Tarihî Dizilerin Anımsattığı Açmazlar Işığında Tarih ve Sinema - 2
“Tarih, geçen zamanların şahididir, onun gerçeklerini aydınlatır, anıları meydana çıkarır, günlük yaşamımıza yol gösterir ve eski zamanlardan bilinmeyen olayları anlatır.”
(Cicero)
Tarih ile tarihî filmler (ve dahi diziler) arasındaki ilişki her zaman girift ve tarafgir olmuştur. Pek az istisnası olmakla birlikte tarih her zaman araçtır. Bazen para kazanmanın, bazen sanatsal kaygıların, bazen ideolojinin, bazen de propagandanın aracıdır. Bu durumun en etkin sebebi ise tarihî film ve dizilerin senaryosudur.
Bir sinema eserinin en önemli unsuru, hiç kuşkusuz senaryosudur. Üretme sürecinin ilk ve en önemli adımı olmasının yanı sıra uzun planlı bir yazıdır. Senaryo yazarı, bir zaman kesitinde meydana gelen ve iç içe geçmiş birçok öykünün, karakter, diyalog, atmosfer, hareket vb. parçanın oluşturulmasını sağlar. Tarihî film ve dizilerin senaryosunda en çok kullanılan materyal, tarihî romanlardır. Kaldı ki tarihî romanlar da tarihî gerçeklerin zamana, siyasete, ideolojiye, hatta yazarın kişisel bakış açısına göre ve edebiyatın genellikle sınırsız kabul edilen özgürlüğü çerçevesinde gerçekdışı/gerçeküstü bir anlatımıyla inşa edilen edebiyat eserleridir. Bu sebeple senaryoya kaynaklık eden malzeme eksiltilmiş, artırılmış, sakatlanmış veya çarpıtılmış malzemedir. Çoğu zaten kendi disiplini içerisinde tartışılan tarihî gerçekler erozyona uğrayarak roman haline getirilmişken senaristlerin elinde bir kez daha hırpalanarak bu defa sinema filmine veya dizisine dönüştürülmektedir. Kemal Film adına 1923 tarihinde Muhsin Ertuğrul’un senaristliğini de yaparak çektiği “Ateşten Gömlek”, Sami Ayanoğlu’nun hem senaryosunu yazdığı hem de yönettiği 1952 tarihli “Yavuz Sultan Selim Ağlıyor”, yine 1952 tarihli senarist ve yönetmenliğini Aydın Arakon’un yaptığı “Kızıl Tuğ”, 1973 tarihli senaryosunu İlhan Engin’in yazdığı, yönetmenliğini ise Yücel Uçanoğlu’nun yaptığı “Kara Pençe” veya 1988’de TRT’de yayımlanmaya başlayan Yücel Çakmaklı’nın yönettiği “Osmancık” ... Bütün bu eserlerin ortak noktası, roman uyarlaması olmalarıdır. “Ateşten Gömlek” Halide Edip Adıvar, “Yavuz Sultan Selim Ağlıyor” Feridun Fazıl Tülbentçi, “Kızıl Tuğ” Abdullah Ziya Kozanoğlu, “Kara Pençe” Oğuz Özdeş, “Osmancık” Tarık Buğra tarafından yazılmış, filmlerle aynı ismi taşıyan tarihî romanlardır. Üstelik bunların içinde sadece “Osmancık” romanın yazarı tarafından senaryolaştırılırken diğer sinema eserleri başkaları tarafından senaryo haline getirilmiştir. Birkaç istisna dışında tarihî film ve dizilerde de sinemanın o genel geçer kuralı işlemektedir: “Film kitaptan kötü. Kitabını okumadan sakın filmi izleme.” Bu değerlendirmenin en büyük sebebi yazarın kelimelerle oluşturduğu atmosferin, sinemanın kendine özgü kısıtlamaları (filmin süresi, çekim şartları, teknik imkânlar vb.) ile senaristin senaryo yazım aşamasında kitaba sadık kalmamasından kaynaklanmaktadır.
Tarihî film ve dizilerde yazılan özgün senaryolar da benzer problemlerle karşı karşıya kalmaktadır; üstelik biraz daha fazlasıyla. Senaristin, anlatılan dönem ve olayla ilgili bilgisinin yeterliliği bir yana olayı aktarma biçimi ve hikâyeyi anlatma tarzı da oldukça önem kazanmaktadır. Faruk Kenç’in yazıp yönettiği 1941 tarihli “Kıvırcık Paşa”dan Yavuz Yalınkılıç’ın 1962’de çektiği “Genç Osman ile Sultan Murat Han” veya Osman F. Seden imzalı 1969 tarihli “Osmanlı Kartalı”na, Ziya Öztan’ın yönettiği 1998 tarihli “Kurtuluş”tan Taylan biraderler, Yağız Alp Akaydın ve Mert Baykal tarafından yönetilen 2011 tarihli “Muhteşem Yüzyıl” dizilerine ya da Fatih Aksoy’un yönettiği 2012 tarihli “Fetih 1453” filmine kadar birçok tarihî film ve dizide bu çarpık durumun izlerini görebiliriz. Üstelik son üçü hariç diğer filmlerin yönetmeni aynı zamanda senaristleri olan kişilerdir.
Tarihî film ve dizilerimizin senaryo serüveni birkaç istisna dışarıda bırakılırsa genellikle özensiz, tarafgir, bilgisiz, ideolojik, sınırlı ve kötüdür. Bu durumun önemli bir kurumsal sebebi vardır: sansür! 31 Temmuz 1939 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren “Filmler ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname”ye göre;
1- Herhangi bir devletin siyasî propagandasını yapan
2- Herhangi bir ırk ve milleti tezyif eden
3- Dost devlet ve milletlerin hislerini rencide eden
4- Din propagandası yapan
5- Millî rejime aykırı siyasî, iktisadî ve içtimaî ve ideoloji propagandası yapan
6- Umumî terbiyeye, ahlaka ve millî duygularımıza mugayir bulunan
7- Askerlik şeref ve haysiyetini kıran ve askerlik aleyhine propaganda yapan
8- Memleket inzibat ve emniyeti bakımından zararlı olan
9- Cürüm işlemeğe tahrik eden
10- İçinde Türkiye aleyhinde propaganda vasıtası olacak sahneler bulunan filmlerin gösterilmesi yasaklanmıştır.
Bu nizamname sayesinde filmler, hem çekim öncesi hem de çekim sonrası komisyon üyeleri tarafından incelenmeye başlanmıştır. Böylesine bir sansür olgusu özellikle senaristleri, alışılagelmiş filmlerin dışında filmler yapmaktan alıkoymuştur. Sansür uzun sürmüş, filmler üzerinde getirilen 1939 Nizamnamesi denetimi ancak 1986 yılında Kültür Bakanlığına devredilebilmiştir.1
Tarihî film ve dizilerin karşısında sansürün yanı sıra bir başka önemli ve kurumsal bariyer ise iktidarın 1950’den itibaren sık sık el değiştirmesi ve siyasî iktidarın paralelinde sürekli değişim yaşayan kültür politikalarıdır. 1990’lardan itibaren kurumsal bariyerlerin kalkmasına rağmen geçen uzun yıllar tarihî filmler için bir çok yerleşik yanlışın kalıplaşmasına ve teamül haline getirilmesine sebep olmuştur. Böylece tarihî yaklaşımda fantastik öğelerin ön plana çıktığı filmler daha yoğun senaryolaştırılmış ve ne gariptir ki en fazla izlenen tarihî filmler de yine bunlar olmuştur. Her üçü de çizgi film uyarlaması olan “Kara Murat” (7 film), “Malkoçoğlu” (7 film) ve “Tarkan” (5’i orijinal seri toplam 8 film) serileri bu tarz filmlerin unutulmaz örnekleri olarak hafızamızda yer almaktadırlar.
Tarihî filmler ve dizilerin çok büyük bir kısmı tarihî gerçeklerden yola çıkılarak oluşturulan senaryolar üzerine kurgulanmıştır. Tarihi fon olarak kullanmak senaristlere, siyasi iktidarın hışmından kaçma imkânı da tanımış oluyordu. Üstelik tarihî gerçeklere uymak gibi bir kaygıları olmadığı için daha rahat hareket edebiliyorlardı. Böylece bol klişeli, bol entrikalı, bol aşklı, bol diyaloglu ama az aksiyonlu ve tarihî gerçeklerden bîhaber senaryoların çekildiği filmler “tarihî film” kontenjanından sinemalarımızdaki yerlerini almış oldular.
Ülkemizde çekilen tarihî film ve dizilerden en sıkıntılı olanları maalesef bir sav, ideoloji, amaç gözetilerek çekilen film/dizilerdir. Bu sinema eserleri adet olarak çok olmasa da toplumsal etkileri bakımından daha fazla yer tutan, konuşulan, izlenilen ve doğal olarak daha fazla tartışılan eserler olmuşlardır. Üstelik bu amaçla yazılan senaryolardaki tarihî gerçeklere karşı eklemeler, yok saymalar, çarpıtmalar, yeniden inşa etmeler bilinçli olarak ve bir amaca yönelik yapıldıkları için etkileri de daha köklü olmuştur. “Vurun Kahpeye” filminden “Kurtuluş” dizisine, “Abdülhamit Düşerken” filminden “Cinci Hoca”ya kadar pek çok filmde ideolojilerin sakatladığı senaryoların izlerini bulabiliriz.
Bu noktada son yıllarda çekilen iki filmin senaryolarını kısaca ve karşılaştırmalı olarak değerlendirmekte fayda var. Bunlardan birincisi 2006 yapımı “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” diğeri ise 2012 yapımı “Fetih 1453”. İki filmde çok izlendi ve çok konuşuldu. “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filminin senaristi Levent Kazak, Orta Çağ Anadolu’sunu özellikle de 14. yüzyıl Bursa’sını, tarihî açıdan şüpheli olan ama Türk kültüründe çok önemli bir yere sahip Hacivat ve Karagöz üzerinden anlatırken; “Fetih 1453” filminin senaristi Atilla Engin yalnız Türk tarihinin değil, dünya tarihinin de en büyük olaylarından biri olan İstanbul’un fethini kâğıda aktarmıştır. İlginç olan, hakkındaki bilgilerin tamamına yakını efsanelerden ibaret olan Hacivat ve Karagöz’ün yaşadığı dönem, arka planda bize aktarılan tarihî olayların gerçekliği, diyalogları hem edebiyat tarihimiz hem de siyasi tarihimizle büyük oranda örtüşürken; hakkında onlarca kitap, makale, hatta çağdaş birçok eser bulunan İstanbul’un fetih filminde sayısız maddi hatanın, eksikliklerin, anlamsız diyalogların, yanlış kurgulanan yan hikâyelerin ve karakterlerin geçit resmi yapmasını izlemek zorunda kalıyoruz. Film kamuoyunda büyük tartışmalara yol açmış ve birçok tarihçi tarafından yapılan maddî hatalar nedeniyle eleştirilmiştir. Üstelik “Fetih 1453” filmi Türk sinema tarihinin en pahalı yapımı olarak bu rekoru hâlâ elinde bulundurmaktadır.
Senaryo belki edebî bir tür değildir. Ama senaristlerin, tarihî film ve diziler söz konusu olunca belli bir gerçeklik ve mecburiyet çerçevesi içerisinde kalma sorumluluğu vardır. Bu da senaristleri bir yönüyle tarihçi yapar. Eserlerinin sanat eseri sıfatını hak etmelerinin en önemli adımı da bu olsa gerektir. Gerçeğin peşinde olma; tıpkı Cicero’nun 2000 yıl önce söylediği gibi.
Bir sonraki yazımızda bu küçük yazı dizimizin kaleme alınma sebeplerinden bahsedeceğiz; tarihî dizilerimiz ve açmazlarımızdan. Bizim açmazlarımızdan…
Dipnotlar:
1- Mehmet Bağır, Türk Sinemasında Tarihi Film Olgusu, Erzurum, 2016.
- Haksöz’ün Uzun Yolculuğu ve Şahitlik Çizgisi
- Yeni Anayasa Tartışması ve İnandırıcılık Sorunu
- Tebliğ ve Davet Çabası İhlas ve Tevazu İle Bereketlenir
- İblisin Ayak İzleri: “Liberalizm” -I-
- Maske Düştü Yüz Göründü
- Doğu Türkistanlılar Yakınlarının Akıbetini Soruyor
- Rahmet Gazaba Galip Geldi
- Allah’ı Denklem Dışı Bırakmak ve Deizm
- Kur’an’ın Anlaşılma Değil, Yaşanma Sorunu Vardır
- Allah Bu Misali Niçin Verdi?
- İnsanlığın ‘Mikroplarla’ İmtihanı
- Modern İslami Psikolojinin Babası Dr. Malik Bedri’nin Mirası
- Fanon ve Öteki
- Kırık Ayna Metaforu Bağlamında Acıyı Kayıt Altına Almak
- Tarihî Dizilerin Anımsattığı Açmazlar Işığında Tarih ve Sinema - 2
- İttika