1. YAZARLAR

  2. Zuhal Kaya Özyurt

  3. Türkiye'de STÖ'lerin İmkanları ve Sınırları

Zuhal Kaya Özyurt

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye'de STÖ'lerin İmkanları ve Sınırları

Ocak 2003A+A-

Özgür-Der'in düzenlemiş olduğu 'Küresel Sistem ve Kavramları' başlıklı seminerler dizisinin sonuncusunu 15 Aralık 2002 tarihinde Türkiye'de 'STÖ'lerin İmkanları ve Sınırları' başlığıyla Rıdvan Kaya sundu.

Genel manada, STÖ'lerin (sivil toplum örgütleri) veya STK'ların (sivil toplum kuruluşları) devletin dışında ve ondan bağımsız olan ya da olması gereken inisiyatifler, organizasyonlar olarak tanımlandığını belirterek konuşmasına başlayan Kaya; örgütlenme aşamasından, kendisine yüklenmek istenen beklentilere, işlevlere kadar Türkiye'de mevcut STK pratiğinin bu tanıma ne ölçüde uygun olduğunun, denk düştüğünün tartışılması gerektiğini belirtti.

Kavramın köken itibariyle Batı kökenli bir kavram olduğunu ve batıda sivil toplumun genelde devlet dışındaki alanda bireylerin doğrudan siyasal talepler yerine; özel ya da grup çıkarlarını, hedeflerini gerçekleştirmek için oluşturulan devlet dışı organizasyonlar olarak kullanıldığına değinen Kaya, özellikle sol kesim tarafından sivil toplum anlayışının siyasi talepleri geri plana iten, daha ziyade modernleştirici, kapitalist, liberal piyasa şartlarını karşılamaya yönelik, bir anlamda siyasallığın yerine ikame edilmiş bir çerçeve olarak sunulduğunu ve eleştirildiğini aktardı.

Sivil toplumun batıda özellikle sol çevrelerde bu tarz eleştirel kullanımına rağmen, Üçüncü Dünya'da ve bilhassa da Orta Doğu'da sivil toplum kavramına ve bundan neşet eden STK'lara alabildiğine olumlu anlamlar yüklendiğine dikkat çeken Kaya, üçüncü dünyada sivil toplum kavramının otoriter siyasi yapıların dışında, kişilerin, grupların ya da sosyal-siyasal hareketlerin kendilerini daha rahat ifade edebildikleri, örgütlenebildikleri ve birtakım taleplerini nisbeten özgürce dile getirebildikleri bir alan olarak olumlanan, kabullenilen bir kavram olduğunu ifade etti. Kaya, bu duruma örnek olarak Mısır'da meslek odaları için yapılan seçimlerin Parlamento seçimlerinden daha çok ilgi görmesini, daha yoğun rekabete yol açmasını; İran'da sivil toplum kavramının kok anlamından çok daha farklı bir bağlamda, özgür toplum ya da toplumun özgürleşmesi anlamı ile kullanılmasını gösterdi.

Türkiye'de de çok farklı ideolojik ve siyasi yaklaşım sahipleri arasında bile STK'lara olumlu anlamlar yüklendiğini, STK'ların neredeyse her kesim tarafından idealize edilen örgütlenmeler olarak algılandığını ifade eden Kaya, bunun nedeni olarak da; kavramın kök itibariyle temsil ettiğinden bağımsız olarak yakın tarihte yaşanılan siyasi pratiklerin ve uzun köklü ve zorba devlet geleneğinin bunda belirleyici olduğunu, özellikle de darbe sonrası dönemlerde STK'ların daha da olumlandığını, kabullenildiğini dile getirdi. Türkiye'de sivil toplum anlayışının ve STK'ların gelişiminde darbelerin ve siyasi yapının önemi yanında, uluslararası kamuoyunda sivil toplum anlayışının ve STK'ların öne çıkarılmasının da etkisi olduğundan bahseden Kaya; özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dönemde bu alanda çok yoğun yönlendirmeler hatta kimi zaman açıkça dayatmaların söz konusu olduğunu; 1980'li yıllarda Doğu Bloğu'nun çözülmesiyle beraber bu sürecin daha bir ivme kazandığını ve 199O'lı yıllarda BM, AGİT ve benzeri kurumlar eliyle de üçüncü dünyada STK'ların özendirildiğini ve sivil toplum anlayışının desteklendiğine değindi.

Konuşmasının devamında Türkiye'deki mevcut siyasi yapının değişimine bağlı olarak STK'ların önünün açıldığını, engellendiğini ya da değişik biçimler aldığını, aslında devletin kendisi dışında herhangi bir örgütlenmeye hiçbir zaman sıcak bakmadığını, eğer bunlar muhalif iseler hatta tümüyle imhaya yöneldiğini söyledi. Resmi ideolojinin ve onu uygulamaya çalışan kurumların, kuruluşların toplumu belli bir noktaya yönlendirmeye çalıştıklarına değinen Kaya, bunun için de kendi sahip oldukları örgütleri kullandıklarını ve bunun dışında oluşacak örgütlere müsamaha göstermediklerini, kabullenmediklerini ifade etti. Sistemin STK'lara iki yönlü baktığını belirten Kaya, öncelikle sistemin bir oluşum kendisi dışında gelişiyorsa onu engellemeye çalıştığını ya da kendi meşruiyetini sağlamlaştırmak için bizzat kendisinin kurdurduğunu veya mevcut kuruluşları ele geçirmeye çalıştığını söyleyen Kaya, konuşmasını devletin tutumuna ilişkin geçmiş örneklerle sürdürdü.

Devletin STK'lara karşı yaklaşımının köklerini 1930'lu yıllarda Türk Ocakları, Türk Kadınlar Birliği, Halk Evleri gibi kuruluşlara karşı tutumunda görmenin mümkün olduğunu söyleyen Kaya tek parti diktasının bu tarz kuruluşlara ilişkin tavrının bazen doğrudan kurdurtma, bazen yönlendirme, ama eğer denetimden çıkma eğilimi öne çıkıyorsa tümüyle yasaklama şeklinde görüldüğünü belirtti. Buna örnek olarak da 1931'de CHF yönetiminin aldığı bir kararla Türk Ocakları'nın kapatılmasına karar vermesini; ya da Türk Kadınlar Birliği'nin "Bize tüm haklarımız verildi, artık fonksiyonumuz kalmadı" türünden bir izahatla kendini fesh etmeye mecbur bırakılmasını ve yeni ideolojiyi halka yaygınlaştırmak amacıyla 1932'de Halkevleri'nin kurulmasına değind.

1970'li yıllarda toplumsal hareketliliğin artmasına paralel olarak STK benzeri örgütlenmelerin özerk nitelik kazandığını fakat bu durumun 1980 darbesi ile kesintiye uğratıldığını söyleyen Kaya, sistemin 28 Şubat'ta ise STK'ları resmi ideolojinin doğrudan savunucusu, koruyucusu konumuna büründürmeye çalıştığını ve bunda da epeyce mesafe aldığını dile getirdi.

Türkiye'de STK'ları bekleyen en temel tehlikeyi kimliksizlik ya da devletin baskıları karşısında kimliklerinin içinin boşalması şeklinde ifade eden Kaya İslami kesimdeki STK pratiği üzerinde de durdu. İslami kesimin STK pratiğinin çok uzun bir geçmişi olmadığına değinen Kaya, 28 Şubat darbesiyle bütün kesimler üzerinde ama özellikle de İslami kesim üzerinde yaygın bir baskı oluşturulduğunu, buna karşın İslami kesimde yer alan STK'larının tepkisinin ise çok cılız kaldığını, süreç içinde bir çoğunun tasfiye edildiğini, -çok geniş tabana sahip olanlar da dahil olmak üzere- bir kısmının ise varlıkları ile yoklukları arasında kayda değer bir fark kalmaz hale geldiklerini söyledi. Bunda devletçi, sağcı geleneğin ve devletle çatışma ya da ters düşme yerine geri çekilip, fırtınanın dinmesini bekleme tavrının yaygın olmasının etkili olduğunu dile getirdi.

Son bölümde STK pratiğinin zayıf kalmasında devletten kaynaklanan baskılar dışında dahili faktörlere de değinen Kaya, örgütlenmelerin genelde dar örgütlenmeler olarak kalmasının süreç içinde marjinalleşmeye yol açtığından; taban insiyatifinin öne çıkmasının pek görülmediğinden söz etti. Bunda da gerek mevcut kuruluşların sadece belirlenmiş, yetkili kurul ya da şahıslara dayalı olmasının ve geniş çaplı bir katılıma açık olmamalarının, gerekse de tabanda katılım yönünde pek bir istek bulunmayışının etkili olduğunu söyledi.

Kaya'nın ardından seminere müzakereci olarak katılan Burhan Kavuncu söz aldı. Kavuncu, STK kavramını bundan 20-30 yıl önce kimsenin bilmediğini, kullanmadığını o zamanlar Demokratik Kitle Örgütleri kavramının kullanıldığını, bu kavramın daha canlı ve fonksiyonel bir kavram olduğunu, diğer taraftan Kaya'nın konuşmasında örnek verdiği tek partili dönemin Türk Ocakları, Halkevleri gibi kuruluşların STK sayılamayacaklarını; sivil toplumun ilk olarak Hegel'de kullanıldığını ancak bunların devlet dışı topluluğu tanımlamak anlamında burjuvayı ifade etmek için sivil toplum kavramını kullandıklarını söyledi. Gramschi'nin de sivil toplumu, devletin oluşum safhasında devletin dışında ideolojik mücadelelerin devam ettiği kesim olarak adlandırdığına dikkat çekti. Türkiye'de göstermelik de olsa sivil toplumu güçlendirme çabasının söz konusu olduğunu ifade eden Kavuncu, 1980 öncesinde demokratik kitle örgütlerinin oldukça etkili olduğunu, mesleki ve sınıfsal örgütlenmelerin baz alınmasıyla sivil toplumun var olabildiğini, 1980 sonrasında Türkiye'de sivil toplumun kendisini ifade etmesinin ve örgütlenmesinin önündeki her türlü imkanın kaldırıldığını söyledi. Daha sonra Kavuncu, 1980 sonrası büyük sınıfsal örgütlerin durumuna değindi ve bunlardan Türk-İş ve DİSK'in 28 Şubat'taki 5 sivil darbeci örgütten ikisini teşkil ettiğini, en büyük kitle örgütleri arasında sayılan TOBB ve Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu'nun ise gerek içeride gerekse de dışarıda devletin yedek gücü konumunda bulunduğunu, dolayısıyla sivil toplum kuruluşu olma nitelikleri bulunamayacağını dile getirdi.

İkinci müzakereci olarak söz alan Hüsnü Tuna, sivil toplumu genel olarak bireyci, ekonomik serbestliğe dayanan, kültürel ve dini özgürlüğün gerçekleştiği ve gönüllü örgütlenmelerle siyaset alanını etkileyebilen toplum olarak tanımladı. Sivil toplumun varlığından söz edebilmek için STK'nın devlet vesayeti' altında olmaması gerektiğini, İslam toplumunda sivil toplum anlayışının gelişmediğini, Türkiye'de STK'ların yapılanmasını üç aşamada değerlendirmek gerektiğini söyledi. Bu üç aşamanın ilki olarak 1923-1950 arasında baskıcı yönetimlerden dolayı STK'ların varlığından bahsedilemeyeceğini, 1950-1980 arası siyasi iktidarın özgürlüklere dönük çabalarının STK'ların gelişmesine etki ettiğini, son on yılda da yapılan askeri darbelerle STK'ların gelişmesinin önlendiğini, 1997'den sonra ise vakıf, dernek gibi kuruluşlar için MİT teşkilatından rapor istendiğini belirtti. Tuna, konuşmasının devamında STK'ların problemlerinden, bu problemleri aşmak için örgütlenmede gösterilmesi gereken hassasiyet; gönüllülerle ilişkilerin nasıl geliştirilmesi; maddi kaynaklarının temininde yabancı ülke ya da kuruluşlarla mesafeli olunmasının elzem oluşu; STK'lar arasındaki işbirliği yeteneğinin geliştirilmesi ve STK'ların ilmi araştırma üslubuyla çalışmalar yapması gerektiği gibi konular üzerinde durarak konuşmasını tamamladı.

Son müzakereci olan Cevat Özkaya, sivil, medeni, sivilizasyon, medeniyet gibi kavramlar üzerinde durarak sivil toplumu kavramsallaştırma sürecinin Hegel'den itibaren gelen bir süreç olduğunu ama bugünkü anlamıyla kavramsallaşmasının Gramschi'ye ait olduğunu söyledi. Sivil toplumun devletin dışında devlet tarafından planlanıp kurulmamış, devlet denetiminde olmayan toplum kesimi olduğunu ancak devletin denetimi altında olmamanın hukuk dışında olma anlamına da gelmeyeceğini belirtti. Özkaya, STK'larda gönüllülük üzerinde bir örgütlenmenin esas olduğunu, devlet yardımı olmadan ekonomik hayatiyetini devam ettirmenin şart olduğunu, gönüllü kuruluşların özü itibariyle bir takım yazılı, prosedürel kurallar dizisinin değil de ahlaki kuralların egemen olduğu kuruluşlar olma niteliğinin ağır basması gerektiği hususunu vurguladı. Sivil toplumun, devletin toplum üzerindeki baskısını ve tahakkümünü azaltması, onun kapsadığı alanı imkanları dahilinde olan en aza indiren bir faaliyet ortaya koymayı hedeflemesi gerektiğine vurgu yaptı.

Seminer Rıdvan Kaya'nın müzakerecilerin dile getirdiği bazı konulara ilişkin açıklamalarından sonra, 2003 yılında da müzakereli seminerlere devam edileceği duyurusu ile sona erdi.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR