Tüketimde Denge -İstihlakta İktisat İmkanı-
Giriş
Tüketim olgusu zihnî inşada göz ardı edilmeyecek ehemmiyeti haiz bir konudur. Tüketimin, amaçsızca ve salt tüketmek şeklinde yaşanılır olması bireysel ve toplumsal yaşamda önemli tahribatlara sebep olmaktadır. Konu iki problematik zeminde değerlendirilebilir. Bunlardan birincisi, tüketimin üzerine oturduğu bilinç sorunu, bir diğeri ise nesnel tüketmenin ötesinde asıl zâyi edilenin bilgi olduğudur. Bu zeminde tüketimi bilincin denetimine almak, şuurla anlamlandırmak zorunluluğu vardır. Tüketim, bilinçli bir olguya dayanmaktadır ve salt eşyanın tüketiminden ibaret bir eylem değildir. Dolayısıyla 'tüketim özelinde bilinç sorunu', 'tüketim ve bilgi', 'tüketim ve ahlâk', 'tüketim-kültür ilişkisi' ve 'teknoloji prototipinde tüketim olgusu' konunun önemli ayaklarıdır. Bilgi bilincinin oluşmadığı, bilginin hoyratça tüketildiği zeminlerde tüketimde muvazene olmayacağı; dolayısıyla nesnel öğe veya lokal zeminden ibaret olmayan tüketimin bir bilinç, algı, idrak hatta kimlik sorunuyla ilgili olduğu kanaâtindeyiz.1
Bu yazımızda 'istihlâkta iktisât' imkanını tartışacağız.
İstihlâk (tüketim), insan yaşamının zorunlu eylemidir. Sorun, bu olgunun dengeli yaşanmasındadır. Keza dengesiz tüketimin yaptığı tahribatı görebilmek için insan ilişkilerinin toplamına bakmak gerekir. Tüketim toplumunda insanın, "tüketici" kimliğinin, kişi/birey olmasının önüne alınması; insanın kıymetsizleştirilmesi yanında, ihtiyaç-sonuç açısından da bir ironi olarak karşımızda durmaktadır.
İstihlâkın karşısına şâyet İstihsâl (üretim) oturtulacaksa içi iktisât ile doldurulmalıdır. Aksi taktirde tüketim olgusu gibi amaçsız üretim de modernitenin insan yaşamında yapmış olduğu tahribatın uygun aracı, zemini olmaya devam edecektir. Zira hayatın her cephesinde dengenin sağlanma zarureti vardır. Bunun için istihlâkta iktisât bir anlamda, insanın eşyalaşmaya karşı direnişidir diyoruz.
Dengeli Tavır: İktisât
İktisât, maişette ve işte istikâmet üzere olmak, itidal ile hareket etmek, orta yolu tutmak, aşırılığa kaçmamak, dengeli harcamada bulunmak, adil olmak, adâleti sağlamaktır.2 Aynı zamanda iktisât, pozitif düşünme, bunu mümkün kılacak bilinç inşa etme imkânıdır. Yine iktisât, fazla veya noksan sarfiyattan kaçınma, ömrünü ve vaktini itidal üzere devam ettirme olgusudur. Farklı bir tanımlama ile iktisât, yolun doğruluğudur. İfrat ve tefritten uzak oluş, israf ile cimrilik arasında cömertliktir. Saldırganlık ile korkaklık arasında şecaâttir ki, bunlar da övülmüştür.3 Bu durum, insanın kendisiyle, çevresiyle, eşyayla ve dahası yaratanıyla barışık ve uyum içerisinde olmasını ifade eden denge halidir.
İktisât, günlük konuşmada daha çok ekonomi yapmak, tasarrufta bulunmak anlamıyla kullanılsa da Kur'an ıstılahında, 'sahip olunanları, itidal üzere kullanmak, vasat olmak' vurgusu ile ön plana çıkmaktadır. Nitekim iktisât, harcamadan kaçınmak değildir, dengeli kullanmaktır. Tüketim toplumunda istihlâk, helâk edercesine tüketme eylemi olarak yaşanmaktadır. Bu durum, insanın anlamsızlaşması, değerlerin zayi edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Oysa iktisât, dağınıklığı düzenleyen ve harcamayı itidal ile bilincin denetimine alma rolü üstlenen bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Bireysel ve toplumsal alanda uyum denge ile sağlanabilir. Bundan uzaklaştıkça psikolojisi bozulmuş; tatminsiz ve amaçsız bireyler ortaya çıkar. Böylesi insan tipi adeta modern tüketim toplumunun zorunlu ürünüdür.
İktisât bilincinden yoksun bir üretim ameliyesi de değerleri tüketen bir olgudur. Bu sebeple, iktisât bilinciyle yapılan üretim ancak dengeli bir üretimdir. Bu tür bir üretim olgusu, salâh ve infâkı da içine alır. Aksi taktirde insanın her şeyi maddî açıdan değerlendirmesinin önüne geçilemez. Saçıp savurmanın yerine infâkın, israfın yerine de iktisâdın oturtulması halinde insan yaşamını anlamsızlaştıran bozulmanın önüne geçilebilir. Aslında "İstihlâkta İktisât" derken, bireysel ve toplumsal hayata dönük fıtrata uygun bir yaşam arayışından bahsediyoruz. Bunu ancak yakinî bir ahiret inancı zemininde bulabiliriz. Zira bencillikten paylaşma duygusuna, hârislikten karşılıksız yardımlaşma düşüncesine ancak uhrevî ceza ve mükafat inancıyla ulaşılabilir. Bu ise insana dair her zeminde itidal üzere bulunmak ve davranışları ahiret inancına uygun dizayn etmek ile mümkündür.
"Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisâtlı, mutedil) bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür!"4
"Sonra Kitab'ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan (insanlardan) kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır (iktisad edicidir), kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur."5
Burada iktisâdın, inançta itidal, amelde dengeli tavır6 olarak kullanıldığını görüyoruz. Denge, insanın ruhunu, bedenini, malını hor kullanmama tavrıdır. Zira insan, ilâhî muradı yakalama hedefli; evren, çevre, ruh yapısı içinde uyumlu olursa netliğe kavuşur ve denge oluşur. Denge hali, iyinin, doğrunun ortaya çıkmasında bir mizandır aynı zamanda.
"Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dini tamamen Allah'a has kılarak (ihlâsla) O'na yalvarırlar. Allah onları karaya çıkararak kurtardığı vakit içlerinden bir kısmı orta yolu tutar(muktesit). Zaten bizim âyetlerimizi, ancak nankör hâinler bilerek inkâr eder."7
"Yürüyüşünde tabiî (muktesit) ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir."8
Muktesit, vaktini boşa geçirmeyen, malını ve ömrünü heba etmeyen, lüzumsuz masrafta bulunmayan, orta yolu tutan, mutedil, aşırılığa kaçmayan, ileri geri gitmeyen ve ılımlı olandır. Bu her hususta itidal üzere bulunan insan anlamına gelmektedir. Aynı zamanda muktesit, adâleti yerine getiren, adâletle davranan,9 adâletle hakkaniyeti gözeten, her hak sahibine haktan hissesini veren, aşırılıktan ve zulmetmekten de sakınandır.10 Nitekim muktesit sahip olduklarıyla tatmin olan, yaşam kalitesini başkalarının hakkı üzerinden yükseltmeye çalışmayan insandır. Tatmin, büyük ölçüde amacın belirlenmesi ile sağlanabilir. İslâm, insanlara yaratılış gerekçesine sadık kalma amacını kazandırır. Uhrevî hesap kaygısı ile ön plana çıkan bu amaç (kulluk), bencil ve narsist yaklaşımların oluşmasını engeller.
Mizan, Adl ve Kıst
Mizan, adl ve kıst kavramları, Kur'an ıstılahında, kainatın ve yeryüzünün düzenini ifade etmek için kullanılır.11 Zira Allah, kainatta her şeyi bir denge üzere yaratmıştır.
"Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu."12
Mizan (ve-ze-ne), bütün eşya arasındaki ve topyekün kâinattaki 'genel denge' kanununu ifade eder. Ölçü, daima bir denkleştirmeyi ifade ettiğinden adâlete ve adâletin ölçüsü olan Şeriat'e de mizan denilir. Mizan, bir şeyin kadrini bilmedir ve adâletle ölçülendir.13 "Kitab'ı ve mizanı hak olarak indiren Allah'tır. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır!"14 âyetinde ifade olunan mizan insanın hayatında davranışlarını ve düşüncelerini uyarlaması gerekli terazidir. Mizanın iki kefesinin denk olması adl hâlidir.15 Yine mizan, hukuk ve hak konusunda adâletli davranmak/hükmetmek demektir.16 Bu sebeple mizan, denge kanunu; eşyanın tartıldığı adâlet olduğu gibi akılda ve nakilde hakkın hükmü ortaya çıkıp cezaların verildiği amellerin de kendisiyle tartıldığı kanundur.17 Nitekim adâlete ve adâletin ölçüsü olan şeraite de bu anlamda mizan denilmiştir. Mizan, eşyayı ve bir takım arazları ölçmek için kullanıldığı gibi; hukuk, iyilik ve kötülüğü ölçmek için de kullanılır.18 Bütün bunların amacı dengeyi sağlamaktır.
Adl (a-da-le), eşitlik anlamına gelir. Basiret ile idrak edilen hususlar ve duyusal eşitlik için de kullanılır. O aynı zamanda aşırılıkla nitelenemeyen her iş ve oluştur.19 Yine adl, denklik, dengeli davranma, doğruluk ve hakkaniyet demektir.20 Adâlet, istikâmet üzere bulunmak, ileri ve geri sapmalardan uzak olmaktır. Adl denkliği, basiretle ve duyularla idrak olunanı ifade eder. Allah, insanı adl yani tam bir denge üzere yaratmıştır.21 İşte imtihan da buradadır: Allah insanı nasıl adl üzere yarattıysa, insanın da adl üzere davranmasını yani her zaman koyduğu mizana uygun hareket etmesini, insanlar arasında adâletle hükmetmesini ister.22 Allah'ın insana "bir uyum bir itidal vermesi" göz, kulak, el, ayak gibi çift uzuvların denkliğinden, uzuvların düzene konulmasına kadar hep adli göstermektedir. Bu denge ile insanı akıl, fikir ve kudreti kabul etmeye yetenekli yaratmış ve bu şekilde canlı ve bitkilere hâkim kılmıştır.23 İşte bunlar Allah'ın adâletinin tezâhürleridir. Dolayısıyla Allah, insandan da bu adâlete uygun olarak adil olmasını bekler. İnsanın adil olması, O'nun (c) emri doğrultusunda yaşamasıdır. Zira "Göklerin ve yerin varlığını sürdürmesi adâletledir." Adâlet kitaba uymakla gerçekleştirilebilirken, Kitab'ın uyum ölçüsü ise mizandır. Buna da ancak tevhid ile ulaşılabilir. Kur'an'da İslâm toplumunun niteliği olarak verilen 'vasat ümmet' (bk. Bakara, 2/143) tabirindeki "vasat" kelimesi müfessirlerce hep "adâlet"le tefsir edilmiştir. Böylece adâlet ve itidal, etimolojik bakımdan olduğu gibi kavram olarak da aynileşmiş olmaktadırlar.24
Diğer bir kavram olan kıst (ka-se-ta) ise adâletle paylaşmak, adâletle ölçmektir.25 İnsaf, merhamet ve adâletle verilen veya alınan, bölüştürülen nasiptir. Burada nasip, mizanda adâlet ile bölüştürülür. Kıstta da gerek mizan ve gerek adlde olduğu gibi 'vasat' olma, orta yolda gitme, her türlü aşırılıktan sakınma söz konusudur. Nitekim "iktisât" kelimesi de kıst'tan gelir ki bu 'adâlet ve hakkaniyetle davranmak, hiçbir aşırı yöne meyletmeden ortadan, dosdoğru yürümek' demektir. 'Aşırılığa kaçmamak, doğru davranmak, her haklıya hakkını ve haktan nasibini vermek' anlamında kullanılan fiilin (eksata), ism-i faili muksittir. Muksitler Kur'an'da her zaman övülür.26 Keza kıstta istikâmet üzere, adil bir ölçü ile muamele vardır.27
"Eğer mü'minlerden iki bölük vuruşurlarsa aralarını ıslah edin; eğer biri diğerine karşı bağyedecek olursa, Allah'ın emrine dönene kadar bağyedenle savaşın ve eğer dönerse aralarını adlle bulun ve iksat edin(her hak sahibine haktan nasibini verin, insaflı davranın, aşırılığa kaçmayın); muhakkak Allah muksitleri sever."28 Aynı fiilden gelen 'Kıstas' kelimesi ise dosdoğru ölçü, insaflı ve adâletli ölçü, mizan' anlamındadır.29
"Ölçtüğünüz zaman tastamam/dosdoğru (kıstasla) ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir."30 Dikkat edilecek olursa mizan, adl ve kıst kavramlarından da anlaşılacağı üzere Kur'an'ın esas hedefi akidede iktisâtı sağlamaktır. Neticede hedef, denge halidir ve bu yaşama dair her alanda kendisini gösterir. Keza alemlerde var olan denge, insanda da itikatta, amelde ve muamelatta temeyyüz eder.
Dengeyi Sabote Eden Eylem: İsraf
İsraf (se-ri-fe), iktisâtın karşıtıdır. İsraf, aşırı gitmektir.31 Kur'an dilinde 'israf', 'vasat' oluşu aşan, sınır tanımayan eylemlerden biri olarak kullanılmıştır. Zira israf, her eylemde sınırı aşmak, aşırı davranmak, nicelik ve nitelik açısından vasat olanı geçmektir.32
"Allah israf edenleri sevmez."33 "Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun."34
Psikolojisi bozulmamış bir insanın dengeli tüketimden haz alması pekâlâ mümkündür. Sahip olunanları helâl dairede harcamak ve ihtiyaçlarla orantılı kullanmak mutluluğu karşılar mahiyettedir. Ölçü tanımamak, vasat oluşu aşan ve sınır tanımayan bir eylemdir. Bu sapma küfre kadar varabilir. Bu bakımdan israf'ın Kur'an'da müşrikler ve kafirlerin tabiî nitelikleri olarak kullanıldığını görmek de mümkündür.35
"Doğrusu siz israfçı (aşırı giden/taşkınlık eden) bir kavimsiniz."36 "Ey aşırı gitmiş (esrefu) olan kullarım!"37 "İsraf edenler (ölçüyü taşıranlar/aşırı gidenler/haddi aşanlar) cehennem/ateş halkıdırlar."38. "Saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür."39
"O, 'Ben yığın yığın mal telef ettim (harcadım, tükettim)' diyor."40. Telef, servetle şımaran insanın tüketimidir. Burada, değerleri kendi eliyle yok etmeğe kalkışan insanın garabeti vardır. Farklı bir ifadeyle telef, helâk edercesine tüketme ameliyesidir. Bu olguyu negatif tescillerken, kuşkusuz malın gerekli olan harcamadan kısarak artırılması; daha fazla çoğaltılması da aynı olumsuzluğu içerir. Yapılması gereken harcamayı itidal üzere yapmak ve infak ile tüketimi adeta tezyin etmektir.
Telefin zıddı ise inşâdır, i'mârdır. Bu, yapıcı, üretici, bayındır kılıcı dinamik bir duruştur. Zira böyle olmayınca, nesnel olarak istihsâl dahi üretim değil, belki tüketim kültürünün kendisi için oluşturduğu yeni normdur. Bu yeni norm, telef edici, kemirici bir karakter taşımaktadır. Burada fail, ürettiği sanısı içinde olabilir. Oysa o, yoğun bir helâk ediş ile iç içe bulunmaktadır. Bu noktadan sonra o, kendini homo-ekonomicus olarak konumlandırmıştır. Bu konumlanma sonrasında her şeye değerlerden yoksun olarak faydacı (pragmatist) açıdan bakar. Burada, tüketimde olduğu gibi üretimde de ben merkezli, narsist, amaçsızca savrulma vardır. Bu da tüketen insanı, matematiksel bakışa mahkum etmedir. Ancak burada metafizik dokunuşlarda bulunurken, modern toplumun problemini gelenek (tradition) gözüyle değerlendirmek amacında değiliz. Zira gelenekçi bir bakışın da yeni bir savrulmaya maruz bırakacağı kanaâtindeyiz.
"De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?"41, "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri(siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. Allah'ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun"42
Bu âyetlerden de anlıyoruz ki "bir lokma bir hırka" mistisizmi iktisât değildir. Dahası "bir lokma bir hırka" duruşu İslâmî olmadığı gibi onunla aklın dumura uğratılması; uçları açık heva ve hevesin ilâh edinilmesi tehlikesi de vardır. Zira İslâm anlayışı, ahiret için dünyadan, dünya hayatı için de ahiretten uzaklaşmayı yani parçacı bir mantığı kabul etmez. Uyum ve denge hali, dünya ve ahireti tezat değil insicam ve itidal olarak resmeder. Zaten iman, sınırları belli bir teslimiyettir. Bu teslimiyet içinde iktisat dengedir. Bu durumda ferdi hürriyet toplumsal gerekliliklerle çatışan değil bilakis örtüşen bir seyir izler. Bu nizamda, bireyin hakkını bloke eden toplumsal olgu, toplumsal dokuyu sabote eden bireysel çıkışlar yoktur. Zira İslâm her alanda muvâzeneyi telkin eder. Yani yaratıştaki dengenin sosyal hayatta da karşılık bulmasını önerir.
İslâm kazanmayı helâl ve meşru yollardan olma şartına bağladığı gibi harcamanın da helâl ve meşru yollardan yapılmasını öngörür. Dinin gereklerine rağmen yani nehyedilmiş harcama olmaz. Keza eşyayı, zamanı, bilgiyi, dahası hayata dair her şeyi hoyratça ve hesapsızca tüketmekten kaçınmak bir zorunluluktur. Bu anlamda iktisât yaşamın tümüne uygulanması istenen bir kriterdir. Denge bireysel duruşta gerektiği gibi ümmetin vasat, mutedil duruşu açısından da gereklidir. Hemen her ölçüsüz ve aşırı eylem için kullanılan israftan kaçınmayı müminlerin şu duası özetler: "Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki israfımızı/taşkınlığımızı bağışla."43
Harcamalarla ilgili olarak yönlendirici prensipler, zamana ve yere göre şahsî tüketim harcamalarını, ferdin gelir durumunu ve bir beldede oluşan 'örfî farklılık' diyebileceğimiz hayat standardını kuşkusuz iptal etmez. Nitekim eşyanın doğasında helâllik vardır. Helâllik fıtrî safiyetin durduğu yerdir. Hedeflenilen, bu farklılığı iptal veya fıtrî olanı terk etmek değildir. Bu farklılığı ahlâkî ve İslâmî prensipler içerisinde muhafaza etmektir. Nitekim farklılık mümkün, hatta gereklidir. Zira fıtrî olan, doğru olandır. Bu prensipler, tüketimde olduğu gibi üretimde de sınırlarımızdır. Allah'a ait sınırın aşılması haddi tecavüzdür. Bunun ötesinde kimsenin sınırlar belirleme; helâl-haram hükmü koyma hakkı da yoktur.44
İslâm, Denge Hedeflidir
Sapmalardan uzak, dengede bulunmak ancak akletmek ile mümkündür. Akletmenin kendisi bir denge halidir. Güzel aklın hedefi de dengeli inanış ve davranıştır. 'Akl', mükellefiyet için ön şarttır, keza mükellefiyet 'akletmek'le başlar. Aklın korunmasının maslahatların başında gelmesi de45 bundan olsa gerek. Kur'an, "akleden" olarak tavsif ettiği mümini zinde, dinamik, ayıklayıcı olarak tanımlar. 'Akletmek' ifadesi Kur'an'da hep olumlu ve faal bir duruş için kullanılır. Bu durum 'akl' kelime kökünün fiil şeklindeki türevleriyle yer aldığı bütün âyetlerde dikkati çeken önemli bir husustur.46
Bütün âlemleri muvazene üzere yaratan Allah, fenomenlerin üzerine oturduğu bilgiyi de çelişik değil örtüşen olarak va'z etmiştir. Allah, bütün canlıları fıtrat kodları itibariyle dengeli ve yardımlaşan bir tabiat ile yaratmış; farklılıkları takdir etmiş, didişme ve sömürü yerine yardımlaşmayı murad ederek her şeye bir denge koymuştur.
"Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık."47 Ancak insan, muktedir kılındığı noktalarda bu ölçüyü ihlâl etmiş, ekolojik dengeyi bozmaya matuf müdahalelerde ısrarlı davranmıştır. Gıda ve ilaç sektöründe kullanılan kimyasallardan, değişik alanlarda kullanılan kanserojen maddelere kadar hemen birçok alanda negatif öğeler yaşama girmiştir. Bu bağlamda fıtratı bozucu, ahlâkı dumura uğratıcı müdahaleleri de görmek mümkündür. İnsana dair her bir değer, modern tüketim toplumunda, artan bir hızla dengeden uzaklaştırıcı tehditler altındadır. Her şeyin bir nizam üzere yaratılışından ibretler alıp tefekkür etmesi gereken insan, adeta kendisini değersiz kılmak için ısrar etmektedir. Oysaki yaratılan hiçbir şey amaçsız olmadığı gibi yaratılmışların tümünden alınacak nice dersler vardır.
"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır."48
Dengeli bir yaşam için gözetilmesi gereken iktisât, sadece bireyler için değil, toplumlar için de bir zorunluluktur. İslâm bu bağlamda da kurallar getirmiştir. Yanlışların oluşmasına sebep olan amillerin ortadan kaldırılması önceliklidir. Bireyin gücünün yetmediği durumlarda müdahaleye uzanan kurallar manzumesi ise onu takip eder. İslâm, sorunların suça dönüşmemesi için tedbirler alır. İslâm'ın ekonomiye dair önerisi, ne Pazar, ne Otoriter ne de Seküler Modern Ekonomilerin önerilerini tasdik veya onlara tepki değildir.49 İslâm, ekonomik refahı, yine İslâm'ın öngördüğü kurallar doğrultusunda toplumsal ahlâk normlarını gözeterek va'z eder. Zira İslâm dünya-ahiret hayatına dair bölünme kabul etmez. Yaratanın yaratılan için uygun gördükleri; meşru, helâl ve temiz ihtiyaçlara özgü; tüketim-üretim, dağıtım ve yatırım ilişkilerini içermektedir. Bütün bunlar tüketimde itidaldir.
Dün var olan ve bugün artarak devam eden sorunların temelinde fıtratı bozucu müdahaleler yatmaktadır. Nitekim bugün dünyada açlıktan ölümlerin yaşanmasının sebebi gıda yetmezliği değildir. Bu yetmezlik, doğal kaynakların emperyal egemen diktalar tarafından gasp edilmesi ve dolayısıyla gelir dağılımındaki dengesizliktendir. Dünya hayatındaki geçimliğin farklı oluşu Allah'ın bilgisinde iken bu taksimatı zulüm ile dengesizleştirenler, "adl"den uzaklaşan müsrif, müfsit insanlardır. İslâm'ın ekonomik yaşamı düzenlerken merkeze aldığı temel kavramın adl olması da bundan olsa gerek.
"Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Onların dünya hayatındaki geçimlerini aralarında Biz taksim ettik. Bir kısmını diğerinin üstüne çıkardık ki derecelerle bazısı bazısını tutsun çalıştırsın. Rabbinin rahmeti ise onların toplayıp biriktirdiklerinden daha hayırlıdır."50
Salâh (sa-le-ha), doğru olan ameller için kullanılır. İslâm, insanı çevreleyen her bir olayı esas itibariyle salâh zemininde anlamlandırır. İlkeli ve onurlu bir yaşam, fıtrî sâdelik zemininde makes bulur. Yaşamda safiyet bozulduğu oranda belki refah olabilir ancak mutlu olunamaz. Çünkü müreffeh olmak mutlu olmak değildir. Mutluluğun sahip olunanların dengesiz sarfiyatıyla orantılı artmadığı bilinen bir gerçektir. Mümkün olan ile iktifa etmenin ise mutlulukta önemli bir kırılma noktası olduğu âşikârdır.
Bu noktada insanî zafiyeti dengeleyen önemli bir mekanizma da infaktır. İnfak malı bereketlendirir. Müslümanın yaşamı bu minval üzere şekillenir. Eli sıkı davranan, mala karşı haris olan, mal artırımında her yolu mübâh gören insan ise uhrevî hesabı unutmuş demektir. Bu sebeple sâlah ve infak; tüketimi dengeleyen ona uhrevî bir boyut kazandıran, kontrol edici kavramlar ve mekanizmalardır.
İstihlâkta İktisât Tevhidî Zorunluluktur
"Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık."51
Bu ölçü, kozmik âlemde var olduğu gibi, düşünce dünyası ve pratik eylemler için de geçerlidir. İnançta dengeyi sağlayan asıl unsur tevhid akidesidir. Kur'an vahyinin hedefi de budur.
Peygamberî mesaj, bireysel ve toplumsal yaşamda meydana gelen çelişkileri gidermeyi, dengeli bir yaşam oluşturmayı hedefler. Değişen sorunlara karşın Allah'ın âdetinin değişmemesi bir anlamda dengeye davettir. Keza vahyin hedefi, haktan her bir sapmayı tekrar aslına rücû ettirmektir. Çünkü vahiy netliktir. Bu netliği yaşamak için Kur'an bilincine ulaşmak zorunluluğumuz vardır. Kur'an bilincine ulaşmak, "lâ ilâhe illallah" hakikatine kilitlenmektir. Bu ise dengedir, inançta ve tavırda iktisâttır. Kozmik âlemdeki dengenin akidedeki adı tevhid, toplumsal zemindeki karşılığı ise vahdettir.
"İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık."52 İslâm, maddi ve manevi denge dininin adıdır. "İslâm toplum yapısının temelinde Kitap ve mizan vardır; insanlar, Kitab'a uyar ve mizan çerçevesinde davranırlarsa kıst yapmış olurlar ve ancak o zaman ayakta kalabilirler. Fakat her insan isteğiyle Kitab'a uyup, mizanın kefelerini dengede tutamaz. İşte bunun için demir de gereklidir. Demirde her ne kadar bir sertlik varsa da bu sertlik toplumda kıstı, adâleti sağlamak için kullanıldığında insanlara zarar değil, ancak yarar getirir. Bu bakımdan Kitap, Mizan ve Demir üçlü bir ilişki içinde olmak zorundadır. İslâm'da kıst bu üçlüyle sağlanır, biri olmadı mı zulüm başlar."53
Adl için denkliği, basiretle idrak olunanı ifade ettiğini söylemiştik. Adlin başı Tevhid'dir. Zira tevhid üzere olunduğu zaman adâleti gerçekleştirmek mümkün olur. Madem kainattaki mizanı belirleyen ve her şeyi bir ölçüye göre yaratıp yaşam için bir mizan koyan Allah'tır; o halde insan, tevhid üzere yaşayıp Allah'ın mizanına uyarak adlde bulunabilir. Neticede bununla bütün yaşama renk verecek bir itidal sağlanır. İşte bu denge hâli insana dair her alanda helâk edercesine tüketmekten sakındıran iktisât edici bir duruştur. Bu da yakinî bir ahiret inancıyla sağlanabilir. Keza helâk edercesine tüketmekten dengeli harcamaya yönelmek bu bilincin inşasıyla mümkündür.
İstihlâk, insan için beşeri bir zaruret iken, istihlâkta iktisât, adâletli davranmak adli hakim kılmak için iradî bir zorunluluktur.
Dipnotlar:
1- Bkz.: Ramazan Yazçiçek, "Tüketim ve Bilinç Üzerine Mülahazalar"
2- Bkz.: İbn Manzur, "İktisât mad.", Lisanu'l-Arab; Hayreddin Karaman / Bekir Topaloğlu, Yeni Kamus, s. 346; Abdullah Yücel, "İktisâd" Mad., Şamil İslam Ansiklopedisi; Hasan Hüseyin Özkazancıgil, Kur'an Kelimeleri Sözlüğü, s. 194, 208; Abdullah Yeğin, "Muktesid" Mad. Yeni Lügat; Heyet, "Muktesid" ve "İktisad" Mad. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat; Bkz.: Kur'an-ı Kerîm, 5/66; 31/32; 35/32; 16/9; 31/19.
3- Ragıb el-İsfehânî, "İktisâd mad." el-Müfredat.
* Arapça kaynaklardan yararlanırken Y. Yıl Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nden Cemalettin Erdemci'nin katkıları olmuştur.
4- Mâide, 5/66.
5- Fatır, 35/32.
6- İktisât'ın bu anlamda kullanımına verilebilecek güzel bir örnek, itikatta, denge/itidal üzere olmak konularını içeren iki kılasik esere verilen isimlerdir. Bunlar, Gazzâlî'nin (ö 505/1111), "el-İktisâd fi'l-İtikâd" ve Ebû Ca'fer et-Tûsî'nin (ö. 460/1067), "el-İktisad fîmâ yete'allaku bi'l-i'tikâd" dır.
7- Lokman, 31/32.
8- Lokman, 31/19.
9- Özkazancıgil, s. 208.
10- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, s. 201.
11- Ali Ünal, "Mizan-Kıst-Adl" Mad., Kur'an'da Temel Kavramlar.
12- Rahmân, 55/7; Bkz.: Enbiya, 21/47; A'raf, 7/8-9.
13- Ragıb el-İsfehânî, "Mizan mad." el-Müfredat.
14- Şûrâ, 42/17.
15- Ünal, "Mizan-Kıst-Adl" Mad.
16- Özkazancıgil, s. 194.
17- Yazır, 7/18.
18- Bağçeci, Muhiddin, "Mîzân" Mad. Şâmil İslâm Ansiklopedisi.
19- Ragıb el-İsfehânî, "Adl mad.", el-Müfredat.
20- Ünal, "Adl" Mad. .
21- Bkz.:İnfitâr, 82/6-8.
22- Bkz.: Nahl, 16/90; Nisa, 4/58.
23- Yazır, 9/51.
24- Çağrıcı, "Adâlet" mad.
25- Ragıb el-İsfehânî, "Kıst mad.", el-Müfredat.
26- Ünal, "Mizan-Kıst-Adl" mad.
27- Özkazancıgil, s. 108.
28- Hucurat, 49/9.
29- Ünal, "Mizan-Kıst-Adl" mad.
30- İsra, 17/35.
31- Bkz.: Kur'an-ı Kerim, 6/141; 7/31; 17/26-29; 25/67.
32- Ünal, "Sefh-Bezr-İsraf" mad.
33- En'am, 6/141.
34- İsrâ, 17/26-27,29.
35- Ünal, "Sefh-Bezr-İsraf" mad.; Bkz.: Kur'an-ı Kerim,Yûnus, 10/12; Tâ-hâ, 20/126-127; Mü'min, 40/28, 43.
36- A'raf, 7/81.
37- Zümer, 39/53.
38- Mü'min, 40/43.
39- İsrâ, 17/27.
40- Beled, 90/6.
41- A'raf, 7/32.
42- Mâide, 5/87-88.
43- Âl-i İmrân, 3/147.
44- Bkz.: Kur'an-ı Kerim, 10/59.
45- M. Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi, s. 238.
46- Bkz.: Kur'an-ı Kerim, 2/197; 10/100; 13/4,19-22; 14/52; 20/54,128; 44/58; Şakir Kocabaş, İslâm'da Bilginin Temelleri, s. 123-125; Cevdet Said, İslâmi Mücadelede Bilginin Gücü, s. 107, 234.
47- Kamer, 54/49.
48- Âl-i İmrân, 3/190.
49- Bkz.: M. A. Mannan, İslâm ve Çağdaş Ekonomik Konular; M. A. Mannan, İslâm Ekonomisi; M. Ömer Çapra, İslâm Ekonomi Sistemi; Hasan uz Zaman, İlk İslâm Devletlerinde Ekonomik Strüktür.
50- Zuhruf, 43/32.
51- Kamer, 54/49.
52- Bakara, 2/143.
53- Ünal, "Mizan-Kıst-Adl" Mad.
KAYNAKÇA
Bağçeci, Muhiddin, "Mizan" mad., Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Yay., İstanbul 1991.
Çapra, M. Ömer, İslâm Ekonomi Sistemi, Çev.: Fatih Kurtulmuş, Fikir Yay., İstanbul.
Çağrıcı, Mustafa, "Adâlet" mad., TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1988.
Ebu Zehra, Muhammed, İslâm Hukuku Metodolojisi, Çev.: Abdulkadir Şener, Fecr Yay., Ankara 1990.
Ece, K. Hüseyin, İslâm'ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları, İstanbul 2000.
Ragıb el-İsfehânî, el-Müfredat , Kahraman Yay., İstanbul, 1986.
Mannan, M. A., İslâm ve Çağdaş Ekonomik Konular, Türkçesi: Ali Zengin, Fikir Yay., İstanbul 1984.
Mannan, M. A., İslâm Ekonomisi, Türkçesi: Tevfik Ömeroğlu, Bahri Zengin, Fikir Yay., İstanbul 1980.
Hasan uz Zaman, İlk İslâm Devletlerinde Ekonomik Strüktür, Çev.: Sinan Ersoy, Akabe Yay., İstanbul 1987.
Ünal, Ali, Kur'an'da Temel Kavramlar, Beyan Yay., İstanbul 1990.
Özkazancıgil, Hasan Hüseyin, Kur'an Kelimeleri Sözlüğü, Birleşik Dağ., Ankara.
İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, Daru's-Sadır, Beyrut 1990.
Heyet, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav İstanbul 1992.
Karaman, Hayreddin/ Topaloğlu, Bekir, Yeni Kamus, Nesil Yayınları, İstanbul 1991.
Kocabaş, Şakir, İslâm'da Bilginin Temelleri, İz Yay., İstanbul 1997.
Said, Cevdet, İslâmi Mücadelede Bilginin Gücü, Çev.: Abdullah Kahraman, Pınar Yay., İstanbul 1997.
Yazçiçek, Ramazan "Tüketim ve Bilinç Üzerine Mülahazalar", Haksöz, s: 150-151, İstanbul 2003.
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, Sade.: Heyet, Azim Dağ., İstanbul.
Yeğin, Abdullah, Yeni Lügat, Yeni Asya Yay., İstanbul 1975.
Yücel, Abdullah, "İktisât" mad., Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Yayınevi, İstanbul 1991.
- Zulmü Kanıksamak Suçtur
- AB Süreci: İmkanlar ve Riskler
- ABD, Irak’ta Etnik ve Mezhebi Çatışmaları Körüklüyor
- Felluce Katliamı ve Sorumluluklarımız
- karartın kandilleri
- Yanlış Soruya Yanlış Cevap!
- İsimsiz
- Felluce Eylemleri ve Eylem Birlikteliklerinde Ölçü
- Karanfildir Toprağa Düşen Yiğitçe Savaşmışsa…
- Yaser Arafat’ın Ardından
- Avrupa’nın İslam Fobisi ve Hollanda Olayları
- Yasakçılar Zulümlerini Sürdürüyor
- Menfur Fiil, Meşhur Fail
- Devlet Tarafından Yakılan Köy Gavgas’ın Öyküsü
- Tecrit, İnsanlık Dışı Bir Cezalandırma Sistemidir!
- Yeni İnfaz Yasası Cezaevleri Sorununu Daha da Alevlendirecek!
- Eşitsizlik ve Zulmü Pekiştiren Yeni İnfaz Tasarısına Hayır Deyin!
- Devlet, Putin İçin Gözaltı Gösterisi Yaptı!
- Bush, İkinci Dönemin Düşmanını Belirledi: İran
- Mehmet Şahin ve Abdulhamit Çelik Tahliye Edildi
- Cengiz Sarıkaya Nihayet Tahliye Edildi!
- Kuşun Kanadında Kurşun
- Kudüs Gecesi: Hüzün ve Coşku
- Edebi Sanatlarla Kur’an’da Kıyamet Sahneleri
- Tüketimde Denge -İstihlakta İktisat İmkanı-