1. YAZARLAR

  2. Ahmet Emin Dağ

  3. Suriye-Türkiye İlişkilerinin Tarihi Süreci ve Bölgesel Dengeler İçindeki Evrimi

Suriye-Türkiye İlişkilerinin Tarihi Süreci ve Bölgesel Dengeler İçindeki Evrimi

Ocak 2004A+A-

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, 7 Ocak 2004 tarihinde Türkiye'ye resmi ziyaret düzenlediğinde, iki ülke ilişkilerinin yanı sıra, bölgesel dengeler açısından da yepyeni bir konjonktüre girdiğimizin işaretlerini aldık. Soğuk Savaş dönemi boyunca (1947-1991) hep ABD-Sovyet ilişkilerinin gölgesinde kalan ve durağan bir seyir izleyen Türkiye-Suriye ilişkileri, bu ziyaret ile son 13 yıldır yaşadığı ciddi değişimi en üst düzeyde teyit ederken, geleceğe dönük beklentilerin de yeniden gözden geçirilmesine neden oldu.

Soğuk Savaş döneminin süper güçlere dayalı politik özelliklerinden dolayı Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin temel dinamikleri hemen hiç değişmeden 1980'li yılların ortasına kadar gelmiştir. Bu tarihten itibaren su ve terör pazarlıkları ile iç içe geçen yeni bir gerilim dönemi başlamış ve bu dönem 2000'li yılların başına kadar sürmüştür.

Hatay ili konusundaki anlaşmazlık sebebiyle Suriye-Türkiye ilişkileri hep bir ipotek altında bulunsa da, ikili resmi görüşmelerde hiçbir zaman açıkça gündeme getirilmemesi, iki tarafın aslında fiili bir anlaşmaya vardığını gösteriyordu.1

Bununla birlikte son 20 yıl içinde Suriye-Türkiye ilişkilerinde üç konu her zaman önemini muhafaza etti. İç içe geçmiş olan ve neden sonuç ilişkisi açısından birbirini etkileyen bu sorunlar, "Su", "Güvenlik" ve son yıllardan itibaren "İsrail-Türkiye İlişkileri" çerçevesinde şekillenmiştir.

Su Faktörü

İki ülke arasındaki sorunlarda her zaman Fırat Nehri gündeme getirilse de, Türkiye ile Suriye arasında sınır aşan suların sayısı yaklaşık 10 tanedir.2 Cumhuriyet sonrasında Türkiye ile Suriye (Fransa) arasında "su"ya değinen ilk anlaşma, 1921 tarihli Türk-Fransız Antlaşması'ydı. Antlaşmanın 12. maddesi Türkiye'den Suriye'ye giren Kuveik Suyu'nun "Halep kenti ile kuzeyde Türkiye'de kalan bölge arasında her iki tarafı hakça tatmin edecek biçimde tevzi edilmesi"ni öngörmüştü.3 Bunun ardından 1926, 1930, 1939 ve 1952 tarihli dört ayrı anlaşma iki taraf arasındaki sulara ilişkin hükümler getirdi.4

Tüm bu anlaşmalar göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarından 1950'lere kadar, bugün almış olduğu boyutlar açısından siyasi anlamda iki tarafı karşı karşıya getirecek bir su sorunundan bahsedilemez. Sorun, yıllar sonra Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı bölgelerde nüfusun hızla artması ve şehirleşme-sanayileşme sürecinin su, gıda ve enerji ihtiyacının büyük barajlar yapılmasını gerektirecek boyutlara ulaşması sonucunda ortaya çıktı. Bu ise, 1950'li yıllarda, gerek Suriye ve gerekse Türkiye'nin, Fırat üzerinde büyük çaplı projelerini geliştirmeye başladıkları bir döneme denk geliyordu. O sıralarda Suriye, Lübnan'dan doğup kendi topraklarını kat ettikten sonra Türkiye'ye girerek Hatay ilinden Akdeniz'e dökülen Asi Nehri üzerinde baraj ve sulama tesisleri kurmayı planlamış ve proje finansmanı için Dünya Bankası'na başvurmuştu. Dünya Bankası, durumdan etkilenebilecek diğer üye ülkelerin de çıkarlarını göz önünde bulundurarak, Suriye'ye Asi'de aşağı çığır ülkesi olan Türkiye ile görüşmesini tavsiye etti. Bunun üzerine Suriye, Türk toprağı olarak kabul etmediği Hatay ilinden denize dökülen Asi konusunda Türkiye'den onay almayı politikasına uygun bulmadığı için kredi talebini geri çekti.5

Türkiye'nin Fırat üzerinde 1960'larda inşasına başlayıp 1973'te işletmeye soktuğu Keban ve yine bu yılda başlayıp 1987'de tamamladığı Karakaya baraj ve hidroelektrik santralleri Suriye ile gerginliği başlatan ilk gelişmelerdi. Türkiye'nin Keban, Suriye'nin ise Tabka Barajı için su tuttuğu 1974-75 kışında zaten bir kaç yıl art arda gelen kurak mevsimler nedeniyle suyu azalan Fırat, Irak tarafından hiç kullanılamaz hale gelince Şam ve Bağdat yönetimleri çatışmanın eşiğine kadar varacak bir krizle yüz yüze geldi.6

Türkiye ile Suriye arasındaki ilk ciddi sorun da, 1977 yılı sonlarından itibaren Karakaya Barajı'nın su tutmaya başlamasıyla birlikte Fırat'ın sularında bir miktar azalma olması üzerine patlak verdi. Bu sıralarda iki ülke arasında bir dizi gerilim oldu. Suriye yönetimi, bu dönemden itibaren Türkiye'ye karşı koz olarak kullanmak üzere, Ermeni Asala militanlarına Lübnan'da bulunan kendi kontrolündeki bölgelerde barınma imkanı vererek silah kaçakçılığına göz yummuştur.7

Türkiye'nin aşağı Fırat Projesi'ni geliştirerek 1976 yılında Güneydoğu Anadolu Projesi'ne (GAP) dönüştürmesi ile, aşağı çığır ülkelerinin Fırat konusunda bir anlaşmaya varma talepleri yüksek sesle telaffuz edilmeye başlandı. Bu ülkelerin temel korkusu, GAP nedeniyle öncelikle Fırat ve Dicle sularının azalması endişeleriydi.8

Nihayet 1980'de Türkiye ve Irak arasında imzalanan Karma Ekonomik Komisyon Protokolü uyarınca bölgesel sular sorununu görüşmek amacıyla bir Ortak Teknik Komite kurulmuş, Suriye'nin de 1983 yılında katılımı ile sayı üçe çıkmıştı. Ancak bu komite, 1992'de yapılan 16. ve son toplantısına kadar tarafların birbirleriyle tamamen çelişen çıkarları ve en temel konulardaki görüş ayrılıkları nedeniyle gündem bile belirleyemedi.9

Türkiye, GAP'ın bir an önce devreye girmesini amaçladığından Fırat ve Dicle konusundaki anlaşmazlıkları, bölge ülkeleriyle ikili ilişkilerinin diğer cephelerinden ayrı tutmak istediyse de, söz konusu yaklaşım Şam tarafından geçerli olmadı. 1986 yılında Suriye Başbakanı'nın Ankara'ya ve daha sonra 1987 yılında Türkiye Başbakanı Turgut Özal'ın Suriye'ye yaptığı karşılıklı ziyaretler, su sorununun ele alındığı en üst düzey görüşme oldu. Bu ziyaret sırasında imzalanan ve Türkiye'nin sınırdan en az 500 metreküp/saniye su bırakacağını taahhüt eden "Ekonomik İşbirliği Protokolü"10 Fırat'a ilişkin yapılan ilk yasal düzenleme anlamı taşımaktadır. Bu düzenleme bugüne kadar geçerliliğini korumuş ve Türkiye, verdiği su miktarını aynı düzeyde tutmuştur. Ancak aynı gezi sırasında, PKK'nın Bekaa Vadisindeki üslerinin ve Suriye topraklarındaki faaliyetlerinin denetim altına alınmasını amaçlayan güvenlik protokolünün de imzalanması, ve protokolün iki ülkenin "teröre karşı su" pazarlığını zımnen kabul etmiş olduklarını gösteren en açık belge niteliğini de barındırması açısından oldukça çarpıcı kabul edilmektedir.11

Bu protokol sonrasında da su konusundaki görüşmeler devam etmiş ve 1991 Sonbaharında Madrid'te toplanan, (Suriye'nin de katıldığı) "Ortadoğu Barış Konferansı"nda Ortadoğu'daki çok taraflı sorunlar bağlamında su sorunu veya muhtemel bir su krizi de ele alınmıştı. Türkiye İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, 17 Nisan 1992 tarihinde Suriye'ye giderek resmi yetkililerle görüşmeler yapmış ve iki taraf arasında yapılan yeni bir anlaşma ile "87 Protokolü'ne yakın taahhütler" tekrarlamıştı.12

Kimi uzmanların nitelemesiyle Ortadoğu'daki su krizi, hiçbir bölge ülkesinin objektif biçimde kabul etmeye hazır olmadığı stratejik bir yetimdir. Suriye'nin bir koz olarak Türkiye aleyhtarı gruplara desteğinde gösterdiği gibi, geçen süreç, bölge ülkelerinin kuralsız, hissi ve ani davranışlara girebileceklerini göstermiştir.13

Ancak yaşanan bunca diplomasi trafiği ve güvenlik sorununa rağmen, bölgede acil bir su sorunu veya bunun yol açacağı söylenen "su savaşı"ndan bahsedilmesi, daha çok abartma kelimesiyle nitelenebilecek bir yanılmayı yansıtmaktadır.

Türkiye ile Suriye arasında su konusu, Suriye Başbakanı Mustafa Miro'nun 2003 yılı Temmuz ayı sonunda Türkiye'ye yaptığı resmi ziyaret sırasında yeniden gündeme geldi. 17 yıl aradan sonra ilk kez bir Suriye Başbakanı'nın Türkiye'ye gelmesi iki taraf arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin kapısını aralarken, bu dönemin özelliğine uygun mesajlar veren Miro "Sınır aşan sularla ilgili olarak söylenen tüm çerçeve anlaşmaların ötesinde, iki ülke arasında var olan dostluk ilişkilerinin egemen olduğu bir ortamda karşılıklı güven ve dostluğa dayalı bir diyalogun bu sorunu da çözeceğine- ve şu anda bile çözmekte olduğunu- görmekte ve inanmaktayız" sözleri ile sorunun gerginlik yaratmadan çözümleneceğini açık bir dille ortaya koydu.14

Güvenlik Faktörü

Soğuk Savaş dönemi boyunca farklı siyasi kutuplaşmaların içinde yer alan iki sınır komşusu, Türkiye ve Suriye, bu kutupların güvenlik kaygılarının kesiştiği kritik bir bölgede bulunmaktaydı. 1990'lı yılların başına kadarki ilişkiler, çoğunlukla, bu kamplaşmadan doğan bir mahiyet taşıyordu. Ancak, Soğuk Savaş'ın bitmesi ile kendini Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu gibi 3 büyük istikrarsızlık alanı içinde bulan Türkiye, bu istikrarsızlık alanlarından, Ortadoğu'daki Suriye ile ilişkilerde, yeni dönemin özelliklerine uygun bir gerginlik biçimi ile karşı karşıya kaldı. Yeni dönemin istikrarsızlık alanlarının özelliği, Türkiye'nin bölge ülkeleri ile ilişkilerinde global düzeydeki yönelimlerin tersine bir tablo ortaya çıkararak, bölge güçlerini daha gerçekçi yöneliş ve uygulamalarla karşı karşıya bıraktı. Bunun sonucunda uluslararası düzeyde, "entegrasyon"  ve "serbest ticaret"ten bahsedilirken, bu istikrarsızlık alanında "hak sınırların dokunulmazlığı", "fiziki bütünün" ve "ana kurumların idamesi" gibi güvenlik temaları, ilişkilere temel oluşturdu.15

Türkiye açısından Kafkaslar-Ortadoğu-Balkanlar yakın kara kuşağının geçiş bölgesinde bulunan Suriye, bu kuşak üzerindeki karşılıklı dengeler ve etkileşimler açısından önemli bir konuma sahipti. Soğuk Savaşın çift kutuplu dengelerinin çözülmesi ile daha yerel sorunların ağırlık kazanmaya başlaması, Suriye-Türkiye ilişkilerinde "suya karşı güvenlik" kavramının belirginleşmesi ile sonuçlanmıştır. PKK'nın Türkiye'ye karşı eylemlerinin Körfez Savaşı'ndan sonra tırmanışa geçmesi, bu bağımlılığın en önemli göstergelerinden birini oluşturmaktadır.16

Karşılıklı güvenlik sorununun yaşanmasında Şam'ın bazı tavırlarını kendince haklı kılan bir takım hayati gerekçeler de yok sayılmazdı. Türkiye, İsrail ve Irak gibi tamamen düşman addettiği ülkelerle kendini kuşatılmış hisseden Suriye'nin, bu ülkelerle olan ilişkilerinde pazarlık şansını artıracak güçlü kozlara ihtiyaç hissetmesi kaçınılmazdı. Ülkesinin zaten kıt olan yeraltı zenginliklerine, Sovyetlerin yıkılması ardından teknolojik ve askeri açıdan en önemli kaynağını yitirme faktörü eklendi. Güvenliği büyük bir sıkıntı içine giren Suriye'nin rakiplerine karşı kullanabileceği en güçlü kozu, bu ülkelere karşı savaşan silahlı örgütlere sahip çıkmak oldu.17

Aslında, Türkiye-Suriye ilişkilerinin önemli yönlerinden birini oluşturan "güvenlik" faktörünün Şam'ın elindeki en güçlü kart olması, Soğuk Savaş sonrası dönemle ortaya çıkmış bir olgu değil. 1983 yılına kadar Türkiye'ye karşı mücadele veren Ermeni Asala Örgütü'nü destekleyen Suriye, 1978 yılında Türkiye'den kaçan Abdullah Öcalan'ın Şam'a yerleşmesinden bu yana da PKK'ya ev sahipliği yaptı. 1980'lerin ortasına kadar Suriye'de bulunan diğer Türk sol örgütlerinden sadece biri olan ve ciddi bir askeri gücü olmayan PKK, 1984 Ağustos ayında başlayan eylemlerine kadar Suriye istihbaratı tarafından desteklenerek her türlü yardımı kolayca buldu.18

Bu güne kadar hemen her seviyede pazarlıkların yaşandığı Türkiye-Suriye güvenlik görüşmelerinin en değişmez diyalogu, Türkiye'nin Suriye'den teröre verdiği desteği kesmesi, buna karşın Suriye'nin de topraklarında böyle bir örgütün bulunmadığını tekrarlaması oldu. PKK'nın silahlı saldırılarına başlaması sadece Türkiye içinde değil, başta Suriye ile olmak üzere dış ilişkilerinde de daha gergin bir sürecin yaşanmasına yol açmıştı. Yıllar süren askeri operasyonlarda PKK'yı yok etmeye çalışan Türkiye, Güneydoğu ve doğu sınırındaki tüm komşularıyla gergin anlar yaşadı. Türkiye ve Suriye'yi de defalarca karşı karşıya getiren krizler sürecinin en önemlisi Ekim 1998 tarihinde yaşandı.19

Bu tarihe gelindiğinde 14 yıllık terör pazarlığı iki ülkeyi savaşın eşiğine getirecek büyük bir soruna dönüştü. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın ya teslim edilmesini ya da Suriye'den sınır dışı edilmesini isteyen Türkiye, sınıra asker yığınağı yaparak ciddiyetini ortaya koydu.  Önce Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'in daha sonra da İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi'nin Ankara ve Şam arasında yaptıkları mekik diplomasisi ile sakinleşen ortam, Adana'da yapılan gizli güvenlik görüşmeleri ile çatışmaya dönüşmeden sona erdi. Görüşmelerde Öcalan'ın Suriye'den sınır dışı edilmesi ve iki ülkenin güvenlik konularında periyodik aralıklarla toplantılar yapması konusunda anlaşma sağlandı.20

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Suriye'den Rusya'ya geçtiğinin kesinleşmesi ardından Türkiye-Suriye arasında, PKK'dan kaynaklanan, gerilim neredeyse bitme noktasına geldi. Böylece iki ülke arasındaki PKK problemi kalkarken, bu kez ilişkilerde İsrail-Türkiye ilişkisi faktörü daha da önem kazandı.21

Türkiye-İsrail İlişkileri Faktörü

Mayıs 1949 yılında resmi tanıma ve 9 Mart 1950'de, Seyfullah Ersin'in Tel-Aviv'e atanmasıyla başlayan Türkiye-İsrail ilişkileri, 1990'lı yıllara kadar çeşitli faktörlerin etkisi altında inişli çıkışlı bir seyir izledi.22

Soğuk Savaş yıllarında Batının müttefiki Türkiye, kendini batının bölgedeki diğer müttefiki İsrail ile yakınlaşmaya mecbur hissederken, diğer yandan Arap ülkelerini büsbütün küstürmekten de kaçınmaya çalıştı. Bu amaçla İsrail ile ilişkilerini hiçbir zaman Arap ülkelerine karşı açık düşmanlık hissi uyandıracak bir düzleme çekmemeye özen göstermişti. Ancak, 1990'dan sonra Sovyetlerin dağılmasıyla, uluslararası sistemde ortaya çıkan değişim, Türkiye'yi uzun yıllar kendisine hem NATO'nun hem de ABD'nin önemli miktarda yardım yapmasını sağlayan "cephe ülkesi" rolünü kaybetme tehlikesiyle yüz yüze getirdi. Bunun üzerine, ABD'nin ve Avrupa'nın Ortadoğu'daki stratejik çıkarları denkleminde kendine yeni bir rol biçerek önemini yeniden arttırmak ve kaybetmeye başladığı rolü yeniden kazanmak isteyen Türkiye, Arapların İsrail ile barışmış olmasının da verdiği rahatlıkla, İsrail ile stratejik işbirliğini arttırdı. Hem Yunanistan'la yaşadığı problem hem de insan hakları dosyası nedeniyle AB ile ABD'den silah ve teknolojiyi alması her geçen gün zorlaşan Ankara, bu işbirliği ile, Rum ve Ermeni lobilerine karşı Yahudi lobisinin desteğini alacağını da umuyordu.23

Buna karşın, Türk-İsrail ilişkilerinin siyasetten çok askeri bir hüviyet taşıması ve sadece 1990 sonrasında imzalanan anlaşma sayısının 10'u bulması, bölge ülkelerinden en fazla Suriye'yi rahatsız etti.24 Sovyetlerin çöküşü ile Suriye, en güçlü "hami"sini yitirmiş ve güvenlik yönünden kaygılı bir döneme girmişti. Kuzey ve güneyindeki iki düşmanının kendi aleyhine stratejik işbirliğine gitmesi karşısında yeni alternatifler aramak onun için de zorunlu görünüyordu.25

Şam yönetiminin yaptığı ilk iş, tek başına başa çıkamayacağı böyle bir gelişme karşısında Arap Birliği ve İslam Konferansı Örgütü'nü harekete geçirmek oldu. Bölgesel ve uluslararası platformlarda Türk-İsrail işbirliğinin orta ve uzun vadede Arap çıkarları aleyhine olduğu fikrini işleyen Şam yönetimi, Arap ve İslam ülkeleri nezdinde Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturmayı başardı. Ancak, gerek İKÖ'nün gerekse de Arap Birliği Örgütü'nün Türkiye'yi doğrudan hedef alan sert ifadelerden kaçınması Şam'la Türkiye arasında orta yollu bir çözümü istendiğini de göstermişti.26

Şam'ın ikinci adımı, Türkiye-İsrail stratejik işbirliğini kendi lehine dengeleyecek yeni alternatifleri hayata geçirmek oldu. Doğu Akdeniz'de oluşan Türkiye-İsrail stratejik dengesinin kısa ve orta vadede Yunanistan'ın güvencesindeki Kıbrıs Rumları'nın da aleyhine olduğunu çok iyi bilen Esad, Atina'yı kendisine partner olması konusunda ikna etmekte hiç zorlanmadı. Olası bir gerginlik halinde Suriye Limanı Lazkiye'nin Yunan savaş gemileri tarafından kullanılmasına imkan veren anlaşma ile Suriye, Türkiye'nin geleneksel düşmanı Yunanistan'ı yanına alarak, kendisinin yaşadığı kıskaca benzer bir stratejik blokaj uygulamaya çalıştı.27

Suriye'nin, Türkiye-İsrail birlikteliğine karşı stratejik denge oluşturmak amacıyla yaptığı diğer bir hamle, İran, Ermenistan ve Rusya ile benzeri bir askeri ve stratejik işbirliği çabasında ortaya çıktı. Türkiye'nin Doğu ve kuzeyindeki komşularıyla stratejik işbirliğini güçlendiren Esad, içine düştüğü olumsuz durumdan nispeten kurtulmuş görünse de, yaptığı anlaşmaların çoğu Türk-İsrail anlaşmasındakine benzer somut adımlar içermediğinden dolayı sembolik birer anlam taşıyordu.28

Tüm bu gelişmeler karşısında 2000'li yıllara çok az bir süre kala, bölgede ciddi bir bloklaşma ortaya çıktı. 1998 yılı Ocak ayında Doğu Akdeniz'de yapılan Türkiye, İsrail ve ABD ortak tatbikatında da somut olarak görüldüğü gibi bu bloklaşmanın bir yanında ABD merkezli Türkiye-İsrail-Ürdün bulunurken, öte tarafta Rusya ve Fransa merkezli Suriye-İran hattı belirginleşmeye başladı.29

1998 yılı Haziran ayı sonuna gelindiğinde Suriye-İsrail cephesinde Türkiye faktörü daha fazla gündeme geldi. İsrail-Türkiye yakınlaşmasına başından beri karşı çıkan Şam yönetimi, yaptığı ufak bir politika değişikliği ile sert açıklamaların yanı sıra, Ankara ile ilişkileri derleyip toparlamanın gereğini düşünmeye başladığının güçlü işaretlerini verdi. Bu yakınlaşmayı isteyen tek taraf Suriye değildi kuşkusuz. İsrail ile yaptığı askeri işbirliği sonucu başta bölge ülkeleri olmak üzere, gerek Arap Birliği Örgütü gerekse İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) nezdinde eleştiriler alan Türkiye, bu kararların alınmasında önemli rol oynayan Suriye'ye daha fazla önem vermesi ve onu ikna yollarını araştırması gerektiğini biliyordu. Hem bu karşılıklı yumuşama, barış süreci içinde oldukça verimli sonuçlar doğurabilirdi. Bu amaçla, Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Adnan Ümran başkanlığında bir heyetle Ankara'ya gelen Suriye delegesinin gündem maddelerinden biri de Ankara ile yakınlaşarak onu İsrail'den uzaklaştıracak yolların aranması idi. Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara'nın Mart ayında Katar'ın başkenti Doha'da gerçekleştirilen İslam Konferansı Örgütü Dışişleri Bakanları Toplantısı çerçevesinde yaptıkları ikili görüşmelerle başlayan yeni yumuşamayı, İsrail-Suriye ilişkilerine yansıtmayı planlayan Şam, diyalog kapılarını 3 yıl aradan sonra yeniden açtı.30

Bu gelişmelerden bir gün sonra Türkiye'nin, "İsrail'in 50. kuruluş yıldönümü kutlama törenlerine savaş uçakları ile katılacağı"nın açıklanması bile Şam'da ciddi resmi bir tepkiye yol açmadı. Türkiye'nin kararını sadece Tişrin Gazetesi'ndeki baş makalede eleştiren Şam, konuyu Ankara'daki heyet aracılığı ile İsmail Cem'e iletmeyi tercih etmişti.31

Ama bu iyimser havayı sürdürmek için Suriye heyetinin Ankara ziyareti yeterli olmadı. Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in 6 Temmuz 1998 tarihinde İsrail'e gerçekleştirdiği 3 günlük resmi ziyaret sırasında Ankara'nın Ortadoğu barış sürecinde arabulucu rolü oynamaya hazır olduğu yönündeki açıklamaları, Şam tarafından ciddiye alınmadı.32 İlerleyen günlerde Türkiye tarafından Suriye aleyhine yapılan resmi açıklamalar, Arap Birliği Örgütü'nün toplantısında gündeme gelirken, söz konusu açıklamalarda İsrail'in tahriklerinin etkili olduğuna dikkat çekiliyordu.33

Beşşar Esad Dönemi

Hafız Esad'ın 2000 yılında ölmesi, Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir dönemin ilk başlangıç noktasını oluşturması bakımından önemlidir. Abdullah Öcalan'ın Suriye'den sınır dışı edilmesi ve karşılıklı güvenlik komitesinin kurulmasından sonra yumuşamaya başlayan ilişkiler, Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Hafız Esad'ın cenaze merasimine gitmesi ile normalleşme seyrini sürdürdü. Hemen ardından Suriye Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam'ın Ankara'ya yaptığı başarılı ziyaret, ilişkileri daha da olumlu bir sürece soktu.34 Suriye'de beklentilerin aksine Hafız Esad'ın ölümünden sonra ciddi bir iç kargaşa ve çatışma çıkmaması, Türkiye'de olumlu karşılanırken, Beşşar Esad'ın Devlet Başkanlığı'na gelmesi, geleneksel politikaların değişmesi konusunda önemli bir şans olarak görülüyordu.35

35 yaşındaki yeni devlet başkanının Temmuz 2000 tarihinde başlayan iktidarı, Hafız Esad'ın son dönemlerinde iyileşmeye başlayan ilişkilerin daha da yumuşamasına sahne olmuş hatta ilk günlerde Beşşar Esad'ın Türkiye'ye resmi bir ziyaret düzenlemesi için görüşmelere dahi başlanmıştır. Bunun ilk adımı olarak, ikili ilişkilerin onarılması konusunda çalışmalar yapacak olan komitenin yeniden canlandırılması için üç aşamalı bir plan üzerinde görüşmeler başladı.36

Beşşar Esad'ın yaptığı ilk iş, Başkan Yardımcısı Haddam'ı Türkiye ile ilişkilerin yeniden canlandırılması için Ankara'ya göndermek oldu.37 Haddam, iki günlük ziyareti sırasında Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e Esad'ın iyi niyet mesajını iletirken, ilişkilerin siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel alanlarda arttırılması konusunda kararlı olduklarını bildirdi. Başarılı ve verimli bir ziyaret gerçekleştirdiğini açıklayan Haddam, Sezer'in Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad'ı Türkiye'ye davet ettiğini de ifade etti.38

Siyasal ziyaretlerle yumuşatılan zemin, ilerleyen dönemlerde askeri alanlara da yayıldı. Suriye askeri delegasyonu, ilki 2001 başlarında, ikincisi de Haziran 2001 tarihinde Türkiye'ye resmi ziyaret düzenleyerek, bölgede stratejik bir değişimin ilk adımını attı. Aslında bu tarih bölge açısından iki ayrı "ilk"e sahne oluyordu. İsrail ile askeri işbirliğini korumakta ısrarlı olan Türkiye, o yıl bir ilki gerçekleştirmiş ve Haziran ayı içinde İsrail ve ABD askeri güçleri ile birlikte Konya'da askeri tatbikat yapmıştı. Bundan birkaç gün sonra da Suriye askeri delegesini ağırlayan Ankara, daha önceki dönemde İsrail ağırlıklı bölgesel politikaları biraz olsun dengeye sokmaya başladığı izlenimi vermek istiyor gibiydi. Suriye askeri delegesinin ziyareti iki taraf arasındaki güven inşasından önemli idi ve ileriki yıllarda ortak askeri tatbikatların da gündeme gelebileceği kaydedildi. Böylece Öcalan'ın Suriye'den kovulması ardından geçen süre içinde Suriye-Türkiye ilişkileri hemen her alanda normale dönmeye başladı.39

Aynı tarihlerde dönemin Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit ve yardımcıları tarafından yapılan değişik açıklamalar, Türkiye'nin resmi görüşünün Suriye ile ilişkilerin geliştirilmesinden yana olduğunu teyit etmeyi amaçlıyordu.40

Bununla paralel biçimde atılan ekonomik adımlar, iki taraf arasındaki ticaret hacminin gelişmesi ilişkilerde normalleşmeyi hızlandırdı. Suriye'nin Ankara Büyükelçisi Muhammed Saadet el-Bunni'nin yaptığı açıklamaya göre, 2000 yılında 750 milyon dolar olan karşılıklı ticaret hacmi, 2001'de bir milyar dolar sınırını aşmış, 2002 yılında ise 1,5 milyar dolara ulaşmıştı. Bunun hemen her yıl artan bir trend izleyeceği umudunu tekrarlayan elçi, bir anlamda Suriye yönetiminin Türkiye ile ilişkilerinin gelecekteki seyrine ilişkin ipuçlarını da vermişti.41

Türkiye-Suriye ilişkileri 2003 yılında yapılan karşılıklı üst düzey ziyaretlerle önemli ivme kazanımlarına sahne oldu. Aslında ziyaretlerin temelde, Türkiye-Suriye ilişkilerinin geliştirilmesinden ziyade, Irak'ta giderek daha güçlü biçimde duyulan muhtemel bir savaşın ayak seslerinden kaynaklandı. Irak'taki soruna barışçı bir çözüm bulunması için Irak'a komşu olan Türkiye, Suriye, Ürdün, İran ve Suudi Arabistan ile Mısır dışişleri bakanlarının önce İstanbul'da ardından Suriye'nin başkenti Şam'da yaptıkları toplantılar ikili temaslara da zemin hazırladı. Ocak 2003'te Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara, uzun yıllardan sonra ilk üst düzey ziyaret için Türkiye'ye geldi. Şara, Irak konusundaki görüşmelerin yanı sıra, Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın mesajını Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e ileterek, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi konusundaki temennilerini belirtti.42

Nisan ayı içinde Suriye, Türkiye ve İran'ın üçlü bir anlaşma imzalayarak özellikle Kürt devletinin engellenmesi konusunda ortak hareket ettikleri açıklanıyordu.43

Suriye Ekonomi Bakanı İsam El-Zaim'in Haziran ayı içinde yaptığı Türkiye ziyareti 1998 yılından bu yana yaşanan ikili ilişkilerdeki yükselişin rakamsal açından göstergelerini ortaya koydu. Beşşar Esad döneminde Türkiye ile Suriye arasındaki ekonomik ilişkilerin hacmi yüzde 70'lik bir artış göstererek 2 milyar dolara ulaşmıştı. 2003 yılı Temmuz ayında gerçekleşen üst düzey ziyaret Türkiye ile Suriye arasındaki buzları tamamen erittiği gibi, Ortadoğu'nun geleceği açısından da önemli açılımları beraberinde getirdi. Suriye Başbakanı Mustafa Miro'nun Türkiye'ye yaptığı ziyarette güvenlikten, su sorununa ve Ortadoğu barış sürecine kadar pek çok sorun masaya yatırıldı. Türkiye, biraz Suriye'nin kuzeyinden, yani Türkiye sınırına yakın bir bölge insanı olmasından, biraz da iki taraf arasındaki sorunlarda pragmatik davranacak bir isim olduğundan, Miro'ya hep sıcak bakıyordu. Suriye Başbakanı Muhammed Mustafa Miro'nun Türkiye'ye yaptığı üst düzey ziyaret ilişkilerin gelmiş olduğu aşamanın olumlu seviyesini göstermesi açısından her iki ülkede de önemli bir başarı olarak kutlandı, ancak bu kutlamanın nedenleri iki taraf için farklıydı. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın rejimi için bu ziyaret, Irak işgali sonrasında Ortadoğu bölgesinin yaşadığı mevcut belirsizlik ortamında ilişkilerin yeniden derinleştirilmesi anlamını taşıyordu. Daha iki hafta önce İsrail devlet başkanını ağırlamış Ankara için ise ziyaret, Ortadoğu'ya tarafsız müdahalesinin artması ve daha geniş kapsamlı bir dış politika kapsamında değerlendirildi.

Miro'nun ziyareti 17 yıldır ilk kez bir Suriye başbakanının Türkiye'ye gelmesi bakımından önemli olduğu kadar, Ekim 1998'de neredeyse savaşın eşiğine gelmiş olan iki ülkenin beş yıldır sürekli düzelen münasebetlerinin de zirve noktasını oluşturması bakımından dikkate değerdi. Ancak bu 'bahar havası' sadece iki tarafın ilişkilerini sıkılaştırma amacı taşımıyordu. İki tarafın (hatta tüm Ortadoğu'nun) zihnini asıl meşgul eden mesele bariz bir şekilde ABD gücü, Irak'ın geleceği ve bu ikisinin bölgedeki daha geniş kapsamlı etkileriydi.

2003 yılında Malezya'da yapılan İslam Konferansı Örgütü zirvesinde bir araya gelen Türkiye ve Suriye liderleri, ikili ilişkilerin arttırılması konusunda karşılıklı mutabakata varmışlar ve Amerika'nın Irak'ı işgali sonrasında bölgede oluşan yeni durumu ele almışlardı. Bu işgalle birbirine daha da yakınlaşan Türkiye ve Suriye, güvenlik eksenli yeni bir işbirliği dönemini başlattı. İstanbul'da meydana gelen bombalı saldırılarla ilgili soruşturma çerçevesinde Türk güvenlik güçlerinin Suriye'den talep ettiği 22 kişinin iade edilmesi, resmi güven inşasında çok önemli bir rol oynadı.

Ama iki ülke ilişkilerinde normalleşmenin inkar edilemez bir şekilde sağlandığını gösteren en önemli işaret, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın Türkiye'ye yaptığı resmi ziyaretti. 1946 yılından bu yana bağımsız Suriye tarihinde ilk defa Suriyeli bir devlet başkanı Türkiye'ye geliyordu. Ziyaret öncesi ve sırasında yapılan açıklamalar, iki ülke arasında ilişkileri olumsuz etkileyecek gündem maddelerinden, Hatay'ın durumu ve su sorunu konusunda oldukça köklü değişikliklerin haberini veriyordu. "Ben Türk dostlarla bu konuda doğrudan diyalog kurmaktan yanayım" diyerek su sorununu arka plana iten Esad, Hatay konusunda ise, "Konunun çözümü de mutlaka zamana ihtiyaç duymaktadır. Ancak bu, sorunun 'çözülemeyecek' olduğu anlamına gelmez. Nitekim dikkat ederseniz, biz hiçbir zaman, oranın Suriye toprağı olduğunu ve bunun için Türkiye ile savaşacağımızı söylemedik. Bana göre bu sorunun en doğru çözümü konuyu bu aşamada bir tarafa bırakmaktır. İkinci olarak, varolan ilişkilerimizi öyle iç içe hale getirmeliyiz ki, sorunun çözümüne doğru daha rahat adımlar atılabilsin"44 diyerek ikili ilişkileri şu aşamada tehlikeye atacak bir politik girişimden kaçınmıştı.

Böylece ABD'nin Irak'ı işgali sonrasında kendini oldukça sıkışmış hisseden Suriye yönetimi, birkaç yıl öncesine kadar kanlı bıçaklı göründüğü Türkiye ile stratejik bir ortaklık kuracak düzeyi yakaladı. Kuşkusuz Türkiye ile Suriye arasındaki yakınlaşma uzun vadede İsrail lehine görünen bölgesel dengelerin az da olsa yerinden oynamaya başladığını göstermektedir. Nitekim, Suriye ile Türkiye arasındaki siyasal ve ekonomik anlaşmaların imzalanmasından sonra atağa geçen İsrail, yıllardır yüksek fiyat gerekçesiyle imzalamaktan kaçındığı Manavgat çayı projesine apar topar imza atmak ve dengeyi yeniden kendi lehine döndürecek politikalar üretmek zorunda hissetmiştir. Bu gidişin korunması ve Türkiye ile Suriye arasındaki yakınlaşmanın askeri alanlara da kayması halinde, bu durum bölgesel dengeleri tamamen değiştirecek ve Filistin-İsrail anlaşmazlığının çözümünde olumlu rol oynayabilecektir.

Dipnotlar:

1- Pipes, a.g.e. s. 140-142; İbrahim Hamidi, "Efkaru Suriye Li-Huruci Mine'l Ezmeti" El-Hayat, 13 Ekim 1998, London.

2- Bu sular: Fırat, Asi, Afrin, Çağçağ, Kuveik, Sabuncu, Semba, Sacir, Belih ve Habur sularıdır.

3- Gün Kut, "Tür Dış Politikasında Su Sorunu", ( Derleyen; Faruk Sönmezoğlu, Türk Dış Politikasının Analizi) Der Yayınları, İstanbul 1994, s. 225.

4- O. Metin Öztürk, Türkiye ve Ortadoğu (Savunma ve Güvenlik Açılarından), Gündoğan Yayınları, Ankara 1997, s. 140.

5- İbrahim Hamidi, "Milif el-Miyah Yeudu ila el-Vaciheti es-Suriye-et-Türkiye", El-Wasat, 6 Ekim 1997, No:297 s. 20-21.

6- John Bulloch-Adel Darwish, "Su Savaşları, Ortadoğu'da Beklenen Çatışma", Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1994, s. 55.

7- Mehmet Kocaoğlu, "Suriye'nin Ortadoğu'daki Çıkmazı ve Bölücü Terör Örgütü PKK'yı Türkiye'ye Karşı bir Politik Baskı Aracı Olarak Kullanması" Avrasya Dosyası, Sonbahar 1995, cilt 2, sayı 3, Ankara 1995, s. 94.

8- Priit J. Vesilind, "The Middle East's Water, Critical Resource", National Geographic, Vol. 183, No. 5, May 1993, Washington D.C. s. 48-51.

9- Natasha Beschorner, Dicle ve Fırat'ta Su Sorunu, Ayna Dergisi, güz 1993, sayı 1.

10- 1987 Protokolü, 10 Aralık 1987 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

11- Bulloch-Darwish, a.g.e. s. 61 ve Gün Kut, a.g.e. s. 229.

12- Bulloch-Darwish, a.g.e. s. 62.

13- Cengiz Okman, Su Sorunu ve Ortadoğu'da Stratejik Durum, (Der; Sebahattin Şen, a.g.e.) s. 405.

14- Ferai Tınç, "Düşmanlık Bitti", Hürriyet Gazetesi, 28 Temmuz 2003.

15- Cengiz Okman, "Bitmeyen Soğuk Savaş ve Suriye Krizi", Zaman Gazetesi, 13 Ekim 1998

16- Ahmet Davutoğlu, "Bölgesel Dengeler ve Türkiye-Suriye Gerilimi", Yeni Şafak Gazetesi, 14 Ekim 1998.

17- Abbas Kelidar, "Syria's Regional Relationships: Past and Present", Special Policy Forum Report, 19 Kasım 1998, (No:351), PolicyWatch, w.w.w.washingtoninstitute.org.; Kocaoğlu, a.g.e. s. 96.

18- Bullocah-Darwish, a.g.e. 58.

19- Bu krizin çıktığı günlere ait Türk basınındaki bazı gazete manşetleri: "Suriye'ye 2 uyarı; Demirel: Sabrımız Taşmak †zere. Kıvrıkoğlu: Suriye ile aramızda ilan edilmemiş bir savaş var" (Sabah Gazetesi, 2 ekim), "Suriye ile Savaş Rüzgarları" (Radikal, 3 Ekim), "Apo'yu teslim et!" (Yeni Yüzyıl, 4 Ekim). "Demirel: iş ciddi" (Milliyet, 5 Ekim), "Vurma planı hazır" (Sabah, 5 Ekim).

20- "Şam ile ikili Görüşme" , Cumhuriyet Gazetesi, 19 Ekim 1998.

21- "Ankara admits: Damascus closed Kurdistani camps" http://www.arabicnews.com/ansub/Daily

22- Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin ayrıntılı bir analizi için bkz. Nezih Tavlaş, "Türk-İsrail Güvenlik ve İstihbarat İlişkileri" Avrasya Dosyası,  Sonbahar 1994, cilt 1 sayı 3; Kasım Muhammed Cafer, "Et-Tehalüf el-İsraili-et-Türki: Keyfe Tuaddilü Suriye Mizane el-Kıva", El-Wasat 12 Ocak 1998, No: 311, s. 20-21; Cengiz Çandar, "Et-Tegarub et-Türki-el-İsraili" Shu'un al-Awsat, Center for Strategic Studies Research and Documentation, No 51, Nisan-Mayıs 1996, Beyrut; Vahid Taca, "Simaru et-Tehalüfi et-Türki-el-İsraili Nedice Bakiran", Al-Alaam, 10 Ekim 1998, sayı 642, s. 14.

23- Alain Gresh, "Türkiye-İsrail-Suriye İlişkilerinin Ortadoğu †zerindeki Etkisi", Middle East Journal, ilkbahar 1998, London.

24- Bu anlaşmalardan en önemlisi 31 Mart 1994 tarihinde imzalanan İstihbarat İşbirliği Anlaşması ile 23 Mart 1996 tarihli Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması'dır.

25- Abbas Kelidar, "Syria's Regional Relationships: Past and Present", Special Policy Forum Report, 19 Kasım 1998, (No:351), PolicyWatch, w.w.w.washingtoninstitute.org.; ‚andar, a.g.e.  s. 33.

26- Suriye'nin İslam ülkeleri Dışişleri Bakanları Zirvesindeki lobicilik faaliyetleri ile ilgili olarak; İbrahim Hamudi, "Muface'etan fi el-Mu'tamari el-Vüzari el-İslami fi Doha, Suriye Teteraceu an İdaneti Türkiye", (El-Hayat, 17 Mart 1998), Barçın Yinanç, "Suriye Sivrilik Yaptı" (Milliyet 16 Mart 1998), Zeynep Gürcanlı, "Suriye ile kademeli çözüm", (Hürriyet, 17 Mart 1998) İslam Konferansı Örgütü Zirvesi'nde Türkiye aleyhindeki çabaları için; "Te'yid Arabi ve İslami Kavi Li Suriye fi Hilafiha Mea Türkiye", (El-Alem 10 Ekim 1998, sayı 642), "Kımmetü Tahran"  (El-Bilad, 13 Aralık 1997, sayı 363).

27- Ahmet Davutoğlu, "Bölgesel Dengeler ve Türkiye-Suriye Gerilimi", Yeni Şafak Gazetesi, 14 Ekim 1998 ve Kocaoğlu, a.g.e. s. 86.

28- Kasım Muhammed Cafer, "Et-Tehalüf el-İsraili-et-Türki: Keyfe Tuaddilü Suriye Mizane el-Kıva", El-Wasat 12 Ocak 1998, No: 311 s. 21.

29- "Don't Forget Syria", JINSA Reports 84, The Jewish Institute for National Security Affairs , October Washington D.C. 1998.

30- "Veftün Suriye Yebde'u Kaden Ziyarete Li Ankara, Hiye el-Ula Münzü 3 Senevat" El-Hayat, 29 Haziran 1998.

31- "Dimeşk: el-Urud el-Cevviyye el-İsrailiyye Tehdidün Li el-Emni el-Arabi ve el-İslami" El-Hayat 30 Haziran 1998.

32- "Veziru Hariciyyetü Türkiye Yüdafi'u An Alakati Ankara bi İsrail" El-Hayat, 8 Temmuz 1998.

33- "Widespread Arab denunciation of Turkish threats against Syria" http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/981006/1998100615.html

34- A new phase in Syria - Turkey relations, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/000715/2000071505.html.

35- Relations between Syria and Turkey have a new tone, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/001221/2000122108.html

36- http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/000715/2000071505.html

37- A new phase of relations between Syria and Turkey, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/001030/2000103009.html

38- Khaddam concludes successful visit to Turkey, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/001104/2000110412.html

39- On Turkish- Syrian relations, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/010608/2001060804.html

40- Bu açıklamaların ayrıntıları için bkz: http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/010213/2001021315.html, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/010830/2001083015.html

41- Syria, Turkey trade exchange sees strong increase, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/020302/2002030222.html

42- Turkish president meets with Syrian FM, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/030114/2003011413.html

43- Turkey, Syria, Iran to revive cooperation mechanism, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/030408/2003040806.html

44- http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2004/ocak/05/g01.html

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR