1. YAZARLAR

  2. Hülya Şekerci

  3. Tevhidi Yükümlülüğümüz Cinslere Göre Ayrıştırılamaz

Tevhidi Yükümlülüğümüz Cinslere Göre Ayrıştırılamaz

Eylül 1992A+A-

"Onlardan birine dişi (çocuğu olduğu) müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. 'şimdi ne yapsın onu, hakaretle tutsun mu yoksa onu toprağa mı gömsün!' Bak ne kötü hüküm veriyorlar." [16/58,59]

Kur'an'ın indiği toplum yukarıdaki ayette açıkça görüldüğü üzere kız çocuğunun utanç verici sayıldığı ve hor görüldüğü bir toplumdur. Bu toplumda kadına yaşam hakkının bile çok görülmesine rağmen Allah'ın vahyi, kadın-erkek ayrımı yapmaksızın bütün insanlığa inmiştir [4/1]. Bunun yanında Kur'an, kadın ya da erkek bir Müslüman için Allah ve Rasulü'nün hükmü dışındaki bir hükmü seçme haklarının olmayacağını [33/36] belirterek kadın ve erkeğin Allah karşısında sorumluluk açısından eşit olduğunu vurgulamış, yine her ikisinin amellerinin zayi edilmeyeceğini [4/124] söylemiş ve Allah katında üstün olabilmenin ancak takva ile sağlanacağını [49/13] belirtmiştir. Böylelikle İslam, insanlık değeri açısından kadın ile erkeği eşit görmesiyle Arap toplumunda, kadın hakkında zihinlerde oluşmuş tabulara darbe indirmiştir. O toplum şartlarında ticaretle ilgilenmediği halde kadının ticari konularda bile şahitliğini kabul etmiş [2/282], mirastan da pay ayırmıştır [4/7]. Allah, inananlara Firavun'un eşini ve Meryem'i örnek vermiş, onlardan övgüyle bahsetmiştir [66/11, 12]. Rasulullah döneminde bu ayetlerle hayatına yön veren Müslüman kadın, eski pasif konumundan sıyrılarak zulme başkaldıran ve gerektiğinde müminlerin emirine muhalif de olsa görüşünü ifade edebilen bir insan olarak topluma katılmıştır.

İslam'ın tebliğ edildiği ilk zamanlardan başlayarak erkekle beraber kadın da ilahi vahye muhatap olmuş, tebliği kabul etmiş, işkencelere maruz kalmış, şehit olmuş, Rasule biat etmiş, hicret etmiş kısacası Allah'ın rızası için O'nun yolunda mücadele etmiştir. Rabbimiz ise bu ortak mücadelelerinin karşılıksız bırakılmayacağını şu ayetle müjdelemiştir. "Rableri onlara karşılık verdi: 'Ben, sizden erkek-kadın, hiç bir çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkence edilenler, vuruşanlar ve öldürülenler... Elbette onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Yaptıklarına) Allah katından bir karşılık olarak (onlara bu nimetleri vereceğim). Karşılıkların en güzeli Allah katındadır." [3/195]. Nasıl ki münafık erkekler ve münafık kadınlar birlikte kötülüğü emredip, iyilikten men etmişlerdir [9/67], Müslümanlar da "İnanan erkekler ve kadınlar birbirlerinin velisidirler, iyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekatı verirler, Allah'a ve elçisine itaat ederler..." [9/71] ayetinde görüldüğü gibi tüm İslam dışı unsurlara birlikte karşı koymuşlardır.

Ancak çeşitli siyasi olayların etkisi, farklı kültürlerin İslam'a mal edilmesi ve nefsani arzuların bir araya gelmesiyle, İslam'ın temelini oluşturan kavramlar bile anlam kaymasına uğrayarak oluşan karma kültür, Allah'ın vahyi ile yer değiştirmiştir. Bu yer değiştirmenin en ağır faturalarından birisini ise, Müslüman kadın yüklenmiştir. Ve kadın konumu eski cahili bakış açıları ile yeniden sarsılma­ya başlanmıştır.

Daha ilk dönemlerde "Adem ile Havva'nın cennetten kovulmasına sebep olan yasak meyveden yemelerinin sorumlusu Havva'dır" diyen İsrailiyyat, Müslüman müfessirlerin kitaplarında da görülmeye başlanmıştır. Kadınların fizyolojik sıkıntıları Havva'nın bu davranışına bağlanmış, kadın günaha sürükleyen fitne unsuru sayılmıştır. Rasulullah'a atfedilen "Kadınları göze çarpan mevkilere oturtmayın, yazıyı da öğretmeyin. Dikiş öğretin ve Sure-i Nur'u da iyi öğretin."1 sözü arzu edilen kadın imajını gözler önüne sermektedir. Kur'an'da Bakara Suresi'ndeki 228. ayette erkeklerin kadınlar üzerinde bir dereceye sahip olmaları, yine Kur'an'da erkeklerin kadınlar için mallarını harcamaları ile [4/34] tefsir edilirken, kadının toplum içindeki statüsünü, cahiliyye dönemindeki algılama biçimleriyle açıklananların sayısı artmaya başlamıştır. Zaten tarihi süreç içinde, kadın konusunda olduğu gibi daha birçok konu da çoğunluğun Kur'an nasslarına yaklaşım biçimi, dini algılama biçimindeki ve yaşayan kültürdeki dejenerasyondan etkilenmeye başlamıştı. İşte meşhur bir müfessirin cüz'i (atomist) tefsir yönteminin sınırlılığı içinde "erkeklerin kadınlar üzerinde bir dereceye sahip olmaları" hükmünü algılama tarzı: "Yaradılışta, ahlakta, derecede, emre itaatte, harcamada, faydalı olan şeyleri yapmakta, dünya ve ahiret üstünlüğünde erkekler kadınlardan bir derece üstünlüğe sahiptir."2

Bu görüşlerde İslam'ın kadına verdiği değeri(!) anlatan kişiler, şu ifadeleri kullanabilmektedirler: "İslamiyet kadına elmas mesabesinde değer vermiştir. Nasıl ki kıymetli mücevherlerinizi sarıp sarmalar, onu kimsenin görmeyeceği yerlerde saklarsınız; Müslüman kadın da aynen bu şekilde korunmalıdır."

Bunları, İslam'ın görüşleri diye kabullenen Müslüman kadın, muttaki olma yolundaki ilk adımını kocasına mutlak itaatle atarak, itaat ruhunu geliştirmiştir. Ne yazık ki bu itaat çoğu zaman Allah ve Rasulünün razı olmadığı kişi, kurum ve sistemlere tabi oluş şeklinde tezahür etmiştir. Son dönemlerde ise, İslami hareketin tüm boyutlarıyla erkeklere has olduğunu düşünen kadın, kendini ev işlerine adamış, evinde televizyonla baş başa kalmış, komşularıyla yaptığı dedikodular tek eğlencesi olmuştur. Akletmeyen, sorgulamayan, sahih dinle bağlantılarını koparan kadın için dünyada olup bitenler önemsizdir artık. Onun da kabullenmesiyle kadını bu konuma oturttuktan sonra saçının uzunluğu ile aklı arasında ters orantı kurmak zor olmamıştır.

Asıl sorun, Kur'an'a ve Sahih Sünnet'e yönelen Müslüman kadın içindir. Çünkü o; bir yanda 13-14 asırlık yanlış uygulamaların, bir yanda da modern dünyanın dayatmaları arasında buluvermiştir kendini, İslam düşmanı kişilerin nefretleri ve aşağılamaları ile tarihi olduğu gibi kabullenen dindaşlarının ise yanlışlarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır. Müslüman kadın için küçük bir yanlışın bile büyük problemlere sebep olacağını bilmenin verdiği bir psikolojiyle nasıl tavır takınacağını belirlemek önemli bir sorun olmuştur. Buna rağmen insan olmanın yanında kendisinden örnek alacağı yaşayan pratikler olmamasının getirdiği doğal hatalar sonucunda kendisine yöneltilen oldukça hoşgörülü(!) tenkitler ancak yanlışlarının sayısını arttırmada yararlı olmuştur. Artık bu düş kırıklığından sonra ya tekrar tekrar düşünce ve davranışlarını sorgulayıp çabalarına devam edecek ya da yüreklerin ve zihinlerin değişimleri hiç açılmayacak biçimde kapalı olduğunu düşünerek kendince doğru bildiklerini hiç kimseyi hesaba katmadan yaşamaya çalışacaktır.

Genelde Müslüman, özelde ise Müslüman kadın için tarihi geleneği sorgulamadan kabul etmesi ne kadar yanlış ise, bu geçen süreci tümden göz ardı edip yaşayan tecrübeleri dik­kate almadan sıfırdan başlamaya çalışmak da o derece yanlıştır. Müslümanca yaşamak için mücadele veren kadınların tepkisel davranışları, oluşturulmaya çalışılan örneklik için dezavantajdır. Her ne kadar etkilerin nisbeti oranında tepkiler meydana geliyorsa da böyle hassas bir konuda sabır ve samimiyeti ön plana çıkarmak elzemdir. Örnek oluşturabilmenin sorumluluğunu duyan, meselelere duyarlı ve istikrarlı yaklaşan Müslümanların mantığı ise gelecek için umut vaad etmektedir. Zaten bu olgunluğu ve sabrı gösteremeyen birçok Müslüman erkek ve kadın, daha önce eleştirdiği kişilerin rolünü kendi oynar olmuş mevcut düzenin çarkları arasından ancak daha önce ya­şadığı bir kaç yılını kurtarabilmiştir.

Bu konuya Müslüman erkeklerin yaklaşımı da önem arz etmekte. Piyasadaki din anlayışını tümüyle sorgulayan bazı Müslüman erkekler, kadın söz konusu olduğunda, bu konudaki anlayışlarını gelenekle gölgeleyerek kadın imajındaki düşüncelerin değişmesini olumlu karşılamamaktadır. Evdeki işini istisna ederek bu değişmeyi kabullenenler de vardır tabii ki. Zira onlar hala elmastır. Ancak sahih din anlayışını, hayatının her safhasında uygulamaya çalışan Müslüman erkeklerden ise bu anlayışlar uzaktır.

Müslümanlar olarak şunu bilmeliyiz ki, kadının statüsünü Kur'an ve Sünnetin tanımladığı çizgiye çekme noktasındaki çabalarımız kadın ile erkeği karşı karşıya getirecek olumsuz bir rekabet ortamı yaratacak çabalar olmamalı. Müslüman doğal eşitsizlikleri reddeden bütün eşitlikçi doktrinlere karşıdır. Ancak yaratılıştan gelen farklılıkların birinin üstünlüğü diğerinin eksikliği olarak değil de toplumda uyum ve denge unsuru olduğu bilinerek, İslam'a ters düşmeyen örflerin de yardımıyla kadın-erkek arasında tüm ilişkiler boyutunda bir gelenek oluşturmak amacımız olmalı. Kadın-erkek ilişkileri boyutundaki hatalar genellikle fıtratın ciddi boyutlarda göz ardı edilmesiyle gerçekleşmektedir. Teoride matematiksel eşitliğe karşı çıkılsa da, pratikte bu eğilimler gözlemlenebilmektedir. Halbuki Allah, kadın ve erkeği birbirinden farklı olarak yaratmıştır ki birbirlerinin eksikliklerini tamamlasınlar ve aralarında denge oluştursunlar. Burada kanaatimizce en önemli nokta farklılıkların kabulünden sonra bu farklılıkların görev taksimini nasıl etkileyeceği. Bu konuda görevler arasında çok net çizgiler çizmenin imkansızlığına ve gereksizliğine rağmen araştırılıp, pratize edilmesi gereken en mühim konulardan biridir. Bu bağlamda yapılacak şey, ütopyalarla uğraşmak yerine, geçmiş deneyimlerden yararlanıp, çağımız toplumunun yapısını da göz önüne alarak yapılacak çalışmalar ve bunların hayata aktarılması olmalı. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da gündemimizi önümüze kasıtlı olarak çıkarılan konular belirlememelidir. Gündemimizi bizler belirlemeli, bizler çözümünü aramalıyız. Bu, bizi her defasında ısıtılarak önümüze getirilen sorunlarla uğraşmaktan daha çok çözüme götürecektir. Sonuç olarak, şimdiye kadar toplumun yarısını atıl olarak oluşturan kadının statüsünün değişmesi ile oluşan bilinçli Müslüman kadınlar ve bilinçli Müslüman erkekler beraberce bu sorunların üstesinden gelebileceklerdir.

Allah, göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten korktuğu emaneti yüklenerek sorumluluk sahibi olan insan için akıbetin inanan erkek ve kadınlar için olacağını müjdeliyor [33/72, 73]. "Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (gönülden Allah'a) saygılı erkekler ve (gönülden Allah'a) saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve Allah'ı çok zikreden kadınlar, (işte) Allah bunlar için bağış ve büyük bir mükafat hazırlamıştır." [33/35]. Dileğimiz Allah'tan aldığımız emanetin, sorumluluğun bilincinde olup da bağış ve büyük mükafata erişen Müslüman erkek ve Müslüman kadınlar olmamızdır.

 

Dipnotlar:

1. Ramuz el-Hadis, c. 2, s. 480.

2. İbn Kesir, Hadislerle Kur'an Tefsiri, Çağrı Yayınları, c. 3, s. 902.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR