yaklaşmak için vesile olarak şeyhin eteğine yapışmak gerekir. Bu aşamadan sonra, fena fi'r-resul (Peygamberde yok olmak) ve fena fi'llah (Allah'da yok olmak, O'na ulaşmak) aşamaları gelmekte ve artık yeni bir aşamadan söz edilmemektedir.

Peki Allah bir mekana mı sahiptir ki, O'na ulaşma çabası içerisine girilmekte, bu boş amaç için de şeyh, vesile ittihaz edilmektedir? Şüphesiz Allah mekansal ve zamansal olarak insana uzak değildir. O halde O'na takva ile yaklaşmak yerine, O'nda yok olmak idealini kendisine yol olarak seçenler ciddi bir değer bulanıklığına neden olmaktadırlar. O'na yaklaşmak için salih amelden başka bir vesile ittihaz etmek yanlıştır (39/Zümer, 3).

Allah'tan Başka Şefaatçi Yoktur

"Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye malik olmayan düşünmeyen şeyler olsalar da mı?" (39/Zümer, 43)4

"Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar, ne de yarar vermeyen şeylere tapıyorlar ve 'Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizde diyorlar" (10/Yunus, 18).

Ortaklar ihdas edilen aracıların şefaatçi addedilerek meşrulaştırılmaya çalışıldığının anlatıldığı bu ve benzeri ayetlerde İslam'ın tevhidi karakterinin ahmak düşünce biçimleriyle bozulmak istendiğine dikkat çekilmektedir.

Şefaat, sözlükte araya girmek, yardım istemek, destek olmak (4/85), bir işe tavassut etmek, aracı olmak anlamlarına gelmektedir.

Aracılık itikadı, şefaate, iltimas yoluyla, ayrıcalıklı evliya düşüncesiyle Allah katında bazı insanların azabdan kurtarılacağını iddia etmiştir. Rasulullah (sav) Kur'an'ı tebliğ ederek kendi döneminde bu örtük şirki ortadan kaldırdığı halde, zamanla günahkar mü'minler için bu müesseseye yeniden işlerlik kazandırma gayretleri yaygınlık kazanmıştır.

Konu ile ilgili ayetleri daha iyi anlamak için nüzul ortamına bir göz atmak gerekmektedir. Mekke müşrikleri taptıkları putları, Allah'ın kızları! olan meleklerin somut tezahürleri olarak ayrıcalıklı şefaatçiler olarak sunuyorlardı. Bu yüzden de aracısız Allah'a inanmaya davet eden Kur'an'ın tebliğine tepki gösteriyorlardı. Bağlı bulundukları ilah ve ilahelerin kendilerini azabdan kurtaracağını iddia ediyorlardı. Ayrıca Kureyş kabilesi, kendilerini Hz. İbrahim'im soyundan saydıkları için Kabe'nin mütevellileri olduklarını, bu yüzden de dünyada insanları yönetmek hakkına sahip olduklarını, Allah katında da bir zarara uğramayacaklarını iddia ediyorlardı.

Şefaatle ilgili olan Kur'an ayetlerini incelediğimizde iki kategoride değerlendirebileceğimiz bir yaklaşımla karşılaşmaktayız:

1) Şefaati Allah'ın iznine bağlayan ayetler.

2) Ahirette hiç kimsenin kimseye şefaat edemeyeceğini, Allah'tan başka şefaatçinin olmadığını, şefaat yetkisinin bütünüyle Allah'a ait olduğunu ifade eden ayetler.

A- Şefaat Allah'ın İzniyledir

Şefaati Allah'ın iznine bağlayan ayetler, müşrik kafalarda yaşayan şefaatçiliğin Allah'ı çemberin dışında tutma eğilimlerini, "Allah'a rağmen" bir anlayışı kırmayı kendisine hedef edinmiş, bunu da ancak "Allah'ın izniyle" gibi bir şarta vurgu yaparak açıklamıştır.5

İzin şartı Kur'an bütünlüğünden koparılarak değerlendirilirse, sanki Allah katında torpilci edinmek mümkünmüş gibi algılanabilir. Oysa izin şartının ana hedefi, insanlara Allah'ın yanında, karşısında herşeyin aciz kaldığını kavratmaktır. Müşrikler, Allah kaynaklı olmayan yanlış bir itikad geliştirerek taptıkları putlara şefaat iznini Allah'ın verdiğini iddia etmektedirler. İşte izinle ilgili ayetler bu iddiayı çürütmek içindir.

Birçok ayette Allah'tan başka şefaatçinin olmadığı, şefaatin bütünüyle O'na ait olduğu vurgusu, müşriklerin iddia ettikleri şefaat izninin var olmadığın! göstermektedir. Allah Teala hükmünde, egemenliğinde ortak tanımaz ve şefaat varolacaksa bile ancak O'nun izniyle olur.

"Sizin O'ndan başka bir veliniz, şefaatçiniz yoktur" (32/Secde, 4)

"De ki, bütün şefaat Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz" (39/Zümer, 44)6.

Bütünüyle Allah'ın tasarrufuna tâbi olan şefaat'in gerçekleşebilmesi için şefaat edenin de, edilenin de razı olunanlardan olması gerekir. Oysa Allah ne müşriklerden, ne de taptıklarından razı değildir.

"Rahman çocuk edindi" dediler. O yücedir. Hayır (Rahman'ın çocukları sandıkları melekler, O'nun) değerli kullar(ı)dır. O'ndan önce söz söylemezler ve onlar, O'nun emriyle hareket ederler. Onların önlerinde ve arkalarında ne varsa bilir. Razı olduğundan başkasına şefaat edemezler ve onlar, O'nun korkusundan titrerler. Onlardan her kim: "Ben O'ndan başka bir tanrıyım! derse onu cehennemle cezalandırırız. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" (21/Enbiya, 26-29)7

B- Ahirette Şefaat Yoktur

"Ve öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse kimsenin cezasını çekmez, kimseden şefaat da kabul edilmez. Kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz" (2/Bakara, 48).

"Ve şu günden sakının ki, kimse kimsenin cezasını çekmez. Kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez, bir taraftan yardım da görmezler" (2/Bakara, 123).

"Ey inananlar, ne alışverişin, ne dostluğun ne de şefaat'in olmadığı gün gelmezden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah için) harcayın. Kafirler zalimlerin ta kendileridir" (2/Bakara, 254).

Yukarıda zikrettiğimiz ayetler bize muhkem olarak öğretmektedir ki, ahirette şefaat yoktur. Peki şefaati izne bağlayan, razı olunanların razı olunanlara şefaati ne anlam ifade etmektedir? Şu anlamlara gelmektedir:

1-İslami mücadele yürüten mü'minlere Sünnetullah gereği meleklerin şefaat etmesine (gaybi yardımda bulunmasına) Allah'ın izin vermesi anlamına gelmektedir. Böyle bir izin yine Sünnetullah gereği müşriklere yönelik olarak söz konusu değildir. Çünkü onlar şeytanın hizbindendir. Allah, meleklere gaybi yardım iznini kendi hizbi için vermektedir8.

2-Müşriklerin, Allah indinde ayrıcalıklı olduklarından dolayı meleklerle kendilerine şefaat edileceği iddiasını reddetmek içindir. "O'nun izin verdiğinden başkası şefaat edemez" şeklindeki istisnalar ahirette şefaatin olacağına delalet etmez.

Kur'an'ın bütüncül mesajı her türlü aracılık düşüncesini gayri meşru saymaktadır. Bütün peygamberler, şirkin her türüyle tevhidi bir savaş vermektedir. O halde birçok muhkem ayette, Allah katında şefaatçilik görüşü şirk addedilmişken, Kur'an'ın kendi içinde aracılık düşüncesine yorulabilecek yaklaşımlar içermesi düşünülemez.9

Allah'tan Başka Veli Yoktur

"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır, diriltir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur" (9/Tevbe, 116).

"Onların Allah'ın dışında kendilerine yardım edecek velileri yoktur" (42/Şura, 46).

"Yoksa O'nun dışında bir takım veliler mi edindiler? İşte Allah, veli olan O'dur. Ölü olanları da diriltir. Herşeye güç yetiren O'dur" {42/Şura, 9).

"Haberin olsun, halis olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler): Biz bunlara bizi Allah'a daha yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz. Hiç şüphesiz Allah kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerde hüküm verecektir. Gerçekten Allah yalancı, kafir olan kimseyi hidayete eriştirmez" (39/Zümer, 3).

Allah katında aracılığın, iltimasın mümkün olduğuna inananların hakiki anlamını tahrif ettiği kavramlardan biri de veli'dir. Dost, ahbap, arkadaş, yardımcı gibi anlamlara gelen veli yukarıda alıntıladığımız ayetlerde de görüldüğü gibi Allah'tan başkasına izafe edilemeyecek bir yapıya sahiptir. Allah ile insanlar arasında şefaatin, velayetin var olduğuna inanılan muharref kültürlerde bu kavramın gerçek manasının içi boşaltılmış, ayrıcalıklı bir sınıfa nisbet edilir olmuştur.

Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayetinde Allah'ın tüm mü'minlerin velisi olduğu vurgulanmaktadır. O halde tasavvuf kültüründe olduğu gibi velilik, evliya sınıfına ait değildir:

"Bizim velimiz sensin, öyleyse bizi bağışla, bizi esirge, sen bağışlayanların en hayırlısısın" (7/A'raf, 155).

"Allah, iman edenlerin velisidir" (2/Bakara, 257).

Mü'minlerin tek ve gerçek velisi Allah'tır. Allah'a dost olmak bakımından mü'minler de birbirinin velisidirler:

"İnanan erkekler ve inanan kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekatı verirler, Allah'a ve elçisine itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet-edecektir. Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir" (9/Tevbe, 71)10.

Bazı ayet-i kerimelerde de mü'minlere, kafirlerin, zalimlerin, şeytanların, yahudi ve hristiyanların veli ve yardımcı olamayacakları bildirilmektedir11.

Bütün bu ayet-i kerimelerden çıkardığımız sonuç, peygamberlerin, mü'minierin hepsi Allah'ın velisidirler. Allah'a dost oluş, O'nu razı etmekten dolayıdır. Yani Allah Teala, inanan ve salih amel işleyen kullarını veli olarak kabul etmektedir. Aynı ilkelere inanan, aynı dava için kalpleri çarpan, gönül birliği yapan mü'minler de birbirlerinin velisidirler. Birbirlerini zalimlere karşı koruyup kollarlar.

Sözün özü, Kur'an-ı Kerim'de muhkem bir şekilde açıklanan veli ve evliyanın vasıfları, beşer tabiatının üzerine çıkması, fevkaladelikler göstermesi veya günahları bağışlayan şefaatçi olması değil, tevhidi bir inanca sahip olması, salih amel yapması, münkerden kaçınıp iyiliği yaygınlaştırması, her türlü şirke, zulme ve haksızlığa karşı açıktan mücadele etmesidir12.

Sonuç:

İtikadımızın yegane kaynağı olan Kur'an, mü'minleri TEVHİD konusunda hassas davranmaya yöneltmektedir. Allah'a ortak koşmaya yol açacak tüm girişimler ilahi bildirimin ışığında önlenmiştir.

Yaşadığımız toplumda Tevhid'e zarar vermeye müsait vesile, veli ve şefaat telakkileri vardır. Eğer nefsimizi ve çevremizi Kur'an'ın gözüyle görmeye çalışırsak, yanlışlıkların önüne geçebiliriz. Böylece düşüncelerimizi, zihnimizi ve eylemlerimizi şirkin kirlerinden uzak tutmamız mümkün olabilir. İslam'ın temel esaslarını oluşturan konularda Rabbimizin ayetleri şüpheye ve bulanıklığa yol açmayacak derecede açıktır. Yeter ki, sadece O'na teslim olalım. İtikadımızı Allah'ın koruma teminatı altında olmayan sözlerle kapalı, şuna göre, buna göre değişir hale getirmeyelim.

Dipnotlar:

1- 7/56, 11/61, 34/50

2- 2/214, 4/77, 11/64-81, 14/44, 21/109, 42/17, 61/3, 63/10, 72/25

3- 3/45, 5/27, 9/99, 11/6, 46/28, 56/11, 83/21-28, 96/39

4- 6/51-70-94, 32/4

5- 2/255, 10/3, 19/87, 20/109, 30/13, 34/23, 43/86, 53/26

6- 7/53, 36/23, 74/48

7- 26/100-101, 40/18, 53/26

8- 20/109, 21/26-29, 34/23, 53/26

9- Daha geniş bilgi için bkz. Hak Söz, Sayı 14, Aralık 91, İst.

10- 9/74, 10/62-63, 13/37, 29/22, 32/4, 42/31

11- 3/28, 4/139-144, 5/51-57-81, 45/19, 60/1

12- Hak Söz, Sayı 11, Şubat 92, İst.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR