Uzun Yolun Kederi
İnsanın yüreğini delen o yemyeşil bakışlar; ürkekliğin, çalınmış düşlerin, felç edilmiş duyguların tercümanıydı.
“Hayalim yok” diyordu. Gerçeği en acısından, ağırından, merhametsizinden yaşamak hayallerinin de kolunu kanadını kırmış, onları zihninin bir köşesinde dondurup öylece bırakmıştı. Daha dokuz yaşındayken yüreğini sürekli umuda yatırmaktan yorulmuştu. Yolun kenarında, kardeşinin üşüyen, çıplak ayaklarını ovuşturuyor, hohluyor, ısıtmaya çalışıyordu. Kendi üşüyen ayaklarını altına almıştı. Ara ara kardeşinin soğuktan akan burnunu siliyor, titremesin diye ona sarılıyordu. Altlarına serdikleri karton da nemlenmişti. Gördüğüm manzara canımı yakmıştı. Anlatamam.
Seyyar satıcıdan aldığım çorapları eline verdiğimde önce kardeşine giydirmeye çalıştı. Utandım. Hemen çorabı elinden alıp küçük kıza ben giydirdim. Ardından ağabeyinin giymesine de yardımcı oldum. Çiselemeye başlayan yağmurdan kaçarak sığındıkları bu yerden ayrılıp yolun karşısındaki simit sarayında sıcak bir bardak çay içmeye ikna etmek için epeyce dil döktüm.
Başı öndeydi. Düşünceliydi ve korkuyordu. Onun hikâyesini dinlemek istedim. Evine götürmeyi denedim. Türkçe biliyordu. Türkmen’di sanırım. “Evimiz çok uzaklardaydı, artık yok, bombalandı, dedemler öldü, arkadaşlarım dağılıp kayboldu.” dedi.
Evlerine ateş düşen bu minik bedenlerin hikâyesi, mazlumların kanı ve acısıyla beslenen coğrafyanın hikâyelerinden sadece biriydi ve belki de en sıradanıydı.
Evleri tarumar olunca annesi kardeşinin, babası onun elinden tutmuş, düşmüşlerdi yola. Yolculuk yapmayı severdi ama artık sevmiyordu. Yolculukları boyunca yangınlar biriktirmişti yüreğinde. Hatta bir ara çok sevdiği bisikletini bile hatırlamış, üzülmüştü. Ailesiyle yola koyulduklarında sadece nefes alabilecekleri, mutluluktan uzak da olsa yaşamlarını devam ettirebilecekleri bir yer bulmaktı amaçları. Geceler gündüzlere, acılar acılara, umutlar korkulara karışmış bir halde yola devam etmişlerdi. Arkalarına bakmadan, belirsiz bir geleceğe yürüyorlardı.
Mazluma, mağdura, yolda kalmışa, muhtaç olana uzanan merhametin elleriyle dirilen, aynı yolları yürüyen kardeşlerinin hüzünlerden evrilen umutları, yolculuk boyunca heyecanlandırmıştı onları. Açlık, yorgunluk neticesinde kendinden geçermiş gibi olduğu anlarda yolun aydınlık ucunda “Haydi gel artık.” diye kollarını ona açmış, onu çağıran mahalle arkadaşının suretini görmüş, heyecanlanmıştı.
Babası; yılmak, yıkılmak yok, diyordu. Kurtulacağız inşallah, Allah bize de bir yardım gönderecek, inanıyorum, diyordu.
Bombaların, feryatların, acı ve hüzün yumaklarının eksik olmadığı yerlerden vicdanı ayağa kalkmış topraklara ayak basmışlardı. Hane halkına gülümseyerek “şükran” demişlerdi. Günler sonra sıcacık bir odada içlerini ısıtan bir tas çorba, bir dilim ekmek yüzlerini güldürmeye yetmişti bile. Rahatça soluklanabilecekleri bir insan ikliminde konuk olmuşlardı.
Yarınsız bırakılan yeryüzünün bu sürgün kardeşlerinin hikâyesi, üç aylık bir soluklanmadan sonra tekrar yollara düşmeleriyle devam etmişti. Karanlıktan aydınlığa çıkması ümit edilen yollardaki yürüyüş, aynı topraklardan yola düşen diğer yolcularla, doluşulan bir şişme botta kesişmişti. Gözleri arkadaşını aramış ama görememişti.
Yaklaşık otuz dakika sonra sıkı sıkı sarıldığı annesi, kucağındaki kız kardeşiyle sulara gömülmüştü. Gözyaşı donmuş, saniyeler durmuştu. Sonrasıyla ilgili bir şey hatırlamıyordu. Kendine geldiğinde kumların üzerinde kız kardeşini yanında ağlarken bulmuştu. Zordu yuvadan, topraktan ayrılmak, göçmek, kaçmak, gitmek fakat ondan daha zor olanını yaşıyorlardı şimdi. Anne ve babalarından da ayrı düşmüşlerdi. Bir ümitle doluşulan şişme bot bile taşıdığı acı yüke dayanamamış, onları denizin orta yerinde, yarı yolda bırakıvermişti. Kıyıya vuran cesetler, yaşarken görmedikleri değeri görmüş, haberlere konu olmuştu. Hikâyesini anlatırken anne ve babasına üzülüyor, onlara büyük bir özlem duyuyordu. Fakat cümle aralarında onlara sitem ettiğini de sezinliyordum. Yaşamak, yaşıyor olmak yetmez miydi? Daha güzel yaşamak da neyin nesiydi? O zaten bisikletinden bile vazgeçmemiş miydi? Kardeşi de oyuncak bebeğinden… “Sırf bizim için, geleceğimiz için, imkânları daha iyiymiş gibi görünen ülkelere gitmek istediler. Biz bile yetinmişken onlar yetinmeyi bilmediler. Öksüz ve yetim bıraktılar, garip bıraktılar bizi bu dünyada. Yolu uzattılar da uzattılar…”
Acının ateşli çığlığını atıyordu âdeta. Artık kız kardeşini koruyup kollamaktan başka düşüncesi yoktu.
Daha fazla konuşmasına, anlatmasına yüreğim izin vermedi. Konuştukça yoruluyor, üzülüyor, kırılıyor, kızıyordu. Ellerini yüzüne kapayıp hüngür hüngür ağladığında, tüm insanlığa “Utanın!” diyordu sanki. Kendi adıma utandım. Asra andolsun ki insanlık hüsrandaydı. Bu hüsran uykusundan uyandım. Peygambere emredilen “Ey örtüsüne bürünen, kalk!” ayeti çınladı kulaklarımda.
Bundan böyle özgürlük yolcularını en güzel selamla karşılayıp tüm çocukları bağrıma basacaktım. Sadece haberlere çıkan hikâyelere üzülüp sonra tekrar bitmeyen dünya işlerine dalmayacaktım. Dosdoğru yol üzerinde güzel yaşamak, güzel yaşamalara katkıda bulunabilmek için daha fazla koşturacak; tanık olduğum acılara İslam’ın izzet ve merhametiyle beslenen bir çabayla ortak olacak, acıları azaltmak için paylaşacaktım.
Her insanın yolu bir gün yine kendine çıkıyor. Yaşamak için yollara koyulan bu yaşı küçük, yürekleri kocaman kardeşlerin acıları beni kendi yoluma çıkardı. O günden sonra nefes alabilecek bir yer bulma ümidiyle kilometreler aşan, denizaşırı yolculuklara çıkanların hikâyeleri acılarımı kanırttı. Kendisinden yardım isteyenleri görünce tıpkı bir kaplumbağa gibi kafasını kabuğunun içine çekenlerle karşılaştım. Ensar-muhacir kardeşliğiyle bereketlenmekten bahsettim onlara. Duyarlılık kazananlarla aynı yolda yürümeye devam ettik. Aşağılanan, her şekilde yolundan edilen, tek başına bırakılarak, yalnızlık duygusu yaşatılarak yok edilmeye çalışan kardeşlerimizi yolda yalnız bırakmadık. Peygamberimizin yeryüzünü değiştiren ve sevindiren kardeşliğini günümüze taşıdık. Umudu, sevinci azık eyledik. Acılara rağmen yürekten yüreğe yol yaptık. Yetmese de huzurlu uykulara sebep olduk. “Allah razı olsun.” cümlesini daha çok söyler ve duyar olduk.
“O seni bir yetimken bulup barındırmadı mı?” ayetinin yeşerttiği inşirah ikliminden dört bir yana uzanan merhamet ve kardeşlik ellerinden başka neyle sağaltılabilirdi ki uzun yolun kederi?
- Zalimlerin Ortak Paydaları: İslam Düşmanlığı
- Milliyetçilik Açmazını Hendek-Barikat Çıkmazında Derinleştirmek
- Türk ve Kürt Sorununa Karşı Bilinçli Müslümanların Tavrı
- Kürt Sorununu Sahih İlkeler ve Somut Olgular Üzerinden Tartışmak Zorundayız!
- Cihadını Şehadetle Taçlandıran Komutan
- BMGK’nın 2254 Nolu Kararı ve Suriye’nin Geleceği
- Sadece Esed’in Akıbeti Değil…
- Üniversiteler Kimindir?
- Özgürlüğün Metafiziği: Refah mı Felah mı?
- “Özgürlük Despotizme Başkaldırmaktır!”
- Modern Özgürlük Algısı ve İslam
- Batı’da Dinî Özgürlüklerin Seyri -Amerika ve Fransa Örneği-
- Kapitalist İşleyiş ve Tüketim Kültürü
- Ekonomik Göstergelere İlişkin Bir Değerlendirme
- Osmanlı Düşüncesinde İbn-i Arabî’nin İzleri
- Yaklaşma! Yanarsın…
- Sâhilindeyiz
- Notaların Çığlığı
- Uzun Yolun Kederi
- Çoğalan Resimler