Uzlaşma Teorileri: Köleliğe Kılıf Arayışları
Fethullah Gülen'in cemaatine ait okulları Mili Eğitim Bakanlığı'na devredilebileceğine dair açıklaması dikkate değer bir gelişme. Bu açıklama hem Türkiye'de yaşanmakta olan siyasi sürecin, hem de bu sürece ilişkin geleneksel tavır alışın iyi bir özetini sunuyor.
İlk planda, bu şaşırtıcı açıklamanın devam etmekte olan fiili darbe olgusunun açık etkisini yansıttığını görmek mümkün. Acaba sayın Hocaefendi Kur'an Kursları ve İmam Hatiplerin ardından sıranın kendi okullarına gelmekte olduğunu mu düşünüyor? Bu kolejlerin zaten "devletin hoş kurumları" olduğu, bu okulların (ve bir bütün olarak Fethullah Hoca Cemaati'nin) devlete canla başla hizmet ettiklerini söyleyerek bu tür bir durumun yaşanamayacağını ileri sürmek çok yerinde bir yaklaşım sayılmaz. Unutmayalım ki özellikle son bir yıldır düzenin tutumu had safhada bir laik fanatizm içermekte ve bu tutum da akla, mantığa, ölçüye pek yer yok.
Devletin belli merkezlerinde F. Gülen'in üstlendiği misyona büyük değer verildiği ve bu yüzden sıkı ilişkiler geliştirildiği bir gerçek. Fakat yine tek bir güç merkezi tarafından politikaların belirlenmediği; devletin belli konularda ve belli zamanlarda farklılaşan, hatta birbiriyle çatışan çeşitli kanatlara sahip olduğu biliniyor. Ve yine 28 Şubat süreci ile birlikte devlet katında öne çıkan eğilimin İslam adına, İslam'la ilgili her şeye topyekün tavır alma yanlısı olduğu göz önüne alındığında tipik işbirlikçi tavrına rağmen F. Gülen'in de endişe etmesine yetecek bir durumun mevcudiyeti rahatlıkla görülebiliyor. Laik fanatizmi sokaklarda sarık-cübbe operasyonlarına kadar vardıranların gözünde F. Gülen ve benzerlerinin yerinin "takiyyeci" olmaktan kurtulamayacağı gün gibi aşikar.
Diğer taraftan, F. Gülen'in söz konusu açıklaması; Türkiye'de "geleneksel İslamcılık" adına ortaya konan uzlaşmacı, teslimiyetçi, işbirlikçi tavrın tipik bir örneği olma özelliği ile de sırıtıyor. Okulları devretme önerisi düzenin zoru ve tehdidi ile karşılaşma halinde, hatta henüz bu durum bir vakıa değil, ihtimal olarak dahi belirginleştiğinde bile teslim bayrağını çekmenin diğer bir adıdır. Doğrudan, doğruya kölelik hukukuna tâbi olmanın, parya muamelesini benimsemenin bir göstergesidir. Bu öneri; sözde İslam adına ortaya çıkmış tüm geleneksel, muhafazakar, sağcı çevrelerin son zamanlarda inanılmaz örneklerini sergilediği bir dizi teslimiyetçi pratiğin yeni bir örneği olarak onursuzluk sayfasında yerini almıştır. Bu sayfaları dolduranlar sonuçta hep aynı şeyi söylüyorlar düzene: "Emeğim, kimliğim, geleceğim, herşeyim senin olsun, her şeye sen karar ver. Yeter ki beni dışlama!"
Kölelik hukukuna tabi olanlar, yaklaşım ve eylemleriyle bu muamelenin kendilerine reva görülmesine zemin hazırlayanlar çeşitli süslü sözlerle konumlarını daha sevimli göstermeye çalışsalar da sonuç değişmiyor. Nasıl RP'nin "biz bütün Türkiye'yi kucaklıyoruz, 65 milyonun saadeti için çalışıyoruz" şeklindeki açıklamaları egemenler nezdinde sadece canını kurtarma manevraları olarak algılanıyor ve boyun eğdirme hazzıyla ele alınıyorsa F. Gülen'in son zamanlarda hız verdiği "ulusal uzlaşma" teklifleri de sadece egemenlerin haklılıklarının ve daha önemlisi güçlülüklerinin bir kanıtı olarak değerlendiriliyor. Cümle alem biliyor ki uzlaşma denilen şeyin mevcut konjonktürde tek bir anlamı var: Egemenlerin dayattığı ideolojik ve siyasi kalıba uyum.
Laik dikta herkesin, her şeyin kendisine, ideolojisine, kurumlarına tabi olmasını dayatıyor, tam biat istiyor. Geleneksel yaklaşım sahiplerinin bugüne kadar sürdürdükleri idare etme politikası, hem Tanrı'ya hem Sezar'a kulluk mantığı artık geçerli değil. Darbeci oligarşi Sezar'a mutlak itaati emrediyor. Bu noktada tercihlerin, yönelişlerin, pratiklerin yeniden gözden geçirilmesi bir zorunluluk olarak kendini hissettiriyor. Müslümanım diyenlerin, tevhid dinine tabi olduğunu iddia edenlerin şirk düzeninin dayatmaları karşısında tutarlı tercihler geliştirmeleri gerekiyor. Dayatmalar karşısında sadece iki yol var: Ya kimliğimize sahip çıkacağız, direneceğiz ve kendimiz olacağız. Ya da zorlukları göze almaktansa boyun eğip, köleleşeceğiz.
Kimliksizlik ve teslimiyetçiliği seçenlerin geldikleri yerler malum. Onları MGK ya da YAŞ toplantılarında alınlarında birikmiş boncuk boncuk terleri silmeye çalışırken ya da laik dikta yöneticilerine verdikleri hoşgörü ödüllerinden sonra sahnede hep bir ağızdan "Türkiyem, Türkiyem" diye şarkı söylerken sundukları acınılası yüz hatlarıyla görebiliyoruz. Köleliği ve zilleti kabullenenlerin ulaşabilecekleri nokta burası. Direnenlerin varacakları yeri ise Rabbimizin vaadlerinden öğreniyoruz...
- Ramazan Sıcaklığında Tanıklığın İnşâsını Oluşturmak
- Uzlaşma Teorileri: Köleliğe Kılıf Arayışları
- "Hukuk" Zulmün Kılıfı Olmamalıdır
- 1997 Darbe Yılı Panoraması
- Ümitler Bir Başka Bahara Kaldı
- MGK'da Susurluk Niçin Suskunluğa Dönüşüyor?
- Devam Eden Başörtüsü Zulmü Direnişe Zemin Hazırlıyor
- Kürt Mültecileri Gemiye Bindiren Kim?
- "Bizatihi Devlet”in Öğrettikleri
- Susurlukta Gelinen Nokta
- Türkiye-AB İlişkileri Ya da Türk Dış Politikasının Sefaleti
- İslam Konferansı Zirvesi’nde ABD'ye Tepki
- Sistemin Onurlu(!) Dış Politikası AB’ye Rest, İsrail'e Açık Çek
- Filistin Üniversitelerinde İslami Hareketin Yükselişi
- İntifada’nın 11. Yılında Üniversitelerde İntifada Çoşkusu
- Zikr’in Anlamı
- Kimlerin Ameli Boşa Çıkar?
- Ramazan Ayı ile Özgürleşebilmek
- Uygun Ortam Arayışı ve Hicretin Mantığı -2
- RTÜK'ten Kartel Konseyi'ne...
- Hakiki Demokratlar ve Demokrasi Düşmanları
- Dönüştürme Bilinci ve İslami Hareket
- Yargıda Keyfilik ve Sivas'a İdam
- Mahkemeler
- Ey Özgürlük